İyilerin mi sayısı fazla, yoksa kötülerin mi?

Bilemiyoruz, çünkü kötülüğün resmi her zaman daha çarpıcı. İyilik ise sessiz ve gösteriye elverişli değil. Sosyal medya bu orantısızlığı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Afrika’daki İspanya toprağı Ceuta’nın kıyılarında Kızılhaç görevlisinin Senegalli göçmene sarıldığı fotoğrafın bir linç başlatması da bu yüzden

Çocukken ne kadar net ve kalındır iyilik ve kötülük arasındaki çizgi. Büyüklerin anlattığı bütün hikayelerde sonunda iyilik kazanır, sen de epey bir zaman kuralın bu olduğunu sanırsın. Fakat sonra tabi... İnsanlarla tanışırsın. Griler ortaya çıkar, grinin başa çıkılamayacak kadar çok tonu. İyilik kötülük meselesini kafanda netleştirecek zaman hiç olmaz ve sırf ayakta kalabilmek için öyle böyle bir pozisyon alırsın insan denen bu dipsiz yaratığa karşı. Kendi meşrebince bir mesafe bulursun; büsbütün yaralanmayacak kadar uzak, tamamen yalnız kalmayacak kadar yakın. İnsanlığın dehşetinden korunmak için birilerini seversin, arkadaşlarını dizersin dünyanın dehşetiyle arana. Sonra işte yeterince büyüdüğün için çocukların olur, onlara hikayeler anlatırsın. İnsanın ne berbat bir şey olabileceğini bilmene rağmen, hatta belki kendin bile berbat bir insan olmana rağmen, yine de hikayelerini iyileri kazandırarak bitirirsin. Niye peki? Çünkü, sen de insansın. Çünkü insan iyi olmak ister. İnsan binlerce yıldır iyiler kazansın ister ve bu kötülerin kazanmış olması kadar gerçektir. Daha az gerçek değildir. 

“Bana su verdi”

19 Mayıs günü, Kuzey Afrika’daki İspanya toprağı Ceuta’nın kıyılarında bir adam - siyah bir adam olduğunu maalesef söylemek gerekiyor- bir kadına - beyaz olduğunu ne yazık ki belirtmek lazım- sarıldı. Senegalli adam denizden gelmişti ve hiçbir şeysiz bir hiç kimseydi. Cüsseliydi ama iskeleti çıkarılmış bir balık kadar güçsüzdü. Yirmili yaşlarındaki kadın, Luna Reyes, Kızılhaç görevlisi olarak o gün siyah adamların vardığı kıyıda çalışıyordu. Luna, adama su verdi. Adam tıpkı Notre Dame’ın kamburu gibi ağladı, “Bana su verdi”... Esmeralda, dünyanın bütün kötülüğünü beraber sırtlamak için ona sarıldı. Oracıkta, bir iyilik alanı oluşuverdi. Bu anı Bernat Armangue fotoğrafladı. Sarılmanın fotoğrafı sosyal medya aracılığıyla bütün dünyaya yayıldı. Bütün o insanlar, çocukluğunda iyilerin ve iyiliğin kazandığı aynı hikayeleri dinlemiş insanlar, bir anda ikiye ayrıldı. Gazeteler ertesi gün şunun haberini yapıyordu: ‘Luna Reyes, sosyal medyadaki lince dayanamayıp hesabını etkileşime kapattı.’ Aynı insanlar olmalılar, bir önceki gün, İspanyol askerleri Afrika’dan gelen mültecileri döve döve denize geri atarken alkış tutuyordu. Eminim ki onlar da sonunda iyi kahramanların canavarları yendiği filmleri seviyorlardı. Madrid şehir konseyinden Rita Maestre şöyle diyordu, “Bu sarılmayı şehrimizin sembolü olarak görenler, Luna’ya nefret mesajları atanlara göre çok daha fazla.” İyi insanların sayısı daha fazla mı gerçekten? Bilemiyoruz. Çünkü kötülüğün resmi her zaman daha çarpıcı ve dikkat çekici. İyilik ise sessiz ve gösteriye elverişli değil. Ve 21. yüzyılda, iletişim kurduğumuz, dolayısıyla kendimizi gördüğümüz ayna, yani sosyal medya alanı bu orantısız durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Kötülük, nefret ve öfke, sosyal medya şirketleri açısından “etkileşimi” artırdığı için daha kârlı ve bu durum, kötülüğün iyiliğe, çirkinliğin güzelliğe oranla daha görünür olmasını sağlıyor. Sosyal medyanın algoritmaları insanın kötü yüzünü daha görünür kılıyor ve biz sanırım yavaş yavaş insanın gerçekten daha da kötü olduğuna inanmaya başlıyoruz. Fakat tabii insan da az değil, sosyal medyada köpürtülecek kötülük malzemesini hiç eksik etmiyor. Yine de mesele şu, küçücük bir iyilik, iki insan arasındaki ufacık bir sıcaklık nasıl oluyor da bu kadar öfkeye yol açabiliyor? 

