20 Temmuz 2025, Pazar
Haber Giriş: 04.07.2025 04:45 | Son Güncelleme: 06.07.2025 17:13

Sedat Ergin'in Oksijen'de ilk yazısı: Barrack: Bir sefirden fazlası

(Fotoğraf: Getty Images)
(Fotoğraf: Getty Images)
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Osmanlı’ya uzanan geçmişiyle gurur duyduğunu sık sık dile getiren ABD’nin Ankara Büyükelçisi Thomas Barrack’ın aile öyküsü, Beyrut’tan ABD’ye giden bir vapurda başlıyor. Başarılı bir iş hayatı geçiriyor, Trump’la dostluğunun ilk tohumları ticaretle atılıyor. Trump’ın ilk döneminde Meksika Büyükelçiliği’ni reddetse de Ankara’ya ‘hayır’ demiyor. Bugün hem Amerika’nın Ankara Büyükelçisi, hem de Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi olan Barrack, Türkiye-ABD ilişkileri açısından oldukça kritik bir rol üstleniyor


Sedat Ergin

Muhtelif açıklamalarını okuyanlar, özneyi bilmiyorlarsa, sözlerin sahibinin Batı’ya tepkiyle bakan, derin kızgınlık duyan Ortadoğulu bir entelektüel olduğunu zannedebilirler.

Kendisi, Ortadoğu’nun çözümsüz sorunlarından söz ederken, her seferinde bu sorunların kaynağını bundan yüz yıl öncesine götürmektedir. Ve eski Osmanlı coğrafyasında yaşayan milletlerin, toplulukların dayandığı karmaşık dengeleri göz ardı edip ellerinde cetvelle bu coğrafyaya kendi kafalarına göre şekil veren Batılıları suçlamaktadır.

Örneğin 25 Mayıs’ta sosyal medyadaki bir ‘X’ paylaşımında isim vererek, I. Dünya Savaşı sırasında 1916 yılında İngiliz ve Fransız diplomat/askerler Mark Sykes ile François Georges-Picot’nun harita üzerinde Osmanlı topraklarını paylaştıkları ve bugün Ortadoğu’daki birçok devletin sınırlarını belirleyen mutabakatı şu sözlerle eleştirmektedir:

“Bir yüzyıl önce Batı’nın (bölgeye) dayattığı, haritalar, manda rejimleri, kalemle çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimi olmuştur. Sykes-Picot, Suriye’yi ve daha geniş anlamda bölgeyi barış değil, emperyal amaçlar için bölmüştür. Bu hata nesillere mal olmuştur. Bunu bir daha tekrarlamayacağız. Batı müdahaleciliği dönemi kapanmıştır. Gelecek, ortaklıklar ve diplomasiyi temel alan bölgesel çözümlere dayanacaktır.”

İşin ironisi şurada ki Batı’yı, daha doğrusu Avrupalıları, bu sözlerle Ortadoğu’nun bugünkü halinden dolayı sorumlu tutan şahsiyet, bugün Batı dünyasının en büyük askeri gücünün Ankara’daki diplomatik temsilcisi olan Thomas (Tom) Barrack’tır.

Üstelik temsil ettiği ülkenin Ortadoğu’da İran’da olduğu gibi seçilmiş hükümetleri devirmekten, Irak’ta olduğu gibi sahte gerekçelerle savaş açıp yüz binlerce insanın ölümüne neden olmaya kadar uzanan çok kötü bir sicili bulunmaktadır. ABD’nin bölgedeki günahlarının listesi uzayabilir.

Ayrıca kendisini Ankara Büyükelçiliği’ne atayan Başkan Donald Trump, aksi yöndeki bütün taahhütlerine karşılık İsrail’in telkinleriyle İran’ı bombalamaktan da kaçınmamıştır çok yakın zamanda.

Osmanlı kökleriyle iftihar ediyor

Biz yine Barrack’ın sözlerine dönelim. Barrack’ın Ortadoğu söz konusu olduğunda Batı’ya, daha doğrusu Avrupa’ya tepkisel bir çizgide durmasının gerisinde Trump’ın bölgeye ilişkin politikasının, örneğin geçen mayıs ayının ortasındaki Suudi Arabistan ziyaretinde ‘bölgeye dönük Batı müdahaleciliğini’ eleştirdiği özeleştiri içeren çıkışıyla paralelliği görmek mümkündür.

