20 Nisan 2024, Cumartesi
Haber Giriş: 15.10.2021 04:30 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:17

Bond’u değiştiren Bond

Daniel Craig’li filmler öncekilerden daha olgun ve sağlam kurulmuştu ama No Time To Die Bond külliyatını tümden değiştirdi
Bond’u değiştiren Bond
Burak Göral
Casino Royale’den başlayıp No Time to Die ile biten beş filmlik bu özel ‘James Bond evreni’ Bond’un kadınlara karşı olan güvensizliğini ve bazen de acımasızlığını, yaratıcısı Ian Fleming’in orijinal romanındaki nedene sıkı sıkıya bağladı. Sadece bu beş filmin değil, külliyatın en iyilerinden biri sayılan Casino Royale’de zaten biraz yüksek egolu bir adam olan Bond, âşık olduğu Vesper Lynd’den büyük bir kazık yemiş ve böylece kadın cinsine duyduğu güven derinden sarsılmıştı. Casino Royale kitabının finalinde bir meslektaşı hastane yatağındaki Bond’a şunu söyler: “Çevreni insanlar kuşatsın sevgili James. Onlar uğruna savaşmak, ilkeler için savaşmaktan daha kolaydır. Ama kendin ‘insan’ olup da beni hayal kırıklığına uğratma sakın. Yoksa muhteşem bir makineyi yitirmiş oluruz!” Daniel Craig’den önceki Bond filmlerinde Bond her zaman erkeklerin ajan fantezilerinin en sevilen temsilcilerinden biri olmuş, karşısına çıkan her kadını kazanmış, defalarca dünyayı kurtarmış, tehlikelerden hep kendinden emin bir şekilde kurtulmuştur. Ümitsizliği, aşk acısını, endişeyi pek tatmamıştır ya da meslektaşının da belirttiği gibi bir çeşit ‘makine’ olarak kariyerini devam ettirmiştir.

Bu kez ‘Bond kızı’ yok

Daniel Craig, Bond aktörlerinin içinde kesinlikle en şanslı olanı. Çünkü diğerlerine çizilen sınırlı karakterden öteye geçerek onun bazı insani ikilemler yaşamasına izin verdiler. Hareket alanını genişlettiler: Tarihin en ünlü erkek ikonlarından birini sadece aksiyon kahramanı olarak değil insan olarak da irdeleyen, hatta feminist dokunuşlar dahi barındıran ‘yeni nesil’ Bond filmlerinin öznesi olmasını sağladılar. En önemlisi, bu ikonik karakterin beş film boyunca sağlam bir dramatik yapıyla kurulan yolculuğunu tamamlamasına da imkan tanıdılar. Bu beş filmde de hiçbir karakter hafıza kaybına uğramış gibi davranmadı, önceki filmlerde yaşanan bütün olaylar ve bıraktıkları etkiler yerli yerinde durdu. No Time to Die’ın da jenerik öncesinde büyük bir aksiyon yerine, içinde Bond’un olmadığı, karlar içindeki Norveç’te geçen etkileyici bir flashback sahnesi karşılıyor seyirciyi. Sonrasında bu farklı başlangıç yine farklı bir adımla devam ediyor. James Bond, Vesper’dan sonra ilk kez âşık olduğu kadın olan Madeleine (Léa Seydoux) ile romantik bir tatil geçirirken yaşanan bir suikast yine güven krizi başlatıyor. İlk kez bir Bond ‘Bond kızı’ diye tanımlanan kadınlarla değil, ona ‘eşlik eden’ kadın karakterlerle cinsellik barındırmayan ilişkiler kuruyor. Üstelik bunlardan biri teşkilatta onun yerine geçen, yine 007 kodlu, farklı ırktan güçlü bir kadın. Diğeri de Küba asıllı genç bir ajan olan Paloma. Bond ikisine de küçük cinsel imalarda bulunsa da dengeli ve asla tacizkâr olmayan bakış açısı kendisini hissettiriyor. Cary Joji Fukunaga’nın yönettiği No Time to Die aksiyon sineması açısından da oldukça doyurucu bir film. Özellikle de küçük bir İtalyan kasabasının daracık yollarında çekilmiş araba takip sahnesi Bond külliyatının en şık aksiyon sahnelerinden biri olarak anılacaktır. Ve bakalım bunu nasıl Bond filmleri takip edecek.