19 Nisan 2024, Cuma
Haber Giriş: 30.04.2021 10:59 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:15

Kelimelere dökülmemiş öyküler yazdı

Selma Gürbüz usta bir hikaye anlatıcısıydı. Kelimelerle değil, kağıda ve tuvale anlatılmış hikayelerdi bunlar. Tabiatın şuurunun peşinde koştu
Kelimelere dökülmemiş öyküler yazdı
Nazlı Pektaş
[email protected] Selma Gürbüz, 35 yıl resimleri ve heykelleriyle hatırlanmaya değer şeyler anlattı.  Uzaklar, kadınlar, hayvanlar, ağaçlar, melez varlıklar, güneş ve ay, bitkiler, gölgeler, aşk, doğum, ölüm ve yas… Yeryüzünü algılarken; duyuları belleğiyle kesişti. Hatırladığı imgeleri ve anları, belleğinde birbirine bağladı, resimlerinde de yan yana getirdi. Bu görüntülere yeni imgeler ekleyerek zamandan ve mekândan azade yeni bir anlatı yazdı. Gördükleri ve içinden geçtiği diyarlar anlatısının çekirdeğini oluşturdu. Ona göre tabiatta olan her şeyde bir şuur vardı ve Selma Gürbüz 35 yıl boyunca hep bunun peşinde, dahası içinde oldu. Resimleri doğanın teninde ve Selma Gürbüz’ün belleğinde yeşerdi... Heykelleri de resimlerinin kumaşına tutunmuştu, zamanı geldiğinde oradan fırladı. Gürbüz usta bir hikâye anlatıcısıydı aynı zamanda. Kelimelere dökülmemiş, imgelerle kâğıda ve tuvale anlatılmış hikâyelerdi bunlar. Bir yandan teatral bir kurguyla yan yana geliyordu bu imgeler, diğer yandan manzaraya karışmış dokunun, yahut dokuya dönüşmüş manzaranın önünden, izleyiciye dikiyorlardı gözlerini.

Doğanın içeriden dışarıya aktığı, toprağın coştuğu dünyayı anlattı

İmgeler geçmişin ipleriyle örülür onun yapıtlarında. Batı sanatına, Doğu’nun yeryüzüne dokunduğu yerden değer. Gürbüz bir yandan; Türk, İran ve Hint minyatürlerine, Uzakdoğu sanatına, Japon gravürlerine, gölge tiyatrosuna ve Siyah Kalem’e temas eder, diğer yandan ise Édouard Manet’yi, Velazquez’i, Mona Lisa’yı resimlerine çağırır. Bu buluşma bilindik bir yakınlaşmayı işaretlemez. Eski ve yeni, geçmiş ve şimdi; mürekkeple, boyayla, kâğıt ve tuvalde buluştuğunda, yeni bir dünya aralanır: İçerdekilerin dışardakilerle buluştuğu, doğanın içeriden dışarıya aktığı, hayvanlar aleminin, insanlar aleminde nefes alabildiği, toprağın coştuğu, iskeletlerin dans ettiği, siyah mürekkepten damlayan mahlukların heykele dönüştüğü bir dünyadır bu. Dahası kadınlar bu dünyanın başrolündedir. Havva, Kibele Afrodit, Medusa, Şahmeran, Meryem Ana… Hepsinde de Sema…

Efsaneler, mitler, masallar onun imgeleriyle dev bir resim oldu

Kadın oluş, onun üretiminde dişil olanın, doğanın kendisi olduğu gerçekliğinde çoğalır.  Selma Gürbüz, 1980’li yıllardan bu yana düş ve gerçek arasında yansıyan bir ilişki kurar. Gölge bu ilişkide bazen resim bazen heykel olur. Onun resimlerine bakarken Platon’un mağara alegorisi akla gelir: Gerçekler ve gölgeler birbirlerinin düşleridir. Gürbüz düşü gerçeğe giydirir, gerçeği de hikâyelerle resimler. Efsaneler, mitler, masallar, şamanik ritüeller sanatçının imgeleri eşliğinde dev bir resim olur. Selma Gürbüz’ün sanat üretimi Türkiye çağdaş sanatı içinde özel bir yere sahiptir. Gelenekle çağdaşı, doğuyla batıyı doğada birleştirir ve görmenin hiyerarşisini altüst eder. Aşk, haz, yas, ölüm ve doğum, bitki ve hayvan, renk ve çizgi, boşluk ve doluluk… Cümbür cemaat Gürbüz’ün fauna ve florasında canlanır. İstanbul Modern’de devam eden son sergisinin adı gibi bu canlanış; Dünya Diye Bir Yer ismine özdeş gerçeküstü bir varoluşu sahiplenir ve Selma Gürbüz bu varoluşa hep sarılır. Gittiğin yerde yeryüzü sana sarılsın Selma Gürbüz.