Değindiğimiz husus, büyükelçinin bakışındaki faktörlerden biridir. Trump’ın Ortadoğu politikasını bir tarafa bırakırsak, Barrack’ın bu açıklamalarının gerisindeki bakışta, Osmanlı’dan gelen köklerinin izdüşümlerine de rastlamak mümkündür. En azından beyanları böyle bir bakışı yansıtıyor.

Konu Ortadoğu olduğunda, sıkça sözü aile soyağacındaki köklü Osmanlı genetiğine getiriyor, Osmanlı geçmişiyle gurur duyduğunu söylüyor, bu vesileyle Osmanlı’nın zenginliğini vurguluyor.

Tom Barrack köken itibarıyla bir Arap-Amerikalı’dır. Ailesinin kökenleri Lübnan’ın başkenti Beyrut’a yaklaşık 50 kilometre, Suriye sınırına ise 20 km. kadar uzaklıktaki Zahle kasabasına dayanır. Zahle, Lübnan’da Hristiyan nüfusun en yoğun olduğu yerleşimlerden biridir. Hristiyan nüfus içinde Barrack’ın ailesinin de içinden geldiği Doğu Katolik Kilisesi’ne bağlı Maruniler önemli bir yer tutuyor.

Beka Vadisi’nin parçası olan Zahle, 2011’de patlak veren Suriye iç savaşında bu ülkeden kalabalık bir mülteci akınına uğramıştır.

Tarihin ilginç bir cilvesi, kökleri Zahle’ye giden Tom Barrack bugün ABD’nin Ankara Büyükelçisi olmasının yanı sıra, ABD Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi’dir ve geçen aralık ayında yönetim değişikliğine sahne olan Suriye’de işlerin Washington’ın perspektifinden yoluna koyulması için yoğun bir mesai içindedir.

Beyrut’tan kalkan vapurla başladı

Barrack’ın aile öyküsü, kendisinin 1 Nisan’da ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde düzenlenen Ankara Büyükelçiliği’ne atanmasına ilişkin onay oturumuna sunduğu yazılı ifadesinde oldukça geniş bir yer tutuyor. Hem anne hem de baba tarafından dedeleri geçen yüzyılın hemen başında Lübnan’dan ABD’ye göç etmiştir.

Baba tarafından dedesi Yusuf Abdullah 12 yaşında, anne tarafından dedesi Halil Şahin (Shahin) ise 14 yaşında göç etmiştir. İfadesine göre göçlerinin tarihi 1900 yılı civarıdır.

Özellikle Yusuf Abdullah’ın öyküsü bir Hollywood senaristinin elinde çok renkli bir filme dönüşebilir. Yusuf, altısı erkek olmak üzere dokuz çocuklu bir ailenin en küçüğüdür. Bu yıllarda Lübnan’da Hristiyanlarla Dürziler arasında sürmekte olan kanlı çatışmalar ve yaşanan yoksulluk, Joe’nun annesini oğlunu daha iyi bir gelecek için ABD’ye yollama arayışına iter.

Barrack’ın anlatımına göre, anne İstanbul’daki Saray tarafından görevlendirilmiş olan Lübnan Sancağı Mutasarrıfı’nın (Sancağın en yüksek mülki amiri) evinde hizmetli olarak çalışmaktadır. Mutasarrıftan oğlunu Amerika’ya gönderebilmek için yardım ister. Mutasarrıf kendisine yardımcı olur ve oğlu için hem pasaport çıkartır hem de yol parası olarak 20 Osmanlı Lirası verir.

Beyrut’tan kalkan ve Yusuf Abdullah’ı taşıyan posta vapuru Napoli’ye yanaşır. Yusuf burada “SS Patria” isimli yolcu gemisine transfer olur. Tek başına seyahat eden 12 yaşındaki çocuğun gömleğinin üzerinde Arapça yazılmış “Beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim” yazılı bir not iğnelenmiştir. Cebinde yalnızca 13 Osmanlı Lirası vardır.

