18 Nisan 2024, Perşembe
Haber Giriş: 01.10.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:17

“Molla Ömer’i Taliban’ı kurmaya böyle ikna ettik”

Oksijen, Taliban’ın tohumlarının atıldığı Sengisar köyüne ulaşarak kurucu Molla Ömer’in silah arkadaşlarını buldu. Bugünkü Başbakan Yardımcısı Molla Birader’in evinin ve örgütün kurulduğu medresenin de bulunduğu köyde kahramanlık öyküleri anlatılıyor
“Molla Ömer’i Taliban’ı kurmaya böyle ikna ettik”
Kandahar şehir merkezinden yaklaşık 50 kilometre uzaklıktaki Jiyer’e yol alırken orta yaşlı bir Taliban mensubu, arka koltukta sessizce oturuyor. Kum rengi arazilerden geçerken görünürde ne bir kadın var ne de su. Kerpiç evlere doğru ilerlerken, Taliban’ın köklerindeki hikayeye daha da yaklaşmış oluyoruz. Bundan 27 yıl kadar önce Jiyer’de Sovyet işgali sırasındaki İslam karşıtı baskılara cevaben yerel bir direniş hareketi olarak kurulan Taliban’ı anlamak için, henüz bir Türk kadın habercinin yakınına yaklaşmadığı kerpiç yerleşkeye Taliban üyesi refakatçimiz eşliğinde kabul ediliyoruz. Örgütün kurucu lideri Molla Ömer’in, onun sağ kolu olarak bilinen ve bugünkü hükümette başbakan yardımcısı olarak görev yapan Molla Abdullah Birader’in ve Taliban’ın örgütlenmeye başladığı medresenin yan yana konuşlanmış evine gitmek için arabadan indiğimizde, etrafımızı haylaz ve neşeli çocuklar sarıyor.  Çoğunluğu rengarenk örtülerle başlarını sarmış kızlardan oluşan çocuklar, bizi yaşlı, sakallı ve sarıklı adamlara götürüyor. Boynunda kamerası, kafasında güneş gözlüğü olan kadın gazeteciye önce gözlerini bile çevirmeyen Muhammed Haşim Haşimi, 2013’te ölen Molla Ömer’in yol arkadaşı. 1979’dan 1989’a kadar süren Sovyet işgali sırasında Molla Ömer’in Sengisar köyündeki medresede talebe yetiştirdiğini ve camide imamlık yaptığını anlatan Haşimi, Sovyet Birliği’nin bu medreseye düzenlediği hava saldırısında Molla Ömer bir gözünü kaybettiğini hatırlatıyor. Taliban’ın kurulması için bu medresede yapılan ilk toplantıya 20 kadar din alimi ve “talebe”katılmış. Kurulduğu sırada örgütün sadece üç ağır silahı olduğunu söyleyen Haşimi, o günleri anlatıyor: “İlk kez Meyvend ilçesinin Havzi Medet bölgesinde, karakol olarak kullanılan bir okula düzenlenen saldırıda ben de vardım. Molla Ömer gerçek bir savaşçıydı.” 
Molla Ömer ve Birader’in evi aynı yerde.
Molla Ömer ve Birader’in evi aynı yerde.

Kuran-ı Kerim’i istedi

Karşısındaki çarşaflı kadının Türk olduğunu öğrenince Müslüman olup olmadığımı merak ediyor. Gültepe’den aldığım pembe kapaklı küçük Kuran-ı Kerim’i çıkarıp kendisine gösterdiğimde, ona hediye etmemi istiyor, ediyorum. Medresenin avlusunda mezarlar, mezar başlarında çaputlar var. İçeride gizlice bakıp çıkmama yardım eden kız çocuğu sayesinde içerideki naylon kaplanmış dini kitapları, sade ve mazbut ortamı görüyorum.  Çocuklar, vedalaşmadan önce beni Birader’in evinin içine çağırıyor. İçeride bir kadının bebeğini uyuttuğunu görüyorum. Beni görünce yüzünün örülü saçları arasından gülümsüyor. Bana yer minderi çıkarıp çay ve yiyecek ikram edince buruk bir mutluluk duyuyorum. Bir sonraki randevumuza geç kalma şansımız olmadığı için teşekkür edip ayrılıyorum. “Sovyetlere karşı Molla Ömer’in ayrı, benim ayrı cephemiz vardı. Cami imamları da ayrı cephelerde Ruslara karşı savaşıyordu” diyen, Sengisar köyünden az ileride kendi medresesi olan, Molla Ömer’in bir diğer yol arkadaşı Mevlevi Muhammed Şah Ahund. Taliban’ın kurucusunu, örgütün zaferinin verdiği coşkuyla anıyor: “Sovyetlere karşı bir saldırı yapacaksak hep birlikte yapıyorduk. Sovyetler çekildikten sonra mücahitler arasında bazı sorunlar yaşandı; kendi aralarında sekize bölündüler. Bu parçaların her biri bir bölgeyi kontrol etti. Din hocalarıysa medreselerine döndü. Onlardan biri de bendim.” Ahund’un yaklaşık bir saat süren konuşmasında, Taliban’ın ilk günlerine dair detayları onun bakışı açısından öğreniyoruz: “Kısa süre sonra, parçalanan grupların halkın üzerineki zulmü artırmaya başladı. Ben, Mevlevi Abdul Samed, Mevlevi Abdul Rahman ve iki kişi daha, bir cuma günü Molla Ömer’in medresesine gittik. Bir grup kuralım dedik, ilk etapta buna karşı çıktı.” Bunun üzerine yerinden kalkıp ona itiraz ettiğini söyleyen Ahund, Molla Ömer’in sonunda önerilerini kabul edip önce savaşacak kişiler ve silahların bulunmasını istediğini, görüşmeden bir gün sonra da dört köy halkıyla düşüncelerini paylaştıklarını ve destek bulduklarını anlatıyor.
Mevlevi Muhammed Şah Ahund
Mevlevi Muhammed Şah Ahund

Karakol baskını 

“Birçok din aliminin desteğini aldıktan sonra bu grubun liderinin dört isimden birinin olması gerektiğini konuştuk. Sonra oy birliğiyle Molla Ömer’i bu grubun başına seçtik. Bize ilk silah temin edenler Mevlevi Abdul Samed ve Mevlevi Abdul Rahman oldu.”  O da 100 kişiyle gerçekleştirilen ilk karakol baskınını anıyor. “Bu saldırının ardından adımız duyulmaya başladı, hatta Pakistan’da eğitim gören Afgan öğrenciler de destek vermeye geldi. Böylece sayımız kısa süre içinde yaklaşık 500 oldu.” Ahund, medresede gruba öğrenci yetiştirirken de Molla Ömer ile sürekli irtibat halinde olduğunu, ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında Molla Ömer’in Usame Bin Ladin’i teslim etmemesi üzerine Afganistan’ı işgal etmesinden sonra onu bir daha yakından göremediğini uzun uzadıya anlatıyor.

Uyuşturucu merkezi

Pencereden içeriye gün ışığı süzülürken yavaşlayan konuşması durmaya yaklaşınca yine yola düşüyoruz. Kandahar’a dönmeden, tali yollar boyunca uzanan kenevir tarlalarının yanından geçerek bölgenin afyona ek olarak önemli ekonomik kaynaklarından olan ve kenevirden üretilen “Afgan sakızı” adlı uyuşturucunun yapıldığı imalathaneye uğruyoruz. Taliban mensubu üreticiler, uyuşturucunun Pakistan’da yasa dışı olarak iki katına satıldığını aktarıyorlar. Müzik kısıtlamasına rağmen bir şarkı mırıldanan bir Taliban üyesi, telefon numaramı istiyor.
Kandahar’ın çarşısında az sayıda kadına rastlıyorsunuz. Her yerde Taliban bayrakları asılı.
Kandahar’ın çarşısında az sayıda kadına rastlıyorsunuz. Her yerde Taliban bayrakları asılı.

