25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
07.01.2022 04:30

Bir mimarla bir müzisyenin toprakla aşkından doğan...

Hayatım inşaat gürültüsünden kaçmak ve bitmeyen projeler, yenilenmeler tarafından kovalanmakla geçti. Urla’da etrafı zeytinliklerle çevrili, inşaatı sırasında büyük bahçesindeki yüz yıllık ağaçların özenle korunduğu evimi ilk gördüğümde çok sevmiştim. Şehirden ve gözlerden uzak, sakin sabahlara uyanmak için idealdi. Burada güzel güzel yazar, yaşar giderim diyordum.  Şehir hayatımda her yeni kitaba başladığımda yanımda yöremde, alt katımda, üst katımda bir tadilat, bir temel atma gümbürtüsü, bir delme titremesi başlardı. Kaçamazdım o inşaat sesinden. Hiçbir şey yoksa çim biçme makinesi, elektrikli budama testeresi vs bulurdu beni. Kaçmak çözüm değilmiş. Doğru, kaçan kovalanıyormuş. Kaçtığım beni her yerde yakaladı. Bu sabah da öyle bir sabah. Dört yanımızdaki sitelerde inşaat işi hız kesmeden sürüyor. Demir kesiliyor sanırım. İyi oldu İstanbul’u terk ettiğimiz(!)  Ama belki de benim şarkım budur. Belki de bu ses sosyal canlı insanın büyüme ve gelişme rutininin müziğidir. Zaten artık eskisi kadar takılmamayı öğrendim. Şimdilerde anlıyorum ki beni mutsuz eden şehrin gürültüsünden çok entelektüel uğultusu, bulaşıcı memnuniyetsizlik vızıltısıymış.  Gerçekten de memnuniyetsiz insanların biteviye sesleri demir kaynak makinesinin çıkardığı kulak tırmalayan cıyırtılara benzemiyor mu? Şikayet ederek bir demir gibi güçlenen mutsuzluk ağları inşa ediyor o sesler.  “Bir çözüm önerin yoksa eğer veya o çözümü uygulamaya bir dermanın yoksa hiç mızmızlanma” demişti bir büyüğüm. “Sızlanıp duruyorsun. Ya daha iyisini yapmak için ayağa kalk, hareket et  ya da sus.” Doğruydu. Sızlanma, söylenme, o uğultuya katılma. Yolunu değiştir. Yerini değiştir. Beğenmiyor musun daha iyisini yap. Yapamıyor musun; öğrenmeye çalış. Öğrendiğini paylaş, aktar.  *** Bilge Bengisu Öğünlü ve Reha Öğünlü çifti o bir şeyi değiştirmek, yeniden başlamak için cesurca ilk adımı atanlardan. Aşağı yukarı bir yıldır Oksijen’de Urla-Çeşme Yarımadası insanları üzerine yazılar yazıyorum. Yazdıkça tanıdığım bu insanların emekleri, hikayeleri sadece bana değil eminim okuyan pek çok kişiye ilham verdi.  Bugüne dek kayda düştüğüm Urla hikayelerinde söz döner dolaşır Bilge Hanım ve Reha Bey’e gelirdi. Bir süre sonra anladım ki Urla’da 2000’leri ikisinin kendi hayatlarında bir değişime karar vermeleri başlatıp şekillendirmişti. Sızlanmayan, söylenmeyen, yola çıkan, öğrenen, öğrendiğini uygulayıp sonuçlarını paylaşan, güçlendikçe güçlendiren bir çift bugünkü konuklarım.

Bilge Bengisu Öğünlü ve Reha Öğünlü. Urla hikayelerinde söz hep dönüp dolaşır, onlara gelir.
Bilge Bengisu Öğünlü ve Reha Öğünlü. Urla hikayelerinde söz hep dönüp dolaşır, onlara gelir.