Zahle’den ABD’de bakkal dükkanına

İşte bu geminin en alt katında, o tarihte daha çok Amerika’ya giden göçmenlerin kaldığı havasız en ucuz mevkideki salonda, cebindeki Osmanlı pasaportuyla üç hafta seyahat ederek Atlantik’i geçen bu çocuk, doğu kıyısında Amerika kıtasına ayak bastıktan sonra ABD’nin en batısına, California Los Angeles’a kadar gidecek ve yaşama sıkı sıkıya tutunacaktır. Yusuf’un yeni adı ‘Joe’dur.

Joe bu hayat mücadelesinde Beverly Hills’e bitişik, film stüdyoları ile ünlü Culver City kasabasında küçük bir bakkal dükkanı açarak girişimciliğe adım atacaktır. Aile dükkanını ondan oğlu devralacaktır. 1947 yılında burada doğan ve babasıyla aynı ismi taşıyan torunu Tom da çocukluğunda bu dükkanda çalışıp hayat tecrübesi kazanırken, bir yandan iyi bir öğrenim görüp 1972 yılında San Diego Üniversitesi’nden hukuk diploması alacaktır.

Kongre’deki onay oturumunda, Cumhuriyetçi Parti Tennessee Senatörü Bill Hagerty, büyükelçi adayını tanıtım konuşmasında Tom Barrack’ın ailesinin bakkal dükkanında çalışarak büyümüş olmasını bir övgü konusu olarak kayda geçirecektir.

Cumaları camiye giden hristiyan

Gelgelelim, Türkiye’ye büyükelçi olarak gelişi onun bu bölgeyle ilişkisi açısından bir ilk değildir. Öyküsüne baktığımızda, üniversiteyi bitirip bir finans hukukçusu olarak hayata atıldığında, ilk döneminde uzun yıllar Suudi Arabistan’da çalıştığını görüyoruz.

Buraya Suudi Arabistan’da iş yapan Bechtel gibi büyük Amerikan şirketlerinin hukuk işlerine bakan bir hukuk bürosunun temsilcisi olarak gitmiştir. Kongre’deki ifadesinde çölde uzun geceleri Suudi büyüklerinin çadırlarındaki meclislere katılarak, kahve içerek geçirdiğini, bu şekilde onların öykülerini, kültürlerini, geleneklerini öğrendiğini anlatıyor. Arapçası da iyice ilerlemiştir.

Kongre ifadesinde ayrıca “Her cuma günü Sünni arkadaşlarıyla camiyi ziyaret etmenin kendisi için rutin bir hale geldiğini” anlatıyor.

Arap yarımadasında geçirdiği yıllar Suudi şahsiyetlerle ve kraliyet ailesinin genç temsilcileriyle kurduğu dostlukların da başlangıcıdır. Bu dostluklar, daha sonra kurduğu ve zamanla 19 ülkede temsilcilik açarak büyüyen şirketiyle işlerini yürütürken birçok kapıyı açacaktır kendisine.

PSG’yi Katar Yatırım Fonu’na sattı

Barrack, Suudi Arabistan dönüşü bir süre Wall Street’te çalışmış, yine 1980’li yıllarda Teksas merkezli ‘Robert M. Bass Group’ isimli emlak yatırım firmasında görev almıştır. Ardından 1990 yılında kendi şirketi Colony Capital’i kurmuştur. Bu, emlak geliştirme alanında uzmanlaşmış bir özel sermaye şirketidir.
Barrack kısa zamanda bu şirketi ABD’de kendi alanındaki büyüklerden biri haline getirmiştir. Bu arada Arap yarımadasındaki bağlantılarını kullanarak Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ABD iş dünyası arasındaki önemli köprülerden biri olmuştur. Daha sonra Katar’ı da portföyüne eklemiştir.

İş hayatındaki önemli bir becerisini büyük alım satımlarda oynadığı rolde görüyoruz. New York Times’ta 7 Ağustos 2012 tarihinde çıkan Rob Hughes imzalı habere bakılırsa, Fransa’nın bir numaralı futbol takımı Paris Saint Germain FC, Katar Yatırım Fonu’na Barrack’ın Colony Capital şirketi tarafından satılmıştır.
Birçok banka ve şirkette yönetim kurulu üyelikleri de üstlenmiştir. Bunlardan biri de “First Republic Bank”tır. Kendisinin yönetim kurulunda bulunduğu sırada bankanın 2019-2022 yılları arasında icra kurulu başkanı olarak görev yapan kişi, 2023-24 yılları arasında T.C. Merkez Bankası Başkanı olan Hafize Gaye Erkan’dan başkası değildir.

