19 Nisan 2024, Cuma
Haber Giriş: 14.05.2021 06:00 | Son Güncelleme: 16.02.2022 15:15

O hep kraldı, tacını Fransa’da taktı

Avrupa’ya ancak 35 yaşında adım atan “Kral” Burak Yılmaz’ın buradaki birbirini değersizleştirme kültüründen sıyrılması neredeyse bir kariyer boyu sürdü. Aslında hepimizin gözünün önünde olan meziyetlerinin parlamasına ise bir sezon yetti
O hep kraldı, tacını Fransa’da taktı
Suat Başar Çağlan
2000’lerin obur golcüsü Ruud Van Nistelrooy, gol atmanın bir bağımlılık olduğunu, topun fileye çarpma sesinin kendisinde takıntı haline geldiğini söylemişti. Van Nistelrooy’un gollerine Real Madrid’de devam ettiği günlerde, Beşiktaş teknik direktörü Jean Tigana ve yardımcısı Guy Stéphan başta olmak üzere Türkiye’deki birçok futbol insanı, genç Burak Yılmaz’ı iyi futbolcu olduğuna ikna etmeye çalışıyordu. Bazı maçların bazı dakikalarında ilginç parıltılar gösteriyor ama çok geçmeden oyun veya sezon içinde kayboluyordu. 1.88 boyu ve güçlü yapısıyla top sürebilen, belli seviyede atletizmi olan bu ciddi potansiyel heba olmak üzereyken, Trabzonspor ve Şenol Güneş devreye girdi. Güneş, sağ açıktan santrfor pozisyonuna çektiği oyuncuyu kendisine inandırdı.  Güneş’in kıvılcımı öyle güçlü oldu ki şimdi 35 yaşında olan Burak, “içindeki ateşin sönmediğini”, sönerse futbolu bırakacağını söylüyor.

O sırada Lille’de

Fransa’nın Belçika sınırındaki karlı, koyu şehrinde meskûn Lille Olympique Sporting Club (LOSC) tarihi zaferlerle dolu bir takım değil. Ama İspanyol asıllı Lüksemburglu yatırımcı Gérard Lopez, 2017 yılında kulüpte bir yeniden yapılanma süreci başlattı. Lopez futboldan, özellikle de Fransa gibi yetiştirici ve artı değer üretici bir ligden iyi kazanç elde edebileceğini, Katar sermayesiyle ligi tekeline almış olan Paris Saint Germain’le –en azından bir yere kadar– mücadele edebileceğini düşünüyordu. Barcelona’nın altın çağında yönetimde yer alan Marc Ingla’yı CEO, Monaco’da başarılı transferlerle büyük kâr getirmiş Luis Campos’u sportif direktör olarak atadı.

Beklentileri aştı

İstanbulspor’dan Zeki Çelik ve Trabzonspor’dan Yusuf Yazıcı transferleri, Campos’un titiz arayışlarının sonucunda gerçekleşti. Lopez kulübü satsa da Ingla-Campos ikilisi bir süre daha görevde kaldı ve Türkiye’ye odaklanmaya devam etti. Bu sezon başında Galatasaray’dan 18 yaşındaki Mustafa Kapı’nın yanı sıra Beşiktaşlı Burak Yılmaz görece risksiz bir yatırım olarak takıma dâhil edildi. İki yıllık sözleşme imzalanan Yılmaz “garanti golcüydü”, her sezon 15-20 gol atıyordu.   Ancak son yıllarda her sezon yeni bir sürümü çıkan, kendini sürekli olarak güncelleyip yükselten Burak’ın bu sene yaptıkları her türlü beklentiyi aştı. Şu ana kadar 26 lig maçında 15 gol 5 asistle oynadı. Hava topu, bitiricilik, pozisyon bilgisi ve oyun kurulumunda en olgun çağını yaşıyor. Dahası, geneli genç oyunculardan oluşan takımın kazanma zihniyetine ekstra katkı yaptı. PSG’nin doğal şampiyon haline geldiği Ligue 1’de, Lille bitime iki hafta kala üç puan önde ve mutlu sonu ulaşmaları halinde Fransa futbol tarihinin etkileyici hikayelerinden birini yazmış olacak.   

Hangi Burak gerçek?

Ancak bu hikayede bizim payımıza düşenler çok olumlu değil. Şu anki Burak Yılmaz imajı “kral” başta olmak üzere “çalışkanlık”, “takımı sırtlama”, “sonsuz beceri”, “büyük golcü” gibi sözcükler üzerinden tanımlanırken, Türkiye’deki Burak “penaltı almak için kendini yere atan”, “ofsayt”, “rakibe saygısı olmayan” gibi ifadelerle betimleniyordu. Ülkedeki kutuplaşma ve bunun getirdiği karşılıklı değersizleştirme söylemi öyle bir noktaya vardı ki futbol gibi, nitelikleri görmenin son derece kolay olduğu bir alanda bile bir kişi hakkında objektif bir yorumda bulunulabilmesi için ülkeden ayrılması gerekiyor. Çünkü burada hikayeleri yazmaktan çok silmeyi seviyoruz. Üstelik bu değersizlik hissi çoğumuzu esir aldığından, birinin çıkıp  uluslararası alanda başarılı olması neredeyse şok etkisi yaratıyor. Dünyada saygı görecek bir iş yapma ihtimalimiz yokmuş gibi davranıyor, bu hamleleri yapmaya cesaret edemiyoruz. Burak gibi örnekler iyice azalıyor. Bu sefer de istisnalar üzerinden “aşırı” yorumlara, abartılı okumalara mahkûm hale geliyoruz. Her şeyi kendimiz için zorlaştırmaya devam ediyoruz.  Bu olumsuz havayı geride bırakan Burak, kariyerinin erken döneminde Tigana ve Stéphan ile başlayan Fransa bağlantısının keyfini sürüyor ve gollerine devam ediyor. Üstelik repertuarını genişleterek; Lens karşısında 30 metreden sol ayakla attığı müthiş golde, Nistelrooy’un bahsettiği o ses tribünlerin boş olduğu stadyumda yankılandı. Profesyonel kariyerinde 300 gol eşiğini aşmaya giderek yaklaşan Burak Yılmaz, Türk futbol tarihinin en iyi golcülerinden biri. Türkiye’de de böyleydi, Çin’de de, Fransa’da da. Futbol, Türkiye’de her hafta Lille maçı için televizyon karşısına geçenlere, bir şeylerden koşulsuz keyif almanın ayıp olmadığını gösteriyor.