Bilge Hanım da Reha Bey de İzmir çocuğu. Bilge Hanım Ödemiş’te büyümüş. (Geçen hafta  bu sayfanın konuğu olan mimar Sedef Tunçağ’ın kuzeni) Amerikan Koleji’nde bir lise öğrencisiyken Reha Bey okulu çoktan bitirmiş Alaçatı’da sörf yapan ve profesyonel gitar çalan havalı bir delikanlıymış. Lisede başlayan aşk Bilge Hanım mimarlık okurken de devam etmiş. Okuldan sonra Bilge Hanım çalışma hayatına İstanbul’da başlamış ama İstanbul’un yaşam karmaşası ve ücret politikalarıyla mutsuz olunca mesleğine Amerika’da devam etme kararı almış. Ağabeyinin desteği ve ön ayak olması ile Michigan’a gitmiş. Bilge Hanım Amerika’ya gittikten sonra Reha Bey Türkiye’de kendi grubuyla müziğini, Çeşme’de tutkuyla sörfünü yaparken özlem o kadar büyümüş ki, gözünü karartıp toplamış bavulu düşmüş yollara. “Sevdiğim şeyleri yapıyordum evet. Ama ne yaparsam yapayım aklım hep Bilge’deydi” diyor. Amerika’da evlenmişler ve tam 16 yıl orada yaşamışlar. Kurdukları hayat fena da değilmiş hani. Karı koca ikisi de gastronomiye ilgili, kendileri gibi arkadaşlarıyla sofralar kurup, keşif gezilerine çıkarak ufuklarını genişletmeye başlamışlar.  “Orada iyi, kaliteli şaraba ulaşmak buradaki kadar pahalı değil. Seyahat olanakları da daha kolay. Napa Vadisi’ne seyahatlerimizden birinde ‘keşke biz de yapsak’ düşüncesi belirdi” diyor Bilge Hanım. Reha Bey ekliyor: “Bisikletle gidip geliyordum işe. Bir gün eve gittim, sahi hayat hep böyle iş-ev arasında mı geçecek diye sordum” Dönmek fikri kafalarında giderek güçlenirken sonunda o adımı atmaya, yola çıkmaya karar vermişler. Bilge Hanım’ın babası CHP eski İzmir milletvekillerinden avukat Kaya Bengisu ve annesi de heykel sanatçısı İlhan Bengisu. Bilge Hanım büyürken siyasetin ve sosyal yaşamın karmaşasından yorulan anne ve babası hafta sonları Çeşme ile Urla arasındaki Tatar Köy’e, oradaki  küçük evlerine sığınıp orada vakit geçirirmiş. Konfordan uzak köy evinde olmaktan çok mutlu olurmuş Bengisu çifti. Mum ve ocaktaki alevin ışığında annesi çay kaşığıyla seramik, heykel yaparken babası da “Kökteki hareket” adını verdiği ağaç kökleriyle eserler ortaya çıkarırmış. Bilge Hanım’ın gençliğinde eve döndüklerinde “Siz yine Tatar kokuyorsunuz” diye sızlandığı o kokuyu bugün sızılı bir gülümseyişle “Tatar kokusu dediğimde ocaktan üstlerine sinen is ve keçi kokusuydu” diye açıklıyor. İşte o meşhur Tatar Köy gün geliyor Bilge Hanım’ın da kocasıyla birlikte üreterek büyüteceği mutlu bir hayatın başlangıç merkezi oluyor. 2002 Anneler Günü sabahı. Bir gün önce uçaktan inmiş Tatar Köy’deki o küçük evde ilk uykularını uyumuşlar. Bilge Hanım’ın annesi eve çok yakın bir bağ diktirmiş Bilge Hanım ve Reha Bey için. Bir hediye. Bir anne öngörüsü belki. Ya da bir emanet. Mart’ta dikilen bağ çubuklarının o gün sulanması gerektiği için annesi “Hadi kalkın, bağa gidiyoruz” diyerek uyandırmış onları. Uyanır uyanmaz hep beraber tarlayı sulamaya gitmişler.  “Hayatımın bir gün öncesi ofisteyken, idari izin alıp yola çıkmışken ertesi sabah tarlada taşın toprağın içinde kazı yapıyordum. Hayat kendi bildiği yoldan gidiyor işte” diyor gülerek.  “Urla, hayalini kurduğumuz o  hayat için bize yol veriyordu aslında. Basit çok basit bir köy evine yerleştik. 