Kandahar’da hayat silahların gölgesinde 

Taliban’ın kalesi Kandahar’da gündelik hayat silahlı güvenlik gözetiminde sürüyor. “Emniyetten” memnun olduğunu söyleyenler dahi ülkeden gitmenin yolunu arıyor. Geçtiğimiz ay binlerce insanın yurt dışına kaçabilmek için akın ettiği Kabil Havalimanı’nda kargocu kıyafetli, ellerinde telsizi olan Katarlı görevliler dolaşıyor. 15 Ağustos’ta Afgan halkının Taliban korkusuyla havalimanına akın etmesi esnasında çıkan arbedede tuzla buz olan ekipmanların yerine yeni teknolojik ekipmanları kurulmuş. Biniş kartınızı da yeni monte edilmiş kontuarlardan alıyorsunuz. Havalimanına Taliban güvenlik noktalarından geçerek ulaşıyorsunuz, içerisi tenha. Havalimanı personelinden Ali, Taliban hükümetinin destekçilerinden değil. Aslında adı Ali değil, onun güvenliği için bu ismi kullanıyoruz. Ancak 11 Eylül günü çağrılınca işinin başına dönmüş. 2009’dan bu yana burada çalışıyor. Limanın bugünkü durumunun vahametini şöyle açıklıyor: “Uluslararası uçuşlara kapalıyız. Yalnızca haftada üç defa İslamabad’a kalkan uçuşlar oluyor. Bir de ABD’den yeşil kart sahipleri haftada bir defa Katar’a götürülüyor. Maaş almadan her gün geliyoruz. Ulaşım paramız bile verilmiyor.” Ali’nin iki kızı var, 13 yaşında olan okula gidemiyor. Ali, bu koşullara rağmen, “Sonuçta Afganistan bizim ülkemiz ve şu anda dış dünya ile bağlantımız kopuk. Taliban ile iş birliği yapmak ve dünyayla bağlantı kurmak zorundayız” diyor. Kravatlı üniformasını giyemiyor, sakal bırakmak zorunda kalmış. 15 Ağustos günü ülkeden kaçan siyasetçilere, kamu personeline ve havalimanı çalışanlarına kızgın değil çünkü ülkeden gitmenin mantıklı olduğunu düşünüyor. Konuşurken, Ali’nin alnından damla damla ter akıyor. Köşede, duvarın arkasında konuşuyor olsak da izlendiğimizin farkında. Kabil’de yalnızca yüzü görünen kadınlar, Kandahar uçuşu için bekleyenlerin arasında görünmüyor. Taliban’ın kalesi olarak bilinen, aşiretlerin sosyal hayata etkisinin epey belirgin olduğu yaklaşık 1.5 milyon nüfuslu Kandahar’a uçarken, kadınların çoğu burkalı. Diğerleri, sadece gözlerini gösteren kara çarşaflar  giyiyor. Salondaki erkeklerin arasında, çatışmaların hala sürdüğü Penşir bölgesinin kepini takanlar, molla sarığı taşıyanlar var.  On binlerin pistleri doldurup Batılı ülkelerin uçaklarına canları pahasına binmeye çalıştığı sırada ortaya çıkan tahribatın çoğu temizlenmiş. Yine de uçak havalanırken cam kırıkları, parçalanmış tel örgüler, Taliban kontrolüne geçen savaş uçaklar, gözetleme kuleleri ve sayısız zırhlı araç görünüyor.  27 Ağustos günü yeleğinde 11 kilogramdan fazla patlayıcı taşıyan bir saldırganın pimi çekmesi sonucu en az 170 kişinin hayatını kaybettiği, yüzlerce kişinin yaralandığı havaalanı altımızda giderek küçülürken, bizi Kandahar’a taşıyan uçak tozlu, dağlık, tamamı kahverengi Kabil’in üzerinde yükseliyor. Beyaz Saray’ın Afganistan’daki askeri gücünü tümden çekeceğini bildirmesi üzerine, 20 yıldır hazırlık yapan Taliban’ın ülkeyi ele geçirme operasyonlarına Kandahar’dan başlaması şaşırtıcı değil. Bugün ülkede yaşananların başlangıç noktası, başkentin güneyinde, uçakla 50 dakika mesafedeki bu eyalette.  

