19 Nisan 2024, Cuma
06.08.2021 04:30

Akdeniz ormanları yangına bağımlıdır

Kaliforniya, Şili, Güney Afrika’daki gibi Akdeniz ormanlarının da gelişebilmesi için yanması gerekir. Bu coğrafyalar yangınlarla evrimleşmiştir, hatta türlerin bir kısmı bizzat yangın başlatır.

İnsanlar gerçekten çok ilginç. Normalde bilim insanları ve anlatıcıları olarak, insanların bencilliğini kırmaya, onlara insanın doğadaki yeriyle ilgili gerçekleri göstermeye çalışırız. Örneğin içinde bulunduğumuz ve her gün daha fazla can alan iklim krizi, insan bencilliğinin ve doğanın dengesine duyarsızlığının bir sonucudur. Bu tür şeyleri anlatırken, diğer canlıların ve ekosistemlerin de en az insanlar kadar önemli olduğunu izah etmeye çalışırız. İnsanlar anlattıklarımızı nadiren anlar veya umursarlar ama bu elbette denemenin önünde engel değildir. Akdeniz Ormanları’nda içimizi dağlayan ve çok zor kontrol altına alınabilen yangınlarsa, bize insanın doğa algısıyla ilgili çok ilginç bir ikilem sunuyor: Normalde bir ormanın yanması, ağaçların kül olması, hayvanların kavrulması içler acısı bir durumdur, berbattır. Fakat söz konusu Akdeniz Ormanları olduğunda bu... Doğaldır. Normaldir! 

Gelişmeleri buna bağlı

Akdeniz Ormanları, Kaliforniya Ormanları, Orta Şili Ormanları, Ümit Burnu’nun batısındaki Güney Afrika Ormanları ve Güneydoğu ile Güney Avustralya ormanları, yangına bağımlı ekosistemler olarak bilinen yaşam alanlarıdır. Bakın, yangına “toleranslı” veya “dirençli” değil. Yangına bağımlı. Çünkü buralardaki ormanların büyüyebilmesi, gelişebilmesi, sorunlarından arınabilmesi için yanması gerekir.  Akdeniz Ormanları, bırakın Türkiye’yi, Homo sapiens türü doğmadan önce, milyonlarca yıl boyunca yangınlarla iç içe yaşadı. Buradaki ağaçlar için yangın, bir düşman değil, bir dost. Ama isterseniz, “dost/düşman” diye kategorilendirerek, ormanları antropomorfize etmeyelim (insanlaştırmayalım): Bu saydığım coğrafyalardaki ormanlar, yangın gerçeğinden bihaber şekilde değil, yangın gerçeği ile bir arada evrimleşmişlerdir. Dolayısıyla biyolojik yapıları, her an yeni bir yangın olacakmış gibi özelleşmiştir. Hatta bu türlerin bir kısmı, yangınları bizzat başlatacak ve yayacak biçimde evrimleşmiştir! Örneğin ardıç ağacının kozalaklarında ve yapraklarında bolca bulunan eterik ve terpenik yağlar, yanıcı özelliktedir. Bu yapılar kurak/sıcak ortamlarda kolayca tutuşurlar. Böylelikle yangının başlamasına neden olurlar. Bu sırada sıkıca kapalı kozalaklar, sıcaklığın etkisiyle şişerler ve bir bomba gibi patlayarak, onlarca metre uzağa tohumlarını saçarlar. Benzer şekilde, Akdeniz Ormanları’nın da büyük bir kısmını oluşturan kızılçam ağaçlarının sıkı sıkıya kapanmış kozalakları, yangın sıcağıyla eriyen reçinenin dağılması sayesinde açılır ve ağaç, bu sayede yangından sonra hızla çoğalır. Tüm bunlar, o ağaçların üremesini ve yayılmasını sağlar. Ayrıca orman yangınları, yıllar boyu bir ormanı yavaş yavaş işgal eden, o ormana ait olmayan (dolayısıyla yangına adapte olmamış) istilacı türlerin elenmesini sağlar; böylece yangına bağımlı türler, yangınlar sayesinde kendilerine yeniden yaşam alanı açabilirler. 

Ardıç ağacının kozalaklarında ve yapraklarında bulunan eterik ve terpenik yağlar, yanıcı özelliktedir. Kurak ve sıcak ortamlarda çıra gibi kolayca tutuşurlar.
Ardıç ağacının kozalaklarında ve yapraklarında bulunan eterik ve terpenik yağlar, yanıcı özelliktedir. Kurak ve sıcak ortamlarda çıra gibi kolayca tutuşurlar.

Kartal yangın çıkarır

Kartal ve şahinler gibi ekosistemin önemli parçaları olan yırtıcı kuşlar, ormanları bilerek ateşe verirler! “Alevşahini Yırtıcıları” olarak bilinen kara çaylak, ıslık çaylağı ve kahverengi doğan gibi türler, aslında yangına dönüşemeyecek kadar ufak çer çöp ateşlerini gagalarıyla ormanın farklı bölgelerine, özellikle de yanmaya uygun ardıç ağaçları ve diğerlerinin civarına götürüp yangını başlatır veya büyütürler. Böylece yangından korkarak kaçan avları kolaylıkla avlayabilmektedirler.  Büyük bir yangın sonrası zeytin ağaçları, sanki köküne kadar yanarak yok olmuş, bir daha asla var olamayacakmış gibi gözükür. Bu görüntü yürek parçalar (ve zeytin ekonomisi bundan ağır hasar görür). Ancak toprağın hemen dibinde, lignotüber denen nişastaca zengin depoları vardır. Bir yangın sonrasında zeytin ağaçları, bu depoyu kullanarak kısa sürede küllerinden yeniden doğarlar. Elbette tek bir tavşanın, tek bir kaplumbağanın, tek bir kedi veya köpeğin öldüğünü görmek içimizi dağlar, kalbimizi yakar. Ama tür bazında ve ekolojik olarak baktığımızda, bu ormanlarla iç içe büyüyen yaban hayvanları da yangın gerçeğine göre adapte olmuşlardır. Memeliler genellikle iyi koşucu veya kazıcılardır. Böylece ya ateşten hızlıca kaçarlar ya da kendilerini toprağa gömerek yangının geçmesini beklerler. Birçok sürüngen de kendini gömer, amfibiler su kaynaklarına kaçarlar. Mantarlar ise yangın bittikten sonra alevlerden kaçamayan canlıları yiyerek, eskisinden bile başarılı hale gelirler! Yani Akdeniz Ormanları’ndaki hiçbir yangın, tek başına bu ormanları yok edemez. Buralarda yanan orman alanları, yangını yenilenmek ve yeniden doğmak için bir fırsat olarak görür. İşte ikilem, burada doğar: Söz konusu Akdeniz Ormanları’ndaki yangınlar olduğunda, bu tür felaketlerde genelde olanın aksine, asıl düşünmemiz gereken yanan ormanlardan ziyade, insanlardır. Bu ormanların dibini asırlardır mesken edinmiş, burada ürettiği bal ile veya ormancılıkla geçimini yapan, doğa ile iç içe yaşamayı öğrenmiş kişiler, toplumlar, köyler... Bu yangınların bir an önce kontrol altına alınıp yaşam alanlarından uzaklaştırılması bu nedenle önemlidir. Yangınlara hazırlıklı olmak, gerekli ekipmanları ve ekipleri her an hazır bulundurmak hayati öneme sahiptir. Bölge halkının aldığı ekonomik zararı geri döndürmek veya yanan evlerin yerine yenilerini koymak, milyonlarca yıldır yangına adapte olacak biçimde evrimleşen ormanları döndürmekten çok daha zor olabilir.

Doğa için kısa bir süre

Küle dönmüş bir tepe, estetik olmayan ve üzücü bir görüntü sunabilir ama yangından sonraki birinci haftanın sonunda bile yangın alanında ateş zambaklarının açtığını görebilirsiniz. İsimleri, tesadüf değildir. Ertesi baharda ilk bodur bitkiler ve ağaçlar kendilerini göstereceklerdir ve sonraki her yıl, orman kendini biraz daha toparlayacaktır. Geçtiğimiz hafta yanan kızılçam ormanları, sadece birkaç yıl sonra yemyeşil olacaktır, 20-30 yıl içinde kendini tamamen yenileyecektir – ki bu süre, biz insanlar için uzun gibi gelse de doğanın kendi süreçleri için göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süreçtir. Yangından kaçan hayvanlar, kısa süre içinde buralara geri dönecekler, rekabetten tamamen arınmış nişleri ve yaşam alanlarını hızla doldurmaya başlayacaklardır. İşte bu nedenle az önce anlattığım evrimsel sistemlere bir bütün olarak “toparlanma adaptasyonları” denir.  Ayrıca elbette, hayvanların büyük bir kısmının kurtulabilecek şekilde evrimleşmiş olması, o kadar şanslı olmayıp da yardım eli uzatabileceklerimize yardım etmememiz gerektiği anlamına da gelmez. Bu yangında da hayvanseverlerin gösterdikleri duyarlılık sayesinde birçok can kurtulabilmiştir. Bu, hepimizin yüreğine serin bir su serpmektedir. Doğaya can veren herkese yürekten teşekkürler. Benzer şekilde, elbette yangına bağımlı ekosistemlerde de aynı yerin çok sık yanması bir tehlike yaratabilir. Örneğin bir kızılçam ormanın aynı noktasının 15-20 yıldan daha sık yanması, toparlanma adaptasyonlarını riske atabilir. Ama zaten büyük bir yangından sonra, aynı bölgede nadiren yeterince “yakıt” (yani yanabilecek madde) birikebilir; dolayısıyla bire bir aynı yerin yanma ihtimali çok düşüktür. Ayrıca Türkiye’deki ve Dünya’daki her orman da “yangına bağımlı ekosistem” değildir; örneğin burada yazdıklarım, daha kuzey enlemlerde bulunan karaçam ormanları gibi ormanlarımız için geçerli değildir. Bu ormanlarda yangın adaptasyonları bulunmamaktadır, çünkü bu tür şartlar altında evrimleşmiş türler değillerdir. Zaten bu nedenle toparlanma evresinde olan bir ormana, bilimsel gerçekler ışığında yaklaşmak gerekir: Örneğin zaten hızlı bir şekilde toparlanma becerisi olan bir orman yandıktan sonra, aceleci ve duygusal kararlar alarak yanlış bir ağaçlandırma çalışması yürütmek, Akdeniz Ormanları’na faydadan çok zarar getirecektir. Bunun yerine kızılçam gibi ağaçların yangın sonrası açılacak kozalaklarına yardımcı olmak, onları daha geniş arazilere yaymak ve ormanı kendi doğal döngüsüne bırakmak en sağlıklısı olacaktır.

Ders çıkarmak önemli 

Bu vesileyle, bu felaketlerde canını yitirmiş olanların yakınlarına başsağlığı, evlerini ve iş yerlerini yitirmiş olanlara geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bunu da elbet atlatacağız ama her felakette olduğu gibi sonucu asıl değiştirecek olan şey, bu felaketten dersler çıkarıp bir sonrakine daha iyi hazırlanmak. İklim krizi güç kazanıp insan-orman etkileşimi arttıkça çok daha fazla ve çok daha büyük yangını çok daha sık görmeye başlayacağız. Bu nedenle ormanlarla temas eden yaşam alanlarımızda hem kendimizi hem sevdiklerimizi hem de doğayı korumak adına, bilimden gücünü alan, ani/kontrolsüz tepkilere veya duygusal reaksiyonlara yer vermeyen protokoller geliştirmek ve hazırlıklar yapmak zorundayız.  Her geçen gün daha fazla afetle yüz yüze geliyoruz gibi hissediyorsanız, yanılmıyorsunuz. Ne yazık ki bu, sadece başlangıç. İnsanlık olarak, ektiğimizi biçme vakti çoktan geldi.

Alevlerin yeni merkezi

Avrupa Birliği’nin atmosfer gözlem merkezi CAMS, Akdeniz’in dev yangınlar için yeni merkez olduğunu açıkladı. Türkiye, İtalya ve Yunanistan’da devam eden yangınları inceleyen kurum, aşırı sıcak ve kuru hava nedeniyle yenilerinin gelebileceğini de belirtti. Yüksek sıcaklığın yangın için tek başına yeterli olmadığı, ateşleyici bir faktörün şart olduğu biliniyor. Uydularla ve yeryüzünden yapılan gözlem raporlarıyla yangınları takip eden CAMS, alevlerin yayılımının ve yoğunluğunun Türkiye ve Güney İtalya’da hızla arttığını söyledi. Yoğunluğun en önemli göstergelerinden biri olan hem ağaçların hem de diğer maddelerin yanmasıyla ortaya çıkan enerjiyi hesaplayan “yangının radyasyon yayma gücü”, ölçümlerin başladığı 2003’ten beri Türkiye’deki en yüksek seviyesine ulaştı. CAMS bölgeden alınan uydu görüntülerinde, Türkiye’nin güneyindeki duman bulutlarının net şekilde görülebildiğini ve alevlerin çapının yüksek oranda partikül kirliliğine yol açtığını söyledi. 

Kaliforniya’nın en büyüğü Dixie tekrar hızlandı

ABD’nin Kaliforniya eyaletinde 14 Temmuz’dan beri devam eden Kaliforniya yangınlarının en büyüğü Dixie çarşamba günü yeniden hızlandı. Bugüne kadar 800 bin dönümü kül eden yangın nedeniyle 15 bin kişinin daha yaşadıkları bölgeden tahliye edilmesine karar verildi. Bölgedeki itfaiye birimleri, yükselen alevlerin 3 kilometre yüksekliğe ulaşan bir yangın bulutu oluşturduğunu söyledi. Türkiye’deki yangını şiddetlendiren şartların benzerini yaşayan bölgede, rüzgar saatte 65 kilometreye varan hızıyla alevlerin yayılmasına sebep oluyor. En az 67 ev ve yapıyı kullanılmaz hale getiren Dixie’nin yüzde 35’i ancak kontrol altına alınabildi. Dixie haricinde Kaliforniya’da 10 yangın daha devam ediyor. ABD’nin 50 eyaletinin 13’ünde süren çeşitli yangınlarla 20 binden fazla itfaiyeci ve destek personel mücadele ediyor. Yangınların en büyüğü olan, Montana eyaletinde başlayan ve yüzde 85’i kontrol altına alınan Bootleg, en az 1 milyon 600 bin dönümlük alanı yaktı.

Okyanusları maske bastı

Pandemiyle birlikte gezegenin her noktasında kullanılmaya başlanan maskeler, okyanuslar için en büyük tehditlerden biri haline geldi. Sadece 2020 yılında okyanuslarda biriken maske sayısı 1.6 milyar olarak hesaplanıyor. Bu rakam, kullanılan her üç maskeden birinin atık olarak okyanuslara gittiğine işaret ediyor. Sulardaki maske kirliliğinin toplam hacmi ise 5.5 ton olarak hesaplanıyor. Maskeler, sonunda mikroplastiklere ayrılan polipropilenden yapılıyor. Mikroplastikler ise deniz canlılarının sindirim sistemlerini tıkayarak ölümlerine yol açıyor. Biyolojik olarak parçalanmaları ise 450 yıl alıyor.  Yakın tarihte okyanuslarda deniz anasından daha fazla maske olacağını belirten uzmanlar, bu olumsuz etkiyi en aza indirmenin yolunu, kullanılan maskeleri uygun şekilde çöp kutusuna atmak olarak gösteriyor.