“İyi” saldırı altında

Çünkü iyi, tıpkı gerçek gibi çağın karmaşasının saldırısına maruz kaldı. Gerçek-sonrası (post-truth) gibi şimdi iyi-sonrası (post-good-böyle bir kavram üzerine düşünüyorum) bir zamanda yaşıyoruz. Herkesin kendi gerçeği olmasına izin veren bir dünyada herkesin kendi ‘iyisinin’ olması ve bu iyilerin birbirinin tam zıddı olması şaşırtıcı değil, aksine çağın ruhuyla tutarlı. Üstelik felsefeciler bile bu göreceliliği ve yol açtığı kerterizsizliği, nefreti savunur gibi. Geçtiğimiz günlerde iki felsefeci ile birlikte bir panele katıldım. Vardıkları ve benim katılmadığım sonuç şuydu: İyinin ne olduğunu hiç bilemeyeceğimiz için bu konuda kural koymak mümkün değildir. Benim tezim ise şu, iyi, insanlık onurunu kutlayan eylemdir. Kötü, insan onurunu zedeleyen eylemdir. İnsan onuru tek ve bütündür, bütün insanları kapsar. (Bu yüzden aşağılanan bir kağıt toplayıcısı çocuk gördüğümüzde içimiz yanar, mesela. Onur kırıcı eyleme tanık olmak içimizdeki onuru acıtır çünkü çocuğun onuru ile bizim onurumuz koparılamaz şekilde bağlıdır.) Eğer Senegalli adamın -adını haberlerde göremediğim için yazamıyorum- insanlık onuru bu sarılma ile onaylanmışsa bu iyidir. Aynı şekilde, hem İspanyol askerlerinin hem de denize atılan mültecilerin onuru bu insana yakışmayan eylemle zedelenmiştir, bu kötüdür. Sanırım şimdi, uzun zamandır olmadığı kadar gerçeğin ve iyinin tekliğine ihtiyacımız var ve bunları baskıcı kurallar haline getirmemek için merkezi bir kavram bulmalı ve bu kavramda diretmeliyiz. Bu, benim için, insan onuru. Sizin için ne?  İyiliği üzerine kuracağımız kerteriz kavram ne? 

