19 Nisan 2024, Cuma
10.09.2021 04:30

“Amal bir kişinin bile fikrini ve kalbini değiştirse başarmış sayılırız”

İsmi Amal, yaşı 9, boyu 3.5 metre. Amal, annesini bulmak için Suriye’den İngiltere’ye tam 8 bin kilometre yol yapacak. Yolculuğu 4 ay sürecek. Gittiği her yerde sanatçılar ve kültür-sanat etkinlikleri ile karşılanacak.  Bu hafta Kudüs’teyiz. Konuğumuz ödüllü tiyatro yazarı, yönetmen ve  The Walk - Yürüyüş Projesi’nin Sanat Direktörü Amir Nizar Zuabi. Zuabi ile İsrailli bir anne ile Filistinli bir babanın oğlu olarak, savaş bölgesinde geçen çocukluğunu ve Amal’la birlikte tiyatroyu sokaklara taşıma amacını konuştuk. Büyüdüğünüz topraklardan başlayalım. Doğu Kudüs’te doğdum ve büyüdüm. O yıllarda Doğu Kudüs, gelenek ve göreneklerine bağlı, belli bir politik duruşu olan, kadim topraklardı. Çok mutlu bir çocukluk geçirdim ama uykudaki bir canavarla. 1987’de Birinci İntifada sırasında, canavar uyanmış ve ete kemiğe bürünmüştü. Vahşiydi, saldırgandı, toprakların politik gerçeği bir çocuğun bile görebileceği kadar açıktı.  Savaş alanında büyümek size ne öğretti?  Gerçekler bizim kendimize anlattığımız bir hikaye. Hayat boyu garanti zannettiğimiz şeyler çok kırılgan ve birkaç saniyede yok olabilirler. Bunu anlamak için sizi sarmalayan beton duvarların bir anda toz bulutu haline geldiğini görmeniz yeterli. Ben gördüm ve gerçeklik algım küçük yaşlarda değişti. Bu bana esnek olmayı öğretti. Hayatta her duruma, her şarta adapte olmayı...  Güvenlik size göre ne demekti? İnsanların kolaylıkla birbirine sağlaması gerekirken, sağlamayı tercih etmediği, yerine “korku”yu koyduğu duygu. İsrailli ve Filistinli bir çiftin çocuğunuz. Bu sizi büyürken nasıl etkiledi?