3 aylık bir idari izin almıştım. Deneyecektik. Olmazsa döneriz diyorduk. O vakit henüz burada bağcılık, şarapçılık yoktu. İlk biz olacaktık. Eğer başarırsak… Hem yasal prosedürü öğreniyor, öğrendiklerimizle de yol alma mücadelesi veriyorduk. Sadece yasal meseleler değildi öğrendiklerimiz. Bağı, bağcılığı, toprak ve üzümle dost olmayı, onu şaraba çevirmeyi öğreniyorduk. Bu şahane toprak izin vermese olmazdı. Havasıyla suyuyla eski antik bağların verimine kavuşmak istiyordu sanki. Burada hangi üzümler, ne sonuç verir bunu öğrenmek hayli zaman aldı elbette. Bu arada Urla’nın yerlisiyle kaynaşıyorduk. Çiftçiyle, esnafla, köylüyle kaynaştıkça sohbetlerimiz ilerledikçe sadece bizim değil onların kazançları, ürünleri ve emekleri de değerlensin diye çalışmaya başladık.” Sonra işler giderek ciddileşmiş ve büyümeye başlamış.  Bugün zeytinyağından, şaraba, yerel mutfağa varana dek bu alanlarda emek veren kimle konuşsam,  hepsinin hayatında önemli bir gelişmeye neden olan birinden bahsediliyor. Carlo Petrini!  Bilge Hanım şöyle anlatıyor: “2006 Ocak ayının ilk günlerinden birinde, Urlice küçük bir aile işletmesi olarak kapılarını daha henüz açmıştı ki, bizler ve dünya için çok önemli bir şahsiyeti, Slow Food hareketinin fikir babası ve kurucusu  Carlo Petrini’ yi bir akşam yemeği için ağırlama şansını yakaladık. Gıda geleceğinin korunabilmesinde ufacık bir işletme veya tek başına bireyler de olsak, küçük şeyler yaparak,  büyük yanlışları düzeltebileceğimiz ümidini ruhumuza aşılayan bu muhteşem şahsiyete ne ikram edebilirdik?  Tabii ki çok telaşlandım… Yanlış hatırlamıyorsam, otlu börek, balıkçı usulü fırında gopez, ve bahçedeki sert Ankara armuduyla hazırladığım kırmızı şaraplı ve kaymaklı armut tatlısı yapmıştık. Şarap olarak da o sene ilk defa denediğimiz Sultaniye-Misket kupajını sunmuştuk ki Petrini özellikle bu ikisini çok beğenmişti.” Carlo Petrini’nin ziyareti sonrasında  Bilge Hanım sadece kendi bağları ve şarapları için değil Urla’da bölgenin kalkınması, tarımın sürdürülebilir olması, geleneksel lezzetin korunup yaygınlaşması için projeler geliştirip çalışmaya başlıyor. 2009 yılında Doğal Sofra Urla Gönüllüleri’ni Urla Ot Festivali, Enginar Festivali, yöresel tohum takasları gibi girişimlerin ardından Urla Bağ Yolu projesinin de kurucusu oluyor Reha Bey’le. Bugün hemen hemen bölgedeki tüm üreticilerin üyesi olduğu Urla Şarap Üreticileri ve Bağcılık Derneği’nin rutin buluşmalarını Instagram’dan takip ediyor çok imreniyorum doğrusu. (Birliklerine maşallah demek istiyorum.)  “Peki Petrini bugün gelse neler pişirirdiniz?”  diye soruyorum. “Şimdi olsa…. Aklıma ilk gelen Urla usulü bir balık çorbası ile başlangıç yapmak olurdu. Adabeyi, kırlangıç ve iskorpitten, pirinç ve domates ile yapılan bu çorbadan sonra da ara sıcak etli köfte ve yine el açma hamurdan otlu börek  olabilirdi. Etli köfte Urla’da hala Nakşalılar’ın (Naksos Adası’ndan Urla’ya göçenlerin) bulabilirlerse, av eti (tavşan) ile yaptıkları bir lezzettir. Et satır sıyırma kıymadan az daha iri olacak şekilde doğranır ve lalanga da denilen bir un bulamacı ile köfte haline getirilip yağda kızartılır. Ana yemek için herhalde kuzu eti tercih ