19 Nisan 2024, Cuma
Haber Giriş: 10.09.2021 04:30 | Son Güncelleme: 07.12.2022 15:45

Okulu öyle özlemişler ki yatıya kalmak istiyorlar!

Yaklaşık iki yıllık aç-kapa, üzerine bir de sıkıcı mı sıkıcı evde canlı eğitim derken çocuklar hayatlarından bezmiş. Okulun ilk gününde öylesine mutlular ki... Kimisi okulda yatmak istiyor, annesi izin vermeyince ağlıyor
Okulu öyle özlemişler ki yatıya kalmak istiyorlar!

Bu salgın hayatımızda öyle çok şey değiştirdi ki, hem de 7’den 77’ye hemen herkeste... Söz gelimi Covid-19’dan önce okuldan kaytarmak diye bir şey vardı değil mi? Karnımız ağrırdı, bir halsizlik çökerdi, ateşimiz bile çıkardı ya!.. Yok artık öyle şeyler, bırakın onu çocuklar ders zilini bile öyle özlemişler ki, dikkatinizi çekerim teneffüs değil ders zilini!  İşte ben de, okulun ilk günü çocukların bu heyecanını paylaşayım dedim. 

Kapı önü mahşer günü

Sanayi Mahallesi’nde Yaşar Doğu İlkokulu’nun önüne gittiğimde, tam anlamıyla ana-baba günüyle karşılaştım. Kapının önünde çocuklarını bekleyen anneler birikmiş, kucaklarında bebekleri, eteklerinde küçük çocukları... Herkeste maske var ama mesafe hak getire... Hiç abartmıyorum kapının önünde iğne atsanız yere düşmeyecek bir sıkışıklık. Biraz da mecburiyetten, zira kaldırım daracık, yol deseniz trafik akıyor, okulun bahçesine ise veli alınmıyor. Bir yandan da öğleden sonra başlayacak dersler için ortaokul öğrencileri ve veliler birikiyor. Yani neresinden bakarsanız bakın, iler tutar tarafı yok! Belirteyim, bu okulu özellikle seçtim, kalabalık öğrencili bir okul istemiştim, bu öyle bir okul işte. İlkokulda bine yakın, ortaokulda 1200 öğrenci okuyor. Kalabalığın en önemli sebebi de bu aslına bakarsanız. 

Kim kime dum duma

Ama benim derdim ne veliler, ne kalabalık... Ben derslerinden çıkacak çocukları gözlüyorum. Birkaçıyla duygularını, düşüncelerini, gözlemlerini paylaşmak istiyorum.  Son ders zili çalıyor, öğretmenler çok özenli ve bir düzen içinde birinci sınıftan başlayarak çocukları okul bahçesine çıkarıyor. Ta ki kapının dışına kadar bu düzen sürüyor. Sonrası kim kime dum duma... İşte bu karmaşanın içinden sıyrılıp çocuklarla konuşmaya başlıyorum. 

Eba’yı hiç sevmemişler

Baran Tekin yedi yaşında, ikinci sınıf öğrencisi. Çantasını üç gün öncesinden hazırlamış, öylesine özlemiş okulu. Arkadaşlarını da... “Okul iyi ki başladı, böylece dersleri unutmayız, evde öğrenilince unutuluyor” diyor. Annesi sözü alıyor, “Baran okumayı ekran başında öğrendi. Yeni okumaya başladığı için canlı eğitimde hep yanında olmak zorunda kaldım. O da çok zorlandı, ben de... Ev işlerine yetişemedim” diyor. Peki maskeyle zorlanmıyor mu? Pek zorlanmamış, zaten çok dikkatli bu konuda, “Arkadaşlarımla da yan yana gelmedim” diyor Baran. Yine annesi giriyor araya gülerek, “Zaten o pimpirikli çocuktur, temizliğine de çok dikkat eder. Herkese yaklaşmaz, uzak durur” diyor. E öyleyse artık tutmayalım Baran’ı bu kalabalıkta...

“Nefes alamayınca oksijen de alamıyoruz”

Üçüncü sınıf öğrencisi, sekiz yaşındaki Eren Utku Toptaş da çantasını üç gün önceden hazırlayanlardan... “Maskeyle zorlandın mı?” diye soruyorum. “Maskeyle nefes alamıyoruz. Nefes alamayınca oksijen de alamıyoruz. Koronavirüs çok kötü. En kötüsü de okula gidememek” diyor dertli dertli. Peki eskiden de olsa böyle der miydi acaba? Eren’i okuldan almaya gelen ablası Ela cevaplıyor: “Yine böyle derdi, Eren okulu çok sever.” Peki yeterince dikkatli mi, maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyuyor mu? Hepsine uyuyor, hatta bana aşama aşama nasıl elini yıkadığını gösteriyor. Öyle sevimli ki... 

“Çok yordu beni bu öğrenciler!”

Dördüncü sınıf öğrencisi Ecrin Nigar Akgül, yakında dokuz yaşına basacak. Belli ki çok bunalmış okulların kapalı olmasından. “Günün nasıl geçti?” diye sorduğumda “Öğrenciler beni çok yordu!” diye cevap alınca bir afallıyorum. Sanki öğretmen konuşuyor gibi! Meğer sınıf başkan yardımcısıymış ve bütün gün arkadaşlarını uyarıp durmuş, “Maskenizi çıkarmayın, birbirinize dokunmayın!” diye... Gülüyorum, o devam ediyor, “Maskeyle ders yapmak çok zor. Ter içinde kalıyoruz, maske kokmaya başlıyor, nefes almak çok zor oluyor.” “Peki aralıklı mı oturdunuz?” diye soruyorum bu kez. Yok, iki kişi bir sırada oturmuşlar. İşte size apar topar açılmanın bir sonucu. Üstelik sadece Ecrin’in sınıfının sorunu değil bu, neredeyse her sınıfta iki kişi bir sırada. Mesafe diye bir şey yok. Çok yormuş onu öğrenciler ama tabii ki okula gelmekten çok mutlu, “Okul evden çok daha eğlenceli” diyor. 

Aman nazar değmesin!

Yedi yaşındaki Davut Kardaş okulun kapısından çıkar çıkmaz maskeyi de çıkartıyor. Gülüyor ve hemen hepsi çürük dişleri ortaya çıkıyor, nasıl sevimli bir surat sormayın. “Çok mu sıkıldın maskeyle?” diyorum, “Evet” diyor gülerek. “Ne oldu bu dişlere, fareler mi yedi?” diyorum, o hep gülüyor! Annesi bölüyor, “Kardeşini anaokuluna yetiştirmemiz lazım, geç kaldık” diyor. Ne fotoğraf çekebiliyor ne de bu sürekli gülen küçük adamla şakalaşabiliyoruz.  Bu arada kapıdan maskesini indirmiş bir çocuk çıkıyor... Gözleri boncuk boncuk Abdullah Emir Akın, birinci sınıfa gidiyor. “Öğretmeniniz, ‘O maskeleri sakın aşağıya indirmeyin’ demedi mi?” diye giriyorum sohbete. “Dedi” diyor gülerek... Üstüne üstüne gidiyorum şakasına... “Sen okulda ellerini de yıkamamışsındır, değil mi?” diyorum, o da aynen devam, “Hayır yıkamadım!” Peki ya dezenfektan kullanmış mı? Tabii ki hayır! Fotoğraf için izin istiyorum annesinden, cevap şaşırtıcı, “İnanın çok nazar oluyor. Bu yüzden istemiyorum.” Ben ikna etmeye çalışırken, Abdullah da “Hadi anne, bana nazar değer gidelim” diyor, hala gülüyor...

“Okulda okumayı kolay öğreniyoruz”

İncecik, kibar mı kibar bir kız çocuğu Berra Eser, ikinci sınıf öğrencisi. O kadar mutlu ki okullar açıldı diye, konuşurken heyecandan sesi titriyor. “Okulu çok özledim, çünkü okulda okumayı kolayca öğreniyoruz. Evde öyle olmuyor” diyor. Sınıf kalabalık mı peki? Cevabı: “Bayağı öğrenci var, yan yana oturuyoruz. Ama bugün İngilizce öğretmeni geldi. Ne güzel İngilizce de öğreneceğiz.” 

“Çok korktum okullar açılmayacak diye...”

Bir ikinci sınıf öğrencisi daha çıkıyor kapıdan, adı Hümeyra Koyun. Elleri kınalı bir kuzu! Okul çantasını bir hafta öncesinden hazırlamaya başlamış, o zamandan beri heyecan içinde... Biraz da korkarak beklemiş, “Her gün çok insan hasta oluyor, bazen çok korktum okullar açılmayacak diye...” diyor. Annesi giriyor söze “Milli Eğitim Bakanımız çok kararlı biçimde okulların açılacağını söyledi. Ama çok da vaka var, insan korkuyor çocuğunu okula gönderirken” diyor, sonra kalabalığa kayıyor gözü, biraz tedirgin... Kınalı elleriyle bir fotoğrafını alalım istiyoruz Hümeyra’nın, annesi izin veriyor ama o istemiyor. “Sen okuldan önce düğüne gittin galiba?” diyorum şakayla... Annesi cevaplıyor, “Yok, okula gelecek diye kına yaktık.” Sonunda kırmıyor Hümeyra bizi, çektiriyor fotoğrafı. 

Hem mutluluk hem endişe var

Gözlerim mini minnacık bir kız çocuğuna takılıyor. Uzun lacivert etekli formasıyla pek sevimli duruyor Zümra Yıldırım. Belli ki çok acıkmış, annesinin verdiği salatalıkları yiyor, o sebeple pek de konuşamıyor... Diyaloğumuz çok kısa cevaplarla geçiyor. “Okulda sıkıldın mı?” “Sıkılmadım”, “Yanında biri oturuyor muydu?” “Evet”, “Sen sosyal mesafe ne biliyor musun?” “Evet”, “Var mıydı sosyal mesafe?” “Hayır!”... Onu salatalıklarıyla baş başa bırakıp annesine dönüyorum. “Sizce hijyene dikkat edebiliyor mu çocuklar? Endişeli misiniz?” diye soruyorum. “Endişemiz var tabii, olmaz mı? Bakalım nasıl gidecek?” oluyor cevabı, sanki benden içini rahatlatacak bir açıklama bekler gibi. Maalesef yok, “Hep birlikte göreceğiz” diyorum, vedalaşıyoruz. 

Trafik adım adım

Okul boşaldı, kapının önü de... Saat henüz 13.00, tam gün eğitim veren bir ilkokula gitmek istiyoruz. Hemen yakında bir tane olduğunu biliyorum, çünkü yeğenim orada okuyor. Sanayi Mahallesi’nden Güzeltepe çok uzak değil ama öyle bir trafik var ki! Bir taksi buluyoruz, adım adım gidiyoruz. Yaklaşık 30 dakika sürüyor taş çatlasın 5 kilometrelik yol. Şaşırılacak bir şey değil rakamlara bakarsanız. İstanbul’da bugün 2 milyon 696 bin öğrenci ders başı yaptı. Siz buna 154 bin 407 öğretmeni de ekleyin. Üstelik ilkokula giden kaç öğrenci varsa en az bir tane de veli var yanında bugün. Trafik olmasın da ne olsun?

“Okulda yatmak istiyoruz”

Zar zor varıyoruz Şehit Kubilay İlköğretim Okulu’na... Okul rengarenk, kırmızı, pembe, mavi, yeşil, sanki gökkuşağı! Tam çocukların seveceği gibi... Kapının önünde izdiham yok, sebebi yandaki genişçe park. Veliler orada toplanmış. Her şey biraz daha düzenli. Bu rengarenk okulun önünde turuncu formalı şeker mi şeker, biri kız, ikisi erkek üç çocuk velileriyle birlikte bekliyor. Üçü de anaokulundan beri arkadaşlar. Ben daha sormadan altı yaşındaki birinci sınıf öğrencisi Nefes Kalkan, “Gözlerim yaşarıyor eve gideceğim diye. Eve gitmek istemiyorum, okulda yatmak istiyorum, ama annem izin vermiyor” diyor. Diğer iki çocuğa dönüyorum, “Siz de mi okulda yatmak istiyorsunuz?” diye soruyorum. “Evet” diyor Rüzgar Emrullah Akın ve Ali Kemal Özyılmaz. Rüzgar maskeyi çıkarmamış hala. “İndirsene maskeni açık havadayız artık” diyorum, indiriyor, bir bakıyoruz ki yüzü kıpkırmızı. Hiç çıkarmamış gün boyu. 

“Maskemi azıcık çıkardım ama...”

 Ali Kemal’e dönüp soruyorum, “Peki sen hiç maskeni çıkardın mı?”, “Azıcık çıkardım ama nefes almak için” diyor. “Bugün nasıl geçti?” diye soruyorum hepsine birden, Nefes atlıyor yine, “Bümbüyük iki sayfada çizgi çalışması yaptık. Bir sayfa yan çizgi, bir sayfa düz çizgi... Çok yorulduk ama olsun, okul çok güzel.”  Sonra yine tekrarlıyor: “Öğretmenimizi çok özledik. Ondan ayrılmak istemiyoruz.”  Merak ediyorum bu kadar sevilen öğretmeni, ismini soruyorum çocuklara, Emir Kütük’müş. O zaman öğreniyorum ki, meğer onlar bu okulda okumuyorlarmış, Emir Hoca onların şu an okuduğu okuldan tayin olmuş bu okula müdür olarak. Çocuklar onu ziyarete gelmişler. Şimdiki öğretmenleri Nigar Sinem’i de çok seviyorlar, ama Emir Öğretmen’in yeri bir başka. Onları öğretmenleriyle baş başa bırakmak üzere vedalaşıyorum.

Hababam Sınıfı’ndan bile yaramaz!

Yeğenim Çınar’ı ve annesini arıyorum, sonunda buluyorum. Sınıf arkadaşı dokuz yaşındaki Toprak Aksum ve annesiyle birlikteler... “Okulu özledin mi? Bazı çocuklar okulda yatmak istiyor, sen de istiyor musun?” diye soruyorum Toprak’a. “Evet isterim. Öğretmenimi, arkadaşlarımı çok özledim” diyor. “Peki günün nasıl geçti?” diye devam ediyorum, “Hatırlamıyorum” oluyor cevabı. Nasıl yani? Maske, mesafe, hijyen diyorum, ne sorsam boşa, hatırlamıyor. “Hiçbir şey kalmadı aklımda bugünden” diyor. O sırada okul zili çalıyor, o bildik Hababam Sınıfı’nın jenerik müziği... “Bu müziği hatırlarsın artık” diyorum takılarak, yok onu da hatırlamıyor. O sırada Çınar atlıyor, “Hababam Sınıfı!” diye...

En büyük korkuları tekrar kapanma

Çocukların en büyük kabusu, okulların tekrar kapanması... Soruyorum, “Sizce okullar tekrar kapanır mı?” diye. Bu kez Çınar cevaplıyor, “Bence kapanır... Geçen sene 100 kişi ölüyordu günde, şimdi 270 kişi. Vakalar da 20 bini geçti. Hem okullar öyle kalabalık ki! Sabah haberlerde vardı, bir okul servisi okul kapısının önünde bekleyenlere çarpmış, dört kişi yaralanmış.” Sonra dertli ekliyor: “Okulumu, arkadaşlarımı, öğretmenim Gülay Kurtaran’ı çok özledim... Okulların kapanmasını hiç istemiyorum. Evde tek başına ders çalışmak öyle sıkıcı ki!..” 

“İki öğrenci bir sırada oturuyoruz”

Çınar’ın en yakın arkadaşı ve kuzeni Çağdaş Doğan katılıyor sohbete. Dördüncü sınıf öğrencisi Çağdaş da okulların tekrar kapatılacağını düşünüyor. “Sınıflar çok kalabalık. Bir sırada iki kişi oturuyoruz. Bu gidişle vaka sayısı artar. Halbuki okulları geçen yılki gibi iki gruba ayırabilirlerdi. Bizim sınıf 27 kişi mesela, 13 öğrenci pazartesi-salı, 14 öğrenci perşembe-cuma okula gidebilirdi. Böylece daha iyi korunurduk ve okullar da kapanmak zorunda kalmazdı” diyor. Siz söyleyin, haksız mı?