Amir Nizar Zuabi
Amir Nizar Zuabi
Annem, İkinci Dünya Savaşı’na girerken, Riga’dan kaçan çok eğitimli, laik Yahudi bir ailenin kızı. Büyükannem ve büyükbabamın tüm ailesi Holokost’ta öldürülmüş. Babam ise 700 yılı aşkın Doğu Kudüslü çok saygın bir aile. Gün geldi, hikayeleri çatıştı. Benim Yahudi tarafım, diğer tarafımı anavatanlarından kovdu. Ailecek çok etkilendik elbette.  İki kültürle büyümenin güzel yanları neydi? Ben bu iki kültür birbirine saygı duyduğunda ortaya ne çıkabileceğinin güzel bir örneğiyim. Annem ve babam birbirlerinin gelenek ve göreneklerindeki güzellikleri görebilen ve daha fazlasını öğrenmeye çalışan insanlardı. Çok sert bir siyasi atmosferde büyüsem de, dillere, dinlere, kültürlere saygı duyarak büyüdüm. Filistin’de neyin yanlış, neyin doğru olduğuna dair çok net bir politik görüşüm varken, her zaman farklı görüştekilere karşı anlayışlı, sabırlı  biri oldum. Tiyatro ile ne zaman tanıştınız?  13 yaşında bir oyun izledim ve büyülendim. O zaman farkında değildim ama beni büyüleyen tiyatro sayesinde farklı kuralları olan, gerçek dışı, özgür bir dünya yaratabilme olasılığıydı. İçinde bulunduğum gerçeğin esiri olmamak adına çok ilham vericiydi.  Bu sayede tiyatro pratisyeni oldum. Filistin’de tiyatro pratisyenliği demek, çölde su damlası olmak gibi bir şey. Alt yapı yok, okul yok. Ama yaşadığımız dünyayla ilgili bir şey söyleme ihtiyacımız vardı. İyi sanat eserleri de bu tip ihtiyaçlardan doğar.  Bize The Walk– Yürüyüş projesinden bahseder misiniz? “Yürüyüş” Amal adındaki, 9 yaşında Suriyeli bir mülteci kız çocuğunu simgeleyen 3.5 metre boyundaki kuklanın, Türkiye-Suriye sınırından başlayarak, Yunanistan, İtalya, Fransa, İsviçre, Almanya, Belçika üzerinden Birleşik Krallık’a uzanan, 4 ay sürecek  yolculuğu. Amal, annesini bulmak üzere çıktığı bu yolculukta 8.bin km yol kat edecek, ziyaret edeceği her yerde sanatçılar kültür ve sanat etkinlikleri ile karşılanacak. Proje fikri nasıl doğdu ve nasıl hayata geçti? Filistin’deki mülteci kamplarında oyunlarımı sergilerken, yarattığım etki beni her seferinde büyülüyordu. 2015 yılında, mülteci krizinin zirvesinde, yüz binlerce insan acı ve ıstırapla Avrupa’nın kapılarını çalarken, yeni bir tiyatro modeli yaratmamız gerektiğini düşündüm. Tiyatroyu salonlardan çıkarıp bu insanların yürüdüğü sokaklara götürmemiz gerekiyordu. Mülteci deneyimi hakkında oyunlar sergileyen Good Chance Theatre ile temasa geçtim ve birlikte “Yürüyüş”ü yarattık. Hem artistik, hem lojistik anlamda neyi nasıl yapacağımızı bulmak, toplam 250 sanat ortağımızla gerçekleşecek 100 kadar etkinliğe karar vermek epey zaman aldı. Bu etkinliklerden bir iki örnek verir misiniz? Amal’ın yolculuğu Gaziantep’te, kandillerden oluşan bir açık hava ışık enstalasyonu ile başladı. Birbiri ardına yanan kandillerle şehir yavaş yavaş aydınlandı ve Amal’ın takip edebilmesi için ışıktan bir patika oluştu. Çeşme’de Amal boş ayakkabılardan oluşan bir patikayı takip etti ve bu yol onu sahile götürdü. Bu enstalasyon tehlikeli koşullarda denizi aşmaya çalışırken hayatını kaybeden binlerce insanı temsil ediyordu.  Amacınız neydi?  Ailelerinden ayrılarak yerinden edilmiş milyonlarca mülteci çocuğun bir simgesi Amal. Onun hikayesini tüm şeffaflığıyla anlatmak, mülteci sorununu anlamayan insanların, üzerinde olumlu bir etki yaratmak. Yürüyüş, genel olarak korkunun yerini karşılamanın nasıl alacağı üzerine kurgulandı. Mesela Amal Yunanistan’a sorunsuz geçti, Sakız Adalılar tarafından coşkuyla karşılandı çünkü Amal gerçek bir mülteci değil. Amal bizim mültecilerin nasıl karşılanması gerektiğiyle ilgili umudumuz.  Siz Amal’ın nasıl karşılanmasını istiyorsunuz?  Samimiyetle, önyargılardan, uzak karşılanmasını, kim olduğunun, nereden ve neden geldiğinin merak edilmesini istiyorum. İnsanların küçük bir çocuğu “mülteci” gibi büyük kelimelerden, politik durumlardan bağımsız görmelerini arzu ediyorum. Mülteci olmak politik bir durum, insani bir hal/tanım değil. Bugün bana olur, yarın size... Hepimiz hareketin torunlarıyız.  Amal’ın içinde ne kadar Amir Nizar var?  İçgüdüsel olarak hissettiklerimiz aynı. Amal dünyayı benim gözlerimden, benim hayal gücümün, benim vereceğim tepkilerin ve başkalarının vereceği tepkilere karşı merakımın bir karışımı olarak görüyor. Ayrıca Amal yaşında bir kız çocuğu babasıyım. Bu proje üzerinde çalışırken, ister istemez Amal’ın yerine kızımı da koydum. O ne hissederdi, nasıl karşılanmak isterdi sorularını sordum.  “Bu bir çile değil, onur yürüyüşü” diyorsunuz. Bu sanat girişimi, bu insanlara acınsın ya da yardım edilsin diye yapılmadı. Bu yürüyüş gerçekten “onur”la ilgili. Yürüyen için de, karşılayan için de... Mülteciler geldikleri kültürle gurur duymalılar ve bunu kutlayacakları bir yerleri olmalı. Misafir eden toplum, misafirperverliğiyle, zor zamanlarda yardıma ihtiyacı olanlara el uzatmasıyla gurur duymalı ve onlardan öğreneceklerini kutlamalı. Başkasının kültüründen öğrenmeye açık olan toplumlar, kendi kültürlerinden emin demektir. Bu bir onur eylemidir.   Politikacı olsanız, çözümünüz ne olurdu?  Çok şükür politikacı değilim. Büyürken öğrendiğim en önemli laflardan biri; bir kişiyi besleyebilen, iki kişiyi de besleyebilir. Onları tehdit olarak görmek düştüğümüz en büyük hata. Bu insanlar bildikleri her şeyi terk ederek daha iyi bir yaşam umudunun peşinde yollara düşüyorlar. Bu cesareti, potansiyeli doğru yere kanalize edip faydalanmak gerek. Onları yük olarak görmek, onları çemberin dışında bırakıyor.  Amal tüm bu yaşananları biraz olsun değiştirebilir mi?  Amal’ın böyle bir gücü olmasa da, hikayeyi sorgulatabilir, hikayeye meydan okuyabilir. Baştan kaybedilmiş bir savaş gibi gözükse de, bir değişim yaratmaya çalışmak çok önemli. Yahudi tarafımdan öğrendiğim çok önemli bir kavram vardır; “Bir kişinin fikrini ve kalbini değiştirmek, dünyayı değiştirmek demektir.” Ben de bu 8 bin kilometrelik yürüyüşte, bir kişinin bile fikrini ve kalbini değiştirirsem başarmış sayılırım.