20 Nisan 2024, Cumartesi
Haber Giriş: 02.04.2021 06:00 | Son Güncelleme: 17.04.2023 15:46

Boğaziçi “özgürlük” demektir

Boğaziçi Üniversitesi'ne Melih Bulu’nun rektör atanmasının ardından başlayan tepki dinmedi. Hem öğrenciler hem öğretim üyeleri protestolarını sürdürüyor. Üniversitenin efsanevi hocası Oya Başak, Boğaziçi geleneğinin ne olduğunu Oksijen’e anlattı
Boğaziçi “özgürlük” demektir

Boğaziçi Üniversitesi’nin temelini atan efsanevi hocalarından olan ve İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 22 yıl yöneten Emeritus Prof. Dr. Oya Başak geçmişi özlemle anıyor, yarınlar konusunda ise karamsar. Boğaziçili akademisyenlerin, yeni rektör Melih Bulu’ya yönelik eylemlerinde de yerini alan Başak, Boğaziçi’deki iklimin büyük çabalarla oluşturulduğunu anlatıyor. Kadroya alınacak yeni bir hocayı referanslarına bakmadan asla kabul etmediklerini söyleyen Başak “Çok ince eleyip sık dokurduk ve öyle seçerdik” diyor. 1968’de geldiniz, Boğaziçi’nin temellerini atan kişilerdensiniz. Neydi temel prensibiniz? Dünya çapında bir üniversitenin bütün özelliklerini taşımak. Zaten Robert Kolej, yüksek okulken de ABD’nin en iyi modelleri üzerine yerleştirilmişti. Yani nitelikli hoca, nitelikli eğitim ve üstün başarılı öğrenci. Ve sorumluluk ve özgürlük. Bu ikisi birbirine çok bağlı. Özgürlüksüz sorumluluk, sorumluluksuz özgürlük yoktur. Bunu Descartes’a kadar geri götürebiliriz. Ve biz öğrenmeyi öğrettik. Okul ruhunu belirleyen esas nedir? Dünya standartlarına uymaya çalışmak, ona uygun insan yetiştirmek. Yüksek kriter ve standartlar. Bunun sonucu olarak vefa, empati, insan sevebilmek, başkalarıyla beraber yaşayabilmek, beraber hareket etek, haksız olduğunda bunu bilmek gibi özellikler kazandırıyoruz. Nasıl bir eğitim anlayışıyla? Müthiş çok yönlü, çokkültürlü ve dengeli bir eğitim verdik. 1982’de YÖK’ün gelmesine rağmen de büyük çabalarla devam ettirdik. Seçmeli dersimiz çok vardır. Beşeri bilimlerdeki öğrenci fen dersi alır, mühendislik öğrencileri sosyal ders alır. Ders vermeden, referanslarına bakmadan asla hoca kabul etmezdik. Çok ince eleyip sık dokurduk. Baştan itibaren bölümler idarecilerini seçti, hepimiz dekanı seçtik, bütün senato rektörü seçti. YÖK’e altı aday gönderilirdi eskiden ama hepsini tanırdık, içimizdendi. Yıllardır beraber çalışmış olurduk. Bizim kültürümüzdendi. ‘Elit’ eleştirisi burada başlıyor galiba. Nefret ediyorum o lafın kullanılış biçiminden ve bu imajdan. Keşke gerçek elit tanımına uyanlar idare etse. Elit nedir? Bilgisi zengin, etrafla ve hayatla ilişkisi olan, ufku açık, sanatı ve tarihi bilen insan. Bence hepimiz elit olmaya mecburuz. Benim için elit insan, bir anlamda ‘iyi insan’dır. Çünkü iyi insan olmak için o birikim, o anlayış, o ufuk genişliği şart. İyi insan vefa sahibi insandır. Vefayı nereden öğrenir insan? Tecrübelerinden ve ilişkilerinden. Ve bizim üniversitede hakikaten enfes ilişkiler vardı. Beraber büyüdük. Eşittik, eşitiz. ‘Bütün insan’ ve alçakgönüllü insan yetiştirirdik. Biz gerçek bilginin ne olduğunu biliyoruz ve gerçek bilgiyle yüz yüze kalan insan hakikaten alçakgönüllüdür. Çünkü bilgi bitmez, romanlar bitmez, tiyatro bitmez… Güzel şeyleri “öyleydi, böyle yapılırdı” diye geçmiş zamanla anlatıyorsunuz. Geleceği bilemiyorum.

‘En önemsediğimiz şey haklı olmaktı’

Hoca - öğrenci ilişkileri nasıldır? Çok yakındır, çok rahattır. Eşitlik üzerinedir. Örnek vereyim. Sınavları daima son satırına kadar okudum ve öğrencilerime hep dedim ki. “Mutlaka kontrol edin, yanlış bakmış olabilirim. Beğenmedinizse gelin, düzeltelim.” Yani en çok önemsediğimiz şey, ‘haklı olmak’tı. İtiraz konusunda yüreklendirirdik. Bunun bir üniversiteye katkısı nedir? Birbirimize hürmet etmemizi sağlar. Güven ilişkisini kurar. Öğretmenler arasında da aynı şekilde. İnsanların uzmanlığına saygı duyarsın. Ders teklifi yapıldığında, oylanmadan geçmezdi fakülte kurulundan. O yüzden aklım almıyor, böyle fakülte kurulur mu? İhtiyaç var mı, başvuru var mı, isteyen var mı? Hocası var mı? Ne düşündünüz hukuk ve iletişim fakülteleri kurulduğunu öğrendiğiniz zaman? Herhangi bir talep geldiğini duymuş muydunuz? Hiç. Dehşet içinde kaldım. Yani... Olmaz. İlk günlerden bugüne baktığınızda, nasıl bir değişim görüyorsunuz? Öğrenci artışları etkiledi tabii. YÖK’ten emir geliyordu, yapıyorduk. Ama bunun için yeni hocalar tutmak lazım, sınıfları büyütmek lazım... 20 kişiye ders vermekle 45 kişiye ders vermek aynı şey değil. Çok insan değil, nitelikli ders vermek mühim.

‘Liyakati olmayan başkasına zarar’

Mezunlarla konuşunca, gelenin de uyum sağladığı bir ortam olduğunu anlıyoruz. Bir iklim bu. Benmerkezci bir dünyadan başkası merkezli bir dünyaya geçebilmek. Başkasının sıkıntısını, ilgilerini, alışkanlıklarını anlayabilmek. Onu da kabul ederek davranabilmek. Çünkü bence kötülük eşittir bencillik. Bu söyledikleriniz ders kitaplarından öğrenilmez. Bundan yoksun olarak gelmiş kişilerin de bunu sindirmesini nasıl sağlamaya çalıştınız? Hak vermesini öğretiyoruz galiba. Başkasının hakkına saygı... Buraya giren öğrencinin hakkına saygı göstermek , onu anlatabilmek. Yalan söyleyen bir öğrencinin bana ve sınıfın geri kalanına haksızlık ettiğini öğretebilmek. Ve tabii hak ettiği kadarını almak. Liyakati olmayan kişiler, kendisi bir jürideyken gerçekten yetenekli bir insanı bırakıyor, bunu çok gördüm. Kendi derisi içinde mutlu ve kendine güvenen insan başkasına kötülük etmiyor. Yapamama hırsı yaşayan ise meslektaşına da öğrenciye de zarar veriyor.