20 Nisan 2024, Cumartesi
Haber Giriş: 19.02.2021 06:00 | Son Güncelleme: 31.01.2024 09:22

Mario Levi: Biz muhabbet medeniyetini kaybettik

Mario Levi, İstanbul’u anlattığı serinin yeni kitabı O Pazartesi Eminönü’yü hazırlarken gerçeği en açık haliyle gördüğünü söylüyor: “O çokkültürlü günlerindeki herkes bir yerlere gitmiş”
Mario Levi: Biz muhabbet medeniyetini kaybettik

Genelde İstanbul’la ilgili sanatsal üretim yapanlar için “İstanbul aşığı” tanımı yaparız. Bu tanıma en uygun isimlerden biri de şüphesiz Mario Levi’dir. Aile tarihinin son 500 yılının kökleri bu şehirde olan Levi’yi İstanbul emekçisi olarak da görebiliriz:  Edebiyatında eski İstanbul’u daima yaşayan ve okuruna da yaşattıran Levi, semt semt dolaşmaya devam edip Gördüklerimiz Göremediklerimiz serisinin üçüncü durağı Eminönü’ne çağırıyor bizi bu kez. Mario Levi ile O Pazartesi Eminönü (Everest Yayınları) romanı ve İstanbul hakkında konuştuk. 

Hikaye olarak başladı

Bir Cuma Rüzgârı Kadıköy, Bu Salı ve Her Salı Şişli ve şimdi de O Pazartesi Eminönü... Önce bu Gördüklerimiz Göremediklerimiz İstanbul serisinden bahsedelim, neydi çıkış noktanız?  Bu kitapların köklerinde Gazete Kadıköy’de beş yıl içinde kaleme aldığım hikâye denemeleri var. Bu semte yakıştırabileceğim insanlar üzerine portreler yazmayı düşünerek yola çıktım. Hepsi hayaliydi ama bir o kadar da gerçekti. Bakıp da gördüklerimin bıraktığı izlerden çıkmalıydılar çünkü. Gördüklerimiz Göremediklerimiz üst başlığı da bu inançtan doğdu. Çünkü her gördüğümde mutlaka bir de göremediğim olabileceği duygusundan kurtulamadım. Önce hikâye kitapları yazmayı hayal etmiştim. Ama daha ilk kitabım, bana kendisini bir roman olarak dayattı. Bu izi sürmekten başka çarem yoktu. 

"Ortadoğu kasabası gibi"

Levi’nin<br />serisi Beyoğlu’nda<br />bir pazar gününü<br />anlatan dördüncü kitapla<br />devam<br />edecek. Ardından Suriçi’ni, Adalar’ı ve Boğaz<br />kıyılarını yazacak
Levi’nin
serisi Beyoğlu’nda
bir pazar gününü
anlatan dördüncü kitapla
devam
edecek. Ardından Suriçi’ni, Adalar’ı ve Boğaz
kıyılarını yazacak

Peki nedir sizce İstanbul’da göremediklerimiz? Hızla geçirdiğimiz günlerimizde hayatımıza her an renk katabilecek birçok ayrıntıyı kaçırıyoruz. Bu ayrıntılar çevremizdeki birçok insanı görmemizi de engelliyor. Çok yaşlı bir kadın bir akşam vakti bir balıkçı tezgahının önünde neden uzun uzun durur? Bir kafede garsonluk yapan genç kızın dövmelerinin arkasında hangi duygular vardır? Genç bir adam bir çocuk parkının banklarında tuttuğu takımın formasıyla neden oturur? Böyle işte... Eminönü sizin aile hayatınızda önemli bir yer kaplıyor, kitapta da görüyoruz. O yıllardan bugüne Eminönü’nün değişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?  Eğitim seviyesinin hızla değiştiğini ve o çokkültürlü halini çoktan kaybettiğini düşünüyorum. Herkes bir yerlere gitmiş, dağılmış sanki. Gerçeği en açık ve acımasız haliyle bu kitap için fotoğraf çekmeye gittiğimde gördüm. Üstüne adeta ölü toprağı serilmiş bir Ortadoğu kasabası...    Sanıyorum esnaf ve turist profilinin değişimi de etkili… Öyle... Ne konuşacağız ki... Bir muhabbet medeniyetini kaybettik...

"Bu işte ustalık yok"

16’ncı kitabınız oldu, birkaç yıl önce konuştuğumuzda her yeni kitabın başına oturduğunuzdaki acemilikten bahsetmiştiniz, bu devam ediyor mu?  Evet tüm yazdıklarıma rağmen o özgüven sorunumdan hiç kurtulamadım. Bir şeyleri eksik yaptığıma inandım hep. Başka yazı yolcularının neden bazen o sevimsiz kibirlerine kapıldıklarını da bu yüzden anlayamıyorum. Yazmak bir keşif yolculuğu. Ustalık yok ve siz hep kendi çırağınızsınız.

"İstanbul bence bir istilaya uğradı"

Aileniz neredeyse 500 yıldır İstanbul’da. Yoğun göç, kentsel ve kültürel değişime tanık oldukça öfkeleniyor, sizin olan bir şeylerin alındığını düşünüyor musunuz?  Elbette düşünüyorum. Hem onca kitabı birçok uykusuzluğu göze alarak neden yazdım sanıyorsunuz? Sadece kırgın değil, aynı zamanda öfkeliyim de... Benim İstanbul’um artık gidenlerin ülkesi. Şehrin bir istilaya uğradığı kanaatindeyim. Buna neyin istilası derseniz deyin artık. ‘Kimin’ değil, ‘neyin’ diyorum, dikkat edin. Ekonomik ve teknolojik açıdan, çocukluk yıllarımdakine oranla çok daha gelişmiş bir şehirde yaşıyorum da, bana ne? Masumiyeti nereye koyacaksınız? Ya maneviyatın ayaklar altına alınmasını? Liyakatsizliğin layık olmaya galebe çalmasını? Sıradanlığın, hatta kaba gücün yüceltilmesini?  Tek cümlede İstanbul’unuzu anlatsanız...   Denize gidin. Şehrin içinden geçen denize. Artık çakıl taşları veya kırık deniz kabukları toplayamayacaksınız. Ama bu su yolundan tarihin akışında birçok geminin nasıl geçtiğini hayal edebilirsiniz.