Çöldeki utanç

Onurun her yerde ve her zaman olduğuna dair küçük bir hikaye:  2011. Yaz. Libya-Tunus sınırı. Şura Mülteci Kampı’ndayım. Çoğunlukla siyah Amerika’dan mülteciler var. Çadırlar çölün kumuyla kaplı. Her şey çok saçma, her şey çok berbat. Çadırlar arasında gezip insanlarla konuşuyorum. “Suyunuz var mı? Yemek?” Böyle sorular. Ve bir adam, çadırın demirine dayanmış bir bana gülümsüyor. “Başka bir şeye ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?” Suskunluk, utanç. “Bizim de mesela bir CV’miz olabileceğini?” İngilizce öğretmeniymiş, altı aydır çölün ortasında bir çadırda. O kadar utanıyorum ki, çok sevdiğim dolma kalemimi hediye ediyorum, özür dileyerek. Onur, aç kalsan da, hiç olsan bile, vardır ve ancak onurumuz kutlanırsa dünyada bir insanın kaplaması gereken kadar yer kaplayabiliriz, çadırda veya sarayda.  Uzak yerlerden, oraların kötülüğünden söz etmek kolay. Biz de, tıpkı diğer toplumlar gibi, ‘ötekine’ karşı hiç merhameti olmayan bir toplumuz. Her toplumun gerçek veya hayali bir Gazze’si vardır nihayetinde. Ve her toplumun bir Senegallisi, ‘boğulsaydı daha iyiydi’ diye düşündüğü... Öyle ki çıkıp sadece ‘Ama onlar da insan’ deseniz bile gazabı üzerinize çekersiniz, ‘boğulsa daha iyi kategorisine’ dahil olursunuz. Çünkü siz de artık onlar gibi ‘insan değilsinizdir’. Biz de bugün birçok toplum gibi sesi daha çok çıkan bu çılgın kötülüğü görüyoruz aynamızda. Ve şöyle düşünüyoruz, “Biz, kötüyüz. Kötüler çoğunlukta.” Oysa mesele şu: İyiler, şaşkınlıktan dili tutulmuş olarak duruyor. Kötülüğün göz alıcı gösterisi o kadar Cirque De Soleil ki, öylece durup bakıyoruz bazen. Bu kadar basit değil ama belki de o kadar da karmaşık değil: İyiliğin daha çok sese ihtiyacı var.  Haberlere göre, Luna Reyes’e saldırı mesajları ona teşekkür eden insanların mesajları ile ‘boğulmuş’ günün sonunda. Tıpkı çocukluğumuzda dinlediğimiz hikayeler gibi yani. Ya da belki de tam da gerçek hayatta olduğu gibi. Nasıl yani?!  Ne kadar çok film var kıyamet ve felaketle ilgili. Hepsinde ne kadar da aynı şey oluyor! Daha felaketin ilk haberi duyulur duyulmaz insanlar, ‘her koyun kendi bacağından asılır’ ayarlarına geçiyor. Ama onlar film. Gerçekte ne oluyor? Bir felaket olunca insanlar aniden yamyamlaşmıyor. 

Bu cümleyi tekrar edin

Tam aksine beraber nasıl kurtulacağımıza bakıyoruz. Zavallı gibiysek birbirimize tutunuyoruz. Korkunca birbirimize sarılıyoruz. Biz öyle çok da filmatik yaratıkları değiliz, ağlayıp acımızı paylaşıyoruz, en azından. İçinde yaşadığımız sistemin ve onun yarattığı kültürün bize söylediği gibi ‘altta kalanın canı çıksın’cı bir varlık değil insan. İnsan, diğer hayvanlar gibi aslında, karşılıklı yardımlaşmayla ayakta duran, varlığını binlerce yıldır sırf bu yüzden sürdürebilmiş bir canlı türü. Dünya Luna Reyes’lerin çoğunlukta olduğu bir gezegen. Biz bu cümleyi tekrar etmeliyiz. Hem içimizden hem yüksek sesle. Çünkü söz, gerçeği sadece saptamaz aynı zamanda dönüştürür. Söz, iyiden yana olan söz, Esmeralda’nın Kambur’a su vermesini sağlar. Canavarları yıldıran her şey iyiliğe dair bir söz ile başlar. Bir kadın bir kıyıda hiçbir şeyi kalmamış bir adama ‘merhaba’ der ve dünya, evet, değişir.
Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız