15 Kasım 2025, Cumartesi
Haber Giriş: 04.11.2025 07:25 | Son Güncelleme: 04.11.2025 07:28

8. Henry: Boşanabilmek için tarihi değiştiren bir kral

Anglikan Kilisesi’nin Roma’dan ayrılışı, aslında Kral 8. Henry’nin kişisel arzularının ve siyasi hırslarının bir sonucuydu
8. Henry: Boşanabilmek için tarihi değiştiren bir kral
A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa 14. Leo ile İngiltere Kralı 3. Charles 23 Ekim'de Vatikan'da bir araya gelerek, Sistine Şapeli'nde birlikte dua etti. Tarihi buluşma, İngiltere Kralı 8. Henry'nin 1534'te Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmasından bu yana, yaklaşık 500 yıl sonra İngiliz monarşisi ile Katolik Kilisesi arasındaki ilk ortak ibadet oldu. 1534'te Kral 8. Henry, 16'ncı yüzyılda Anglikan Kilisesini Katolik Kilisesi'nden ayırmaya karar vermişti. Bu ayrılık Avrupa tarihindeki en dramatik dini ve siyasi dönüşümlerden birinin sembolü haline geldi.

BBC,  Kral 8. Henry'nin yaşam öyküsünü ve boşanabilmek için attığı adımların yarattığı siyasi gerilimleri kaleme aldı. Söz konusu yazı özetle şöyle: 

Genç tutkulu bir kral

1509’da tahta çıktığında Henry’den büyük beklentiler vardı. Yaklaşık 1.83 boyunda, iyi bir sporcu, avcı ve dansçı olarak tanınıyordu. Genç yaşına rağmen enerjik, karizmatik ve kendinden emin bir figürdü. Halk, ondan hem güçlü bir lider hem de refah getiren bir kral olmasını umuyordu.

Tahta çıktıktan kısa süre sonra, ağabeyi Arthur’un dul eşi Aragonlu Catherine ile evlenerek İngiltere ile İspanya arasındaki ittifakı pekiştirdi. Bu sıra dışı evlilik için Papa 2. Julius’un özel iznini aldı ve kısa sürede Papalık nezdinde saygın bir konuma geldi. Ancak görkemli düğün ve saray törenleri, sınırlı kraliyet hazinesini hızla tüketti.

Genç kralın asıl tehlikeli tutkusu ise Avrupa’daki güç mücadelelerine katılma arzusuydu. Fransa ile İspanya arasındaki rekabetin kızıştığı dönemde Henry, Papa’ya olan bağlılığını öne sürerek 1512’de kayınpederi Aragonlu 2. Ferdinand’ın yanında Fransa’ya karşı savaşa girdi.

Bu dönemde, yükselen bir siyasetçi olan Kardinal Thomas Wolsey sahneye çıktı. Henry’nin Fransa seferini başarıyla organize eden Wolsey, kısa sürede kralın en güvenilir danışmanı haline geldi. 1515’te hem York Başpiskoposu hem de İngiltere’nin fiili başbakanı oldu. Devlet işlerinin çoğu artık onun elindeydi.

Her ne kadar dışarıdan bakıldığında Wolsey İngiltere’nin gerçek yöneticisi gibi görünse de, Henry son sözü söyleyenin kendisi olduğunun farkındaydı. Wolsey’nin hırsı öyle büyüktü ki, Papalık makamına talip olmayı bile düşündü. Ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve Avrupa siyasetindeki gerçek dengeler karşısında hayal olarak kaldı.

Wolsey’nin mali ve idari politikaları zamanla halk arasında hoşnutsuzluk yarattı. Yoksullar vergilerden şikâyet ederken, soylular da onun gücünü tehdit olarak görmeye başladı. 1523’te Parlamento’yu istemeyerek toplamak zorunda kaldı, fakat onaylanan vergiler kralın savaş projelerini finanse etmeye yetmedi. Ertesi yıl olağanüstü vergi talebi halkın direnişiyle karşılaşınca Henry geri adım atmak zorunda kaldı.

"İnancın savunucusu"

1520’lerin sonuna gelindiğinde, dış politikada elde edilen kazanımlar sönmüş, içerideki reform girişimleri de sonuçsuz kalmıştı. Wolsey’nin imzasını taşıyan devlet politikaları aslında Henry’nin iradesini yansıtıyordu, ancak başarı eksikliği her ikisini de yıprattı.

Yine de Henry, bu yıllarda kendisini “inancın koruyucusu” olarak tanıttı. 1521’de Martin Luther’in fikirlerine karşı yazdığı risale ona Papa tarafından “İnancın Savunucusu” unvanını kazandırdı.

Ne var ki otuzlu yaşlarına geldiğinde, kişisel hayatındaki krizler Henry’nin geleceğini belirleyecekti. Aragonlu Catherine’le evliliği yirmi yılı aşmasına rağmen erkek bir varis doğuramamıştı. Catherine’in hamilelikleri ya düşükle ya da ölü doğumla sonuçlanmış, yalnızca bir kız çocuğu, geleceğin Kraliçesi olacak olan Mary 1516’da hayatta kalmıştı.

O dönemde bir kadının tahta çıkması, ülkeyi siyasi istikrarsızlığa sürükleyecek bir tehlike olarak görülüyordu. Henry bu başarısızlığın sorumluluğunu kendinde aramadı; suçu karısına yükledi. İşte bu nokta, hem kişisel hayatının hem de Avrupa’nın dini düzeninin kökten değişeceği sürecin başlangıcı olacaktı.

Erkek varis isteği Henry’yi hem özel hayatında hem siyaset sahnesinde radikal adımlar atmaya itti.

Catherine’den boşanmak ve saray nedimesi Anne Boleyn’le evlenmek isteyen Henry, Papa 7. Clement’ten evliliğini feshetmesini talep etti. Ancak Papa, Avrupa’nın en güçlü hükümdarı olan Kutsal Roma İmparatoru 5. Charles’ı karşısına almamak için bu isteği reddetti. Henry’nin boşanma krizini yasal yollarla çözme girişimleri daha ilk adımda çıkmaza girdi. Evliliğini feshettirebilmek onun için yalnızca kişisel bir mesele değil, iktidarını sürdürebilmesinin de koşuluydu. Bu nedenle çareyi ülke içinde aradı ve davanın İngiltere mahkemelerinde görülmesini sağladı.

Ancak Roma’dan gönderilen Kardinal Lorenzo Campeggio, 1529’da Papalık emriyle süreci durdurdu ve Henry’nin umutlarını boşa çıkardı. Bu karar, İngiltere ile Vatikan arasında yüzyıllardır süren bağın kopmasına yol açacak bir süreci tetikledi. 

Henry artık isteklerini gerçekleştiremeyen danışmanlarla çevriliydi. Ne istediğini çok iyi biliyor, fakat bunu nasıl başaracağını bulamıyordu. Yaklaşık üç yıl boyunca İngiltere’de siyasi bir belirsizlik hâkim oldu.
Kral, bir yandan Roma’nın davayı ülke içinde yargılamasına izin vereceği umudunu koruyor, diğer yandan Papalık’tan tamamen kopma fikrine giderek daha fazla yakınlaşıyordu. Ancak bu kopuşun nasıl gerçekleştirileceğini ne kendisi ne de çevresindekiler biliyordu. Çünkü böylesi bir adım, gerçek anlamda bir devrim gerektiriyordu.

Bu devrimin mimarı ise Thomas Cromwell oldu. 1532’de Kral Konseyi’nin kontrolünü ele geçiren Cromwell, sekiz yıl boyunca Henry’nin en etkili danışmanı olarak görev yaptı. Onun planı, İngiltere Kilisesi’ni Roma’dan ayırmak ve “Tanrı’nın yeryüzündeki vekili” olarak kralı doğrudan dini otorite haline getirmekti.

Ocak 1533’te Henry, Anne Boleyn ile evlendi. Aynı yılın Mayıs ayında, yeni Başpiskopos Thomas Cranmer, Henry’nin ilk eşi Catherine ile evliliğini resmen feshetti. Eylül ayında ise Anne Boleyn’den kızı Elizabeth dünyaya geldi.

Papa 7. Clement bu gelişmelere öfkeyle karşılık verdi ve Henry’yi aforoz etti. Ancak İngiltere artık kararını vermişti: Roma’ya geri dönüş yoktu.

Kiliselerin ayrılması

Bir yıl sonra, 1534’te kabul edilen yasa ile Henry, “İngiltere Kilisesi’nin Yüce Başı” ilan edildi. Böylece Vatikan’dan tamamen bağımsız Anglikan Kilisesi resmen doğdu. Bu ayrılık yalnızca dini bir kopuş değil, aynı zamanda ülkenin güç dengesini kökten değiştiren siyasi bir devrimdi.

Henry, Katolik manastırlarının tüm mülklerine el koyarak Avrupa’nın en zengin hükümdarlarından biri haline geldi. Bu servet, hem kraliyet hazinesini güçlendirdi hem de İngiltere’de Protestanlığın yükselmesine zemin hazırladı.

Henry, Papalık otoritesini reddetse de Katolik inancının temel doktrinlerinden tamamen vazgeçmedi. “Ekmek ve şarabın Mesih’in bedeni ve kanına dönüşmesi” inancını ve rahiplerin bekârlık kuralını korudu. Ancak kilisenin dünyevi işlerdeki gücüne karşı daha liberal bir yaklaşım benimsedi. İnsanların, rahiplerin aracılığı olmadan da Tanrı’ya ulaşabileceğine inandı.

“İlahiyatçı bir kral”

Hayatının sonuna kadar kendisini “ilahiyatçı bir kral” olarak gördü; dinin özüne dair tartışmalara ilgi duydu ve kendi inancını Tanrı ile doğrudan ilişki kurma üzerine inşa etti. Böylece 8. Henry, yalnızca İngiltere’nin değil, Avrupa’nın dini düzenini kalıcı biçimde değiştiren bir dönüm noktasının baş aktörü haline geldi.

1530'larda 8. Henry'nin gücü, Thomas Cromwell'in reformları sayesinde, özellikle de 1536-1540 arasında Katolik manastırlarına el konulması ve servetlerinin kraliyet hazinesine aktarılmasından sonra görülmemiş seviyelere ulaştı. Ancak bu güç artışına krala yakın olanları bile etkileyen bir baskı dalgası eşlik etti.

Aralarında eski dostu ve düşünür Thomas More’un da bulunduğu onlarca kişi, krala karşı çıktıkları için idam edildi. Henry’nin kana susamış, paranoyak ve baskıcı bir hükümdara dönüşmesi, kendi efsanesinin de karanlık yüzünü yazdı.

Aşkı uğruna başlattığı kopuş, sonunda onu yalnız bıraktı. Anne Boleyn’i zina suçlamasıyla idam ettirdi, ardından evlendiği Jane Seymour ona beklediği erkek varisi Edward’ı doğurduktan kısa süre sonra öldü. Daha sonraki evlilikleri başarısızlık, ihanet ve trajediyle sonuçlandı.

Siyasi ittifak arayışı

Henry daha sonra, Thomas Cromwell'in Fransa ve Kutsal Roma İmparatorluğu'na karşı bir kuzey Avrupa cephesi oluşturmak için tasarladığı bir hamleyle, Cleves Dükü'nün kız kardeşi Clevesli Anne ile evlendi ve siyasi bir ittifak arayışına girdi. Bu evlilik, siyasi bir hesaplamayla yapılmış olsa da daha ilk görüşmede büyük bir hayal kırıklığına dönüştü. Henry, yeni eşinden derin bir tiksinti duydu ve hemen boşanmak istedi. Boşanma kısa sürede gerçekleşti, ancak bu başarısız evlilik Cromwell’in sonunu hazırladı. Muhalifleri fırsatı değerlendirdi ve kralı ona karşı kışkırttı. Temmuz 1540’ta Cromwell, ihanetten suçlanarak idam edildi.

Bu dönemden sonra Henry giderek daha şüpheci, öfkeli ve dengesiz bir hükümdara dönüştü. Gücün hâlâ tamamen kendi elinde olduğuna inanıyordu, ancak aslında çevresindekilerin etkisine ve manipülasyonlarına açık hale gelmişti. Aşırı kilosu, kronik ağrıları ve ruhsal çöküntüsü onu fiziksel ve zihinsel olarak zayıflattı. Artık kolay sinirlenen, karamsar ve paranoyak bir kraldı.

Yalnızlık içinde karanlık bir dönem

1540 ile 1542 yılları arasında 20 yaşındaki Catherine Howard ile evli kaldı. Ancak genç kraliçenin evlilikten sonra bile süren ilişkileri ortaya çıkınca, Henry’nin öfkesi sınır tanımadı. Catherine ihanetten suçlu bulundu ve giyotinle idam edildi. Bu olay Henry’yi derinden sarstı; öfke, pişmanlık ve yalnızlık içinde karanlık bir döneme girdi.

Yaşamının son yıllarında ise yanına sakin ve sağduyulu bir eş olan Catherine Parr’ı aldı. Parr, hem onu duygusal olarak dengeleyen hem de son döneminde bakımını üstlenen tek kişiydi. Henry, ömrünün kalan yıllarını ağır hastalık, yalnızlık ve geçmişin gölgesinde geçirdi.

Kaynak: Gazete Oksijen