Sonuçta Tom Barrack, kendi alanında ABD’nin hatırı sayılır zenginlerinden biri haline gelmiştir. Açık kaynaklarda kendisinin bir at çiftliğine, şarap imalathanesi olan üzüm bağlarına, pahalı evlere sahip olduğu yazılı.

Colony Capital 2016 yılında başka şirketlerle birleşerek Colony Northstar adını almış ve o tarihte 58 milyar dolarlık bir varlığın yönetimini üstlenmiştir. Aynı firma daha sonra 2021 yılında bir dönüşümden geçerek “DigitalBridge” adını almıştır. Bir süre önce bütün idari sorumluluklardan çekilen Barrack, bugün itibarıyla “DigitalBridge”de sadece hissedar durumundadır.

Özetle, cebinde 13 dolarla vapurla ABD’ye doğru yola çıkan Yusuf Abdullah’ın torunu Tom Barrack, ABD’de kalburüstü bir servetin sahibi olmuştur. Forbes dergisindeki profiline göre, 26 Mart 2013 tarihi itibarıyla 1 milyar dolarlık bir şahsi servete sahip görünüyordu. ABD basınında bugün de genellikle “milyarder” olarak söz ediliyor kendisinden.

Trump’la dostluğu ticaretle başladı

Servetini yaparken başından itibaren Cumhuriyetçi Parti’nin destekçisi olmuştur. ABD’de 1980 yılı kasım ayında yapılan seçimlerde Cumhuriyetçi Ronald Reagan, Demokrat Jimmy Carter’ı yenerek başkan seçildikten sonra, Barrack 1982 yılında 35 yaşındayken İçişleri Bakanlığı’nda Müsteşar Yardımcılığı gibi oldukça yüksek bir bürokratik göreve siyasi atama yoluyla getirilmiştir. Bu görevde bir yıl kadar kalmış, bu arada bazı etik meselelerle ilgili Kongre’deki bir komitede ifade vermek zorunda kalmıştır.

Donald Trump ile ilişkisine gelince, bu bağların kurulması 1980’li yılların ortalarında kendisiyle yaptığı ticari işlerden, alım satımlardan geliyor. Barrack, Robert M. Bass Group isimli bir firmada çalışırken Trump’a bazı şirketlerin hisselerini satmış, ayrıca New York’taki ünlü Plaza Otel’in 1988 yılında Trump’a 410 milyon dolara satılışında yine kritik bir rol oynamıştır. Trump bu yatırımını batırınca, oteli 1995 yılında Suudi Prensi Al-Waleed bin Talal ile Singapurlu ortağına satmak zorunda kalmıştır.

Şimdi çok daha kritik bir ayrıntıya gelelim. Bu ayrıntı New York Times’ta Trump’ın başkanlığı sırasında 13 Haziran 2018 tarihinde yayımlanan “Trump’ın Arap Prensleriyle Bağlantılarının Arkasında Kim Var? Milyarder Arkadaş...” başlıklı yazıda yer alıyor.

Milyarder arkadaş, tahmin edileceği gibi Tom Barrack’tır. Gazetenin önde gelen araştırmacı yazarlarından David Kirkpatrick’in ciddi emek verdiği anlaşılan bu yazıda, hem Barrack’ın Körfez dünyasıyla yüksek hacimli ticari bağlantıları, hem de Trump’la siyasi ve akçeli ilişkileri hakkında çok şey öğreniyoruz.
Yazıya bakılırsa, 2010 yılında Trump’ın damadı Jared Kushner, New York Manhattan’da yaptığı bir emlak yatırımında ciddi ödeme güçlüğüne düşünce borcunun 70 milyon dolarlık bölümünü Barrack satın almıştır. Kirkpatrick, Trump’ın ricası üzerine Barrack’ın bir grup yatırımcıyla birlikte Kushner’i iflasa düşmekten kurtardığını yazıyor.

Barrack: ‘Trump beni piyano gibi çaldı’

Trump ailesi ile ticaret üzerinden başlayan yakınlık, Barrack’ın 2016 yılındaki başkanlık seçimi kampanyasında Cumhuriyetçi adayı en baştan itibaren kuvvetli bir şekilde desteklemesini beraberinde getirmiştir. Trump’ın kampanyasına bağış toplamak amacıyla kurulan bir komitenin başkanlığını üstlenmiş, düzenlediği etkinliklerle toplam 32 milyon dolar toplamıştır Trump için.

Kendisinin Başkan’a ne kadar yakın olduğunu, ne ölçüde güvenine sahip olduğunu anlatmak için tek bir örnek vermek yeterlidir. Trump Kasım 2016’da seçimi kazandıktan sonra, Ocak 2017’de göreve başlaması (inauguration) sırasında gerçekleştirilecek etkinlikleri düzenleyen organizasyonun başına Barrack’ı getirmiştir.

Barrack, öncesinde de 2016 yılı temmuz ayında Cleveland’da yapılan ve Trump’ın adaylığının kesinleştiği Cumhuriyetçi Parti Kurultayı’nda sahneye çıkarak bir konuşma yapmış ve 1980’li yılların başlarında bir otelin satışı için ilk kez karşılaştıklarında pazarlık sırasında “Trump’ın kendisini bir Steinway piyano gibi çaldığını” söylemiştir.

Barrack, Trump’a kolaylıkla erişim sağlayabildiği bir yakınlıktadır. Kirkpatrick’in yazısında, tanıklara atfen aralarındaki ilişkide Trump’ın Barrack’la “eşiti” konumunda konuştuğunun vurgulanması dikkat çekici.
Ancak Barrack, Trump’ın ilk başkanlığı döneminde yönetimde görev almamış, önerdiği Meksika Büyükelçiliği’ni, hatta New York Times’a göre, Hazine Bakanlığı önerisini de kabul etmemiştir. Gazeteye göre Barrack bunun yerine iş hayatında kalıp “on yıllardır yaptığı gibi para kazanmaya, Körfez’deki bağlantılarıyla iş yapmaya” devam etmiştir.

Demir parmaklıklar arkasındaki günler

Trump’ın 2020 seçimini Demokrat aday Joe Biden’a kaybetmesi, Barrack için son derece sancılı bir dönemin de başlangıcı olmuştur. Belli ki, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve onun Washington’daki Büyükelçisi olan Yusuf El Otabia ile yakın ilişkileri uzunca bir zamandır New York Brooklyn’deki savcıların takibi altındaydı.

Brooklyn Savcılığı tarafından 20 Temmuz 2021 tarihinde açıklanan bir iddianame ile Barrack, BAE yetkilileri ile ilişkilerinde yasalara aykırı davrandığı iddiasıyla suçlanmıştır. Barrack bu tarihte Los Angeles’ta polis tarafından derdest edilerek demir parmaklıkların arkasına konmuş, iki gün gözaltında kalmıştır. Kendisi 5 milyon doları nakit olmak üzere tahvil ve muhtelif gayrimenkul tapuları dahil 250 milyon dolar gibi muazzam bir kefalet ödemek suretiyle tedbir kararıyla nezarethaneden kurtulabilmiştir.

Barrack’a yöneltilen ana suçlama, ABD’de Birleşik Arap Emirlikleri adına lobi yapıp bu ülkenin çıkarlarını savunurken Adalet Bakanlığı’na ‘lobici’ olarak kayıt yaptırmamış olmasıdır. İkinci olarak kendisine ‘adaleti engellemek’ ve ‘resmi makamlara (FBI) yalan beyanda bulunmak’ suçlaması da yöneltilmiştir. Trump’ın 2017 yılındaki komite başkanının gözaltına alınması ve başlayan dava süreci Amerikan basınında geniş bir şekilde işlenmiştir.

Bir yılı aşkın süreye yayılan yargı sürecinin sonunda Brooklyn’deki mahkemenin jürisi, 4 Kasım 2022 tarihinde Barrack’ın beraatine karar vermiştir. Barrack, Trump’ın 2024 seçim kampanyasında ön planda görünmemiştir.

Barrack’ın Erdoğan’a güven mektubunu sunduktan 20 gün sonra Anıtkabir’e gitmesi tartışma yaratmıştı.

 

Hem Türkiye hem Suriye olunca...

Trump, başkan seçildikten sonra 11 Aralık tarihinde Barrack’ı Ankara Büyükelçiliği’ne aday göstermiştir. Trump’ın ilk başkanlığı döneminde Meksika Büyükelçiliği önerisini geri çeviren Barrack bu kez görevlendirmeyi kabul etmiştir.

Daha ilginci, Barrack’ın mayıs ayı başında Ankara’ya gelip 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güven mektubunu sunmasından kısa bir süre sonra, Trump 23 Mayıs’ta kendisini aynı zamanda “Suriye Özel Temsilcisi” olarak görevlendirdiğini açıklamıştır.

Bu durumda hem Türkiye ile ABD arasında yıllardır birikmiş kronik sorunların baskısı altındaki ikili ilişkileri düzlüğe çıkarmak, hem de ABD’nin Suriye’nin yeni lideri Ahmet El Şara ile ilişkilerini yürütmek, bu ülkenin iç savaş sonrasında ayağa kaldırılmasına destek vermek görevlerini aynı anda yürütmek durumundadır.
Üstelik, Körfez ülkelerindeki yakın bağlantılarını korumakta oluşu, bu iki görevine bir de Körfez boyutunun katılacağını gösteriyor. Körfez ülkelerinin de Suriye’deki yeni yönetime Türkiye gibi açık destek vermekte oluşu, geniş bir Türkiye-Körfez-ABD ittifakını Şara yönetiminin arkasına yerleştiriyor.

Barrack’ın, Körfez’de bütün kapıların kendisine açılan bir isim olması ve Trump’la yakınlığı Ankara’daki büyükelçilik görevini sürdürürken kendisinin Beyaz Saray’ın Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkelerle ilişkilerinde rol oynayabileceğine işaret ediyor. Zaten Suriye konusunda bu ülkelerle doğrudan diyalog içindedir.

Bir başka deyişle, kendisi Ankara’da görev yapsa da başında pek çok şapkası bulunacaktır Barrack’ın.
Sonuçta bütün bu faktörler yan yana geldiğinde, ABD’nin bakışında Türkiye’nin Ortadoğu bağlamındaki konumunun, öneminin görece daha çok ön plana çıkması şaşırtıcı olmayacaktır.

Zaten görevine resmen başlamasından sonraki bir buçuk aylık programına bakıldığında, sıkça Suriye ve diğer Arap ülkelerine gittiğini, bunun sonucu mesaisinin ciddi bir şekilde bölündüğünü söylemek mümkündür. Örneğin bu süre içinde Ahmet El Şara ile hem İstanbul’da hem Şam’da iki kez görüşmüştür.
Bu arada iki kez Suudi Arabistan’a gidip Suudi Dışişleri Bakanı Faysal Bin Farhan ile de görüşmüştür. Amman’da bir araya geldiği Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi de görüştüğü isimler arasındadır. Tabii 4 Haziran’da Kudüs’e giderek İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile de buluştuğunu bu temas trafiğine eklemeyi unutmayalım. PKK uzantısı Suriye Demokratik Güçleri’nın Komutanı Mazlum Abdi ile telefonda konuşmuştur.

Bu dökümde çok özel yer tutan biri daha var: Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Aoun... Yusuf Abdullah’ın 1900’lü yılların başında Amerika’ya gitmek üzere ayrıldığı ülkeye, torunu ABD Başkanı’nın Suriye Temsilcisi olarak ayak basmıştır.

ABD politikasına etki marjı yüksek

Görüleceği üzere, Suriye’ye komşu olan ya da bu ülkedeki denklemde faktör olan bütün ülkeler de ABD Başkanı’nın Suriye Özel Temsilcisi rolü çerçevesinde Barrack’ın görev alanına giriyor. Barrack’ın bir ayağı Türkiye’de, diğer ayağı Ortadoğu’nun muhtelif başkentlerinde.

Bu tablo kaçınılmaz olarak şu soruyu da gündeme getiriyor: Dikkati bu ölçüde başka meselelere de dağılan bir büyükelçi Türkiye’deki görevine ne kadar odaklanabilecektir?

Bu durumun eksilerinin yanı sıra Barrack faktörünün Ankara’daki karar vericiler açısından şöyle bir artısı görülebilir. Her halükarda Trump’a yakınlığı, Ankara’ya kendisi üzerinden ABD politikasına etki edebilme kapısı aralamaktadır.

Bu açıdan Trump döneminde Ankara’da Beyaz Saray’a doğrudan erişimi olmayan bir kariyer büyükelçiye kıyasla, Barrack çok daha geniş bir etki icra edebilir. Örneğin, Ankara’nın Suriye dosyasında ABD tarafını kendi beklentileri, hassasiyetleri yönünde ikna etme imkanını artırabilir.

Erdoğan’dan sıcak mesajlar

Barrack’ın önümüzdeki dönemde Başkan Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki iletişimde önemli bir köprü rolü oynayacağı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs’ta kendisini Beştepe’de kabul ettiğinde, güven mektubunu kabul faslından sonraki görüşme sırasında yanında oturduğu Barrack’ın elinden tutarak, kendisine özel bir önem verdiğini hissettirdi.

Keza, Erdoğan geçen hafta Hollanda’daki NATO zirvesinden dönerken uçakta gazetecilere yaptığı bir açıklamada “Dostum Trump’la Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısını aralıyoruz. Şunu çok açık, net söylemem lazım. Trump’la bizim aramızda telefon diplomasisindeki süreç, bugüne kadar 24 saati geçmemiştir. Aradık mı, 24 saat içerisinde karşı taraf hemen döner” dedikten sonra eklemişti:
“Zaten sağ olsun ABD’nin Türkiye’deki yeni büyükelçisi bu konularda çok hassas...”

Barrack, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güven mektubunu 14 Mayıs’ta sundu.

 

Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri Barrack’ın şimdiden Erdoğan ile Trump arasında kritik bir kanal konumu kazandığını gösteriyor. Türkiye-ABD ilişkilerinin işleyişinde ağırlık ekseni ilk dönemde olduğu gibi bir kez daha iki lider arasındaki diyaloga kayarken, Barrack da bu hatta şimdiden kilit bir rol üstleniyor. 

“Soft Islam” nitelemesi

Tom Barrack’ın açıklamalarında dikkat çeken bir ifade Türkiye için “Soft Islam” yani ”Yumuşak İslam” nitelemesini yapması. ABD Büyükelçisi, 2 Haziran’daki NTV mülakatında Türk halkının ne kadar çalışkan olduğunu anlatıyor, ardından “Yumuşak İslam’ın laiklikle buluşması açısından örnek oluşturan bir nüfus var. Ancak iç politika konularına girecek değilim” diye konuşuyor. Geçmişte ABD’li yetkililerin söyleminde Türkiye için “Ilımlı İslam” (Moderate Islam) kavramı uzun bir süre kullanılmıştı. Barrack’ın ise “Soft Islam” demeyi tercih ettiği anlaşılıyor.

Anıtkabir’e geç gitmesi tartışma yarattı

Thomas Barrack her vesileyle köklerinin uzandığı coğrafyada görev yapacak olmaktan duyduğu mutluluğu vurguluyor. Bu arada Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş yapıyor. Atatürk’ün mozolesine çelenk koyduktan sonra Misak-ı Milli Kulesi’nde Anıtkabir Özel Defteri’ne yazdığı metni “Cumhuriyetinizin uzaktaki evlatlarından biri, Thomas Barrack” diye imzalamış.

Burada kullandığı İngilizce “remote son” ifadesi, ABD Büyükelçiliği’nin Instagram hesabında “Cumhuriyetinizin başka memleketteki oğullarından biri” şeklinde çevrilmiş.

Metinde şöyle yazmış Barrack:

“Yüzyıllar boyunca nice büyük adamın hayalleri, birer vizyonun ötesine geçememiştir. Ancak kader bizlere sizi getirerek, koca bir ülkenin kucakladığı bir hayali gerçekleştirmiştir.”