Bol motosiklet, bol dükkan

Kandahar daha birkaç ay önce sık sık bombaların patladığı, çatışmaların yaşandığı, Batılı uçakların hava saldırıları düzenlediği, havanın da siyasi iklimin de sıcak olduğu bir bölge konumundaydı. Bugünse Taliban’ın beyaz üzerine siyahla “La ilahe illallah” yazan bayrakları her yeri kaplamış durumda. Her iki yüz metrede bir güvenlik noktaları kurulmuş. Kızların, kadınların nadiren seçildiği, bol dükkanlı, bol motosikletli, bisikletli, plakasız, boyasız araçlı, tuktuklu kaotik şehir kozmopolit bir yerin sanayi bölgesindeymişsiniz hissini veriyor. Ancak emniyet, Kandahar esnafı için hayati.
Kasap Kerimullah
Kasap Kerimullah

‘Satış düştü ama olsun’

Kerimullah diye anacağımız 39 yaşındaki Kandaharlı kasap, Taliban bayrağı astığı dükkanında işlerin Eşref Gani dönemine kıyasla yarı yarıya azalmasına rağmen Taliban’ın yönetime gelmesinden çok mutlu olduğunu anlatıyor. “Önceki dönemde devlet adamları da gelip buradan et alırlardı, şimdi sadece halka satış yapabiliyoruz. İş konusunda zorlansak da Afganistan’a İslami yönetimin ve sokağa güvenliğin gelmesinden çok memnunum. Mesela hırsızlık azaldı, istediğimiz saatte dışarıya çıkabiliyoruz” diyor. Hemen ardından ekliyor: “Üniversiteyi bitirdim, geri kalan eğitimimi yurt dışında tamamlamak istiyorum. Çocuklarımın da yurt dışında okumasını istiyorum. Gitmemize yardım edebilir misiniz?” Birkaç sokak ötede, tablada çorap, erkek iç çamaşırı ve Taliban bayrakları satan 18 yaşındaki İbrahim kendisini ülkesine hiç bu kadar ait hissetmediğini anlatıyor. “Gani döneminde gelip zorla bayrak astırırlardı, şimdi bu bayrağı severek satıyorum. Benim için temizliği, İslam’ı, cihadı temsil ediyor” diyor. Ona göre kadınlar burka giymeli çünkü mollası öyle anlatmış. Arka planda, kafesteki kuşun sabah şarkısı duyulurken İbrahim beş yıldır okula gittiğini, kendisi dersteyken küçük kardeşinin veya komşularının ekmek teknesine baktığını anlatıyor.  Liseyi bitirdikten sonra tıp okumak istiyor. “Afganistan’ın doktora, sağlıkçıya çok ihtiyacı var ama bizim isteğimiz yabancıların burada çalışmaları, yaşamaları değil, bunu biz yapmalıyız” diyor. Uğradığımız her yerde olduğu gibi burada da toplanan meraklı kalabalıktan etkilenmeden kızlar okuyamazsa bu isteklerinin nasıl gerçekleşebileceği sorusuna yanıt veriyor: “Taliban sözcüsünün dediğine göre kızlar okula gidebilecek ancak bu konuda müddet istediler. Ben okula gitmeye ne kadar hevesliysem, kızlar da o kadar hevesli.”
Bayrakçı İbrahim
Bayrakçı İbrahim

Müzik bitti, hoparlörler artık elde kaldı

Bayrak tezgahının 50 metre kadar uzağında, dede yadigarı dükkanında ses sistemi ve mikrofon satan Naimullah, Taliban’ın müzik kısıtlamasıyla beraber önceleri düğün ve eğlenceler için kullanılan büyük hoparlörlerin satışlarının neredeyse bittiğini ancak İslami yönetimle Gani döneminde olan rüşvet düzeninin sona erdiğini ve “şehrinin çocuklarının zaferinden” mutluluk duyduğunu anlatıyor.

Silah dükkanında işler kesat

Kandahar’ın Penjwai ilçesinde az sayıda kalan silah ve mühimmat dükkanlarından birine girdik. Tüfeklerin Rus yapımı olduğunu söyleyen dükkân sahibi, artık ihtiyaç olmadığı için çok satış olmadığını söylüyor. Üç metrekareden küçük dükkan ahşap bir dolabı andırıyor. Dükkanında çalışan genç, toplanan kalabalıktan tedirgin olunca bir anda ayaklanarak kapıyı kapatıp kilitledi.
Kandahar’ın merkezinde vakit geçiren, nar yiyen bir grup erkek.
Kandahar’ın merkezinde vakit geçiren, nar yiyen bir grup erkek.

Neden Taliban’dan özür dileyeyim?

Jiyer’den Kandahar’a dönüş yolunda konuşma fırsatı bulduğum, kendisine “sade adam” diyen 20 yaşındaki bir genç, iki yıllık hemşirelik fakültesinden mezun olduğunu ve Taliban ile bir gönül bağı olmamasına rağmen ABD’nin çekilmesiyle hava saldırılarının son bulduğunu ve bölgenin huzura kavuştuğunu gayet akıcı olan İngilizcesiyle, güler yüzle paylaşıyor. O konuşurken geçtiğimiz yollar delik deşik, araba dakikada bir şiddetli bir şekilde sarsılıyor. Yol kenarlarında bombardıman enkazları, asfaltta patlayıcıların açtığı koca göçükler var. “Öldürülen sivil sayısını kimse bilemez. Burada, hepimiz birilerini kaybettik” diyor “sade adam.” Taliban Kandahar’ı ele geçirmeden birkaç gün önce şehir dışına çıkan üst düzey bir vilayet yetkilisi, Taliban kültürünün ve Kandahar’da on yıllardır yaşananların Afganistan’a bugün nasıl hâkim olduğunu şöyle  açıklıyor: “Vilayetin çoğu Peştun. Bu, cihat isteğiyle birleşince, radikal ve ataerkil bir ideoloji ortaya çıkıyor. Şehirlerde yaşayanlar ile kırsalda yaşayanların kopukluğu, cihat ve Peştun milliyetçiliğini hedefleyen medrese eğitimli çocukların eline büyük coşkuyla silah almasına sebep oluyor.”

Hayatımın en kötü anı

Aşiret kültüründe kadınların sesinin çıkmamasının kanıksanmış olduğunu söyleyen eski yetkili, şimdi kırsaldan çıkan Taliban hareketinin başkent Kabil’e kadar uzanıp 20 yılda bireysel özgürlükler adına alınan yolu silip attığını ve birçok Afgan gibi kendisinin de depresyonda olduğunu aktarıyor. “Taliban’ın Kandahar’a girdiğini duyduğum an, hayatımın en kötü anıydı” diyor. Kandahar’da 10 yıl boyunca Afgan medyası için çalışan haber sunucusu Nuriye Habibi’nin anlattıkları kent ile kırsal kültürünün buradaki çatışmayı tarif eden bir örnek. Eski eşi Taliban üyesi olan ve memleketini terk etmek zorunda kalan Habibi şöyle diyor: “Ben işimi yaptım. Kadınların hakları için, vatandaşların doğruya erişimi için çabaladım. Gidip özür dilersem haberci değil ama öğretmen olarak çalışmama izin vereceklerini söylediler. Ben neden özür dileyeyim? Ben ne suç işledim ki? Asla özür dilemeyeceğim.” 
Okullarını bırakmak zorunda kalan iki kadın doğumcu.
Okullarını bırakmak zorunda kalan iki kadın doğumcu.

Kocam çarşaf istemiyor

Siyasi bilimler mezunu Habibi, yurt dışına çıkmanın yasal yollarını aradığını söylüyor. Elbette bu durumda olan sadece o değil.  “Buradan çıkmazsam ben ölürüm.” Bunu diyen, akrabası basın mensubu olup Taliban’ı irdeleyen haberler yaptığı için öldürülmüş, 22 yaşındaki bir kadın.  Ancak kapalı kapılar ardında ve ancak bir kadınla iletişim kurduğunda telaffuz etmeye cesaret edebildiği bir yardım çığlığı bu. “Okumak, çalışmak istiyorum ama ne yapabileceğimi bilmiyorum. Lütfen bana yol gösterin. Çarşaf giymek, gözümü kapatmak istemiyorum. Kocam bile istemiyor” diyor. Taliban’ın 11 Ağustos’ta Afgan kolluk kuvvetleriyle girdiği çatışmanın sıfır noktasında yaşayan, sosyal bilimler mezunu Medine, “Artık korkudan dışarıya çıkamıyorum, çıkarsam hemen dönüyorum. Evde çok sıkılıyorum” diye paylaşıyor derdini.  Eşi üniversitede öğretim veriyormuş ama bugünlerde maaşını almadan evde eğitim politikasının açıklanmasını bekliyor. Ailenin bakmakla yükümlü olduğu iki küçük çocuğu var. Nazım adını vereceğimiz eşi, her gün öğrencileri eğitimlerine devam etmeleri için telefondan motive etmeye kendisini adadığını söylüyor. “Umutlu olmak çok zor. Ama özellikle kız öğrencilerin eğitimlerine mutlaka devam etmeleri gerek” diyor.

Okusak ne olacak?

Kandaharlı şair Mirwais Neeka’nın adını taşıyan üniversitesinin rektörü Dr. Bahrullah Safi, Taliban’ın kendilerine tüm velileri arayarak öğrencileri okula gelmeleri için teşvik etmelerini istediklerini söylüyor. Ancak baskı ve ekonomik koşullar nedeniyle kız öğrenci  sayısı yarı yarıya düşmüş. Zuhal adını vereceğimiz, 20 yaşındaki Kandaharlı genç, okuldaki tek değişimin erkek ve kız öğrenciler arasına çekilen perde olmadığını aktarıyor:   “Sınıfta yaklaşık 40 kişi vardı. Taliban geldiğinden beri, öğrencilerin çoğu gelmiyor. Yurtdışına gittiler veya gitmeye çalışıyorlar. Kızlar, okusak bile gelecekte ne çalışabileceğiz ne de bize izin verecekler diye düşünüyor.”  Kandahar’da daracık bir alanda kadın doğum uzmanı olarak çalışan iki genç, Türkiye’ye kaçmak için ulaştıkları bir erkeğin onlara kendisiyle cinsel ilişkiye girmeleri karşılığında yardım önerdiğini anlatıyor. Taliban hareketinin kapı kapı gezip kendileri gibi Şii olan azınlıktaki 18-45 yaş arasındaki bekar ve dul kadınları zorla evlenmelerini dayattığını büyük bir tedirginlikle aktarıyorlar.  İçlerinden biri muayeneye gelen kadınların yüzde doksanının psikolojik problemleri olduğunu, tacize ve tecavüze uğradığını söylüyor. İkisi de çaresiz gözlerle yardım istiyor. Aslında narıyla, alimleriyle ve tarihi başkent olmasıyla ünlü Kandahar’da beş gün geçirdikten sonra, Kabil’e döndüğümde haberlere bile yansımayan bir patlama sesine uyanıyorum. Camdan bakınca ABD sefaretinin olduğu bölgeden duman yükseldiğini görüyorum. Kandahar ile Kabil arasındaki zaman-mekân kayması yüzünden pek de tuhaf gelmiyor.   Taliban hükümet sözcü vekilinin kızların eğitimi için söz verdiği röportaj ve başkent Kabil izlenimi, haftaya.