29 Mart 2024, Cuma
Haber Giriş: 05.11.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:17

Almanya ve Fransa arasında nükleer kavga

The Economist, AB’nin temellerini sarsmaya başlayan kavgayı yazdı. Berlin ‘nükleer kirlidir’ diyor, Paris ‘temiz’. Fransa önde görünüyor
Almanya ve Fransa arasında nükleer kavga

Euro'dan, Schengen’den, 9. Senfoni’den ve Maastricht Antlaşması’ndan önce atom vardı. AB’nin kurucu babası olan konyak satıcısı Jean Monnet, “Barışçıl atom Avrupa’nın birleşmesinin öncüsü” olacak diye yazmıştı. Gerçekten de Avrupa Birliği başlangıçta bir nükleer enerji projesiydi. 1957’de AB’nin kurucu üyeleri, kulübün atası olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu oluşturmak için Roma Antlaşması’nı imzaladılar. Aynı zamanda isimlerini daha az bilinen bir organizasyona verdiler: Kıtadaki nükleer enerjiyi denetleyecek olan Euratom. Nükleer enerji bir zamanlar Avrupa için bir birlik kaynağı iken, bugün bir anlaşmazlık kaynağına dönüştü. Ortak pazar bugünün AB’si haline gelirken, Euratom durgunlaştı. AB’nin 27 ülkesinden sadece 13’ü nükleer enerji üretiyor. Bazılarında nükleer yasak. AB politikalarına hakim iki ülke olan Fransa ve Almanya, bugün nükleer konusunda karşıt uçlardalar. Fransa, enerjisinin yüzde 70’inden fazlasını nükleer reaktörlerden üretiyor. Almanya, tüm nükleer santrallerini 2022 yılına kadar kapatma sözü verdi. Fransa ve atom müttefikleri için nükleer enerjinin parlak bir geleceği var. Almanya ve şüpheci akrabası için nükleer teknoloji mazide kalmış durumda. Şimdi bunların ışığında AB’nin yanıtlaması gereken soru şu: Çok az karbondioksit saldığı için nükleer yeşil enerji kabul edilebilir mi yoksa  nadir de olsa yaşanan kazalar çok tehlikeli olduğu için kabul edilemez mi? Hükümetler başka alanlardaki yatırım kurallarını sıkılaştırırken yeşil enerji yatırımları bugün sübvansiyonlar ve ucuz sermaye imkanlarından yararlanabiliyor. Kirli rakiplerini ise daha zorlu bir gelecek bekliyor. AB’nin vereceği karar, birliğin nasıl yönetildiği hakkında çok şey ortaya koyacak.

Yeni ittifaklar

Fransa-Almanya geriliminin nükleer politikaya sıçramasıyla, olmaz denen ittifaklar kuruldu. Fransa ile Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler genellikle fikir ayrışması yaşayan AB ortakları. Fransız politikacılar çoğunlukla bölgeyi pahalı bir eklenti ve kendi işçilerinin altını oyan bir emek kaynağı olarak görüyor. Doğu Avrupa’daki ülkeler, Fransızları Rusya’yı absorbe eden bir korumacı olarak değerlendiriyor. Yine de konu nükleer enerjiye gelince, yakınlaşıyorlar. İster Med7 denen Akdeniz grubu olsun, ister Frugal dörtlüsü olarak bilinen Avusturya-Danimarka-Hollanda-İsveç grubu, AB’yi basit bloklara bölmek cazip bir eğilim.  Bu tartışmanın kaybeden tarafı ise Almanya olacak gibi görünüyor. Japonya 2011’de deprem ve tsunaminin neden olduğu Fukuşima felaketinden sonra nükleer enerjiden vazgeçti. Alman lider Angela Merkel on yıl içinde nükleeri yasaklama sözü verdi. Bunu Belçika’dan Bulgaristan’a kadar bazı ülkeler, nükleer santral inşa etme planlarını rafa kaldırarak ve bazılarını devre dışı bırakma sözü vererek izledi. Ancak bu görüşler zaman içinde değişti. Almanya, nükleer enerjinin yeşil olarak derecelendirilmesini durduracak oya sahip olmadığını biliyor. Aynı esnada Fransa giderek daha etkili hale geliyor. 

Rüşvet ve sırt kaşıma

Konu ne olursa olsun, AB rüşvet, şantaj ve sırt kaşımanın karışımından  oluşan fikir birliğine dayalı bir anlaşma mekanizması. Doğal gaz enerjisi de nükleer benzeri bir tartışma sürecinden geçiyor. Destekçileri, gazın karbon emisyonuna yol açmasına rağmen kömürden daha temiz olduğunu savunuyor. Bazı ülkeler nükleer yanlısı ve gaz karşıtı; bazılarıysa tam tersi. Kimileri her ikisine de karşı çıkıyor, bazıları ise her ikisini de talep ediyor. Görünüşte hepsi birbirinden ayrı ele alınan konular gibi görünüyor. Ancak gerçekte nihai onaya sahip olan ulusal hükümetlerin ve milletvekillerinin zihinlerinde bir aradalar. Çakışan çıkarlar, en iyi ihtimalle neredeyse herkesi eşit derecede mutsuz bırakacak bir uzlaşma için masaya sürülüyor. Sinir uçlarına dokunan bir başka tartışmayı ele alalım: AB’nin harcama kurallarının reformu. Günlük harcamalar için katı kurallar geçerli olmaya devam ederken ülkelerin yeşil geçiş adına daha özgürce harcama yapabilmesi, muhtemel bir anlaşma gibi görünüyor. Nükleer enerji özel sektörde yeşil olarak etiketlenirse, kamu parası söz konusu olduğunda benzer bir tanımlamadan kaçınmak zorlaşır. Alman seçmenler sonunda Ren Nehri’nin karşısına bakıp Fransız komşularının tehlikeli gördükleri enerjiye para saçtığını görebilirler. Siyaset, her AB kurumuna nüfuz etmiş durumda. Nükleer enerjiye nasıl yaklaşılacağına dair ilk kararı veren Avrupa Komisyonu, kağıt üzerinde teknokratik cevaplar sunan memurlarla dolu. Pratikte, nükleer güç sorununun politik olduğunu biliyorlar. Ayrıca, tercihen nükleer karşıtı bir Yeşiller Partisi içeren yeni bir Alman hükümeti kurulmadan önce, hızlı bir şekilde yanıt verirlerse hayatın daha kolay olacağını da biliyorlar. Merkel, adından başka bir taviz vererek görevinden ayrılabilir;  Yeşiller iktidara gelebilir ve bir oldu bitti için önceki hükümeti suçlayabilir.  Ne de olsa Machiavelli de bir memurdu.