Kendisini “Cumhuriyet’in uzaktaki bir evladı” olarak tanımlamakla birlikte, “Cumhuriyet’in Kurucusu”nun naaşının bulunduğu tarihi mekana ziyaretinin gecikmesi, kendisini Ankara’da biraz sıkıntıya sokmuştur. Çünkü güven mektubunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a 14 Mayıs’ta sunmasına karşılık, Anıtkabir ziyaretini tam 20 gün sonra 3 Haziran’da yapmıştır. Arada birkaç kez İstanbul’a uğramış, Başkan Trump’ın ‘Suriye Özel Temsilcisi’ olarak Suriye’ye, ayrıca Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’e de gitmiştir.
Yerleşik teamül, büyükelçilerin güven mektubunu sunduktan hemen sonra Anıtkabir ziyaretini gerçekleştirmeleridir. Buradaki gecikme alışılageldik bir durum değildir ve Ankara’da tartışma yaratmıştır.

Barrack’ın selefi Jeff Flake bu şekilde davranmamıştı. Flake, Başkan Biden tarafından atanıp Ankara’ya geldikten sonra 26 Ocak 2022 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güven mektubunu sunmuş, hemen ertesi günü 27 Ocak’ta da Anıtkabir’i ziyaret etmişti.

Emevi halifesinden kılıç, kırbaç ve diyaloglu alıntı

Aşağıdaki sözler Barrack’ın 13 Haziran tarihli ‘X’ platformundaki mesajında İngilizce orijinaliyle yer aldı:
“Kırbaç yeterliyse, kılıcı çekmem. Dilim yeterliyse kırbaca da el atmam. İnsanlarımla aramda tek bir bağ ipliği dahi varsa, kopmasına izin vermem. Emevi Halifesi”

Barrack hemen ardından “Gerilim anında bile, barışı örmek için bir diyalog anı vardır” diyerek, söz konusu alıntıyla diyaloğun önemini vurgulamak istediğini söylüyor.

Barrack’ın bu paylaşımı İsrail’in İran’a hava saldırısını başlattığı güne denk geliyordu.

İlginçtir ki, Barrack’ın ifadesi 1 Nisan tarihinde ABD Kongresi’nde düzenlenen onay oturumuna sunduğu ve tutanaklara geçirilen takdim konuşmasında da aynen yer almıştı; bir cümle fazlasıyla. O cümlede de “Eğer o (ipliği) çekerse ben gevşetirim. O gevşetirse, ben çekerim” diyordu.

Barrack, Kongre tutanaklarındaki bu ifadesinin hemen girişinde, bu “mantra”nın Ankara’ya gittiği takdirde görevi sırasında kendisinin “yol gösterici ilkesi” olacağını belirtiyor.

Sevr ile Lozan’ı birlikte anınca

Büyükelçi Barrack’ın muhtemelen en çok tartışılmaya aday ifadelerinden biri 2 Haziran tarihinde NTV’den Deniz Kilislioğlu’na verdiği mülakatta Lozan ve Sevr antlaşmalarını birlikte telaffuz etmesi sırasında ortaya çıktı.

Barrack mülakatta Osmanlı’nın Ortadoğu coğrafyasındaki topraklarını bölen 1916 tarihli İngiliz-Fransız Sykes-Picot mutabakatından söz ederken şöyle dedi:

“Millet sistemi, Osmanlı İmparatorluğu’nda işlemişti kabileler ve dinler açısından... Onların çevresinde yapay sınırlar çizemezsiniz. Ve Sykes-Picot işte bunu yaptı. Bu da başka bir dizi soruna yol açtı; Kürtleri ilgilendirecek şekilde Sevr Antlaşması ve Lozan Antlaşması’ndaki sorunlar dahil... Batı, aynı toprak parçasını üç ayrı kez herkese söz vermişti.”

Barrack’ın bu açıklamasında Sevr ve Lozan antlaşmalarını birlikte telaffuz etmesi problemli görünüyor. Bunlardan birincisi olan Sevr, I. Dünya Savaşı’nın galiplerinin Osmanlı’ya imzalattıkları, Anadolu ve Rumeli topraklarını parçalayan bir antlaşma. Lozan ise Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Sevr Antlaşması’nı yok etmesinden sonra bu topraklar üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası alanda hukuk zemininde tescil eden tarihi belgedir. Bu konuda şimdiden dillendirilmeye başlayan eleştiriler büyükelçinin başını ağrıtmaya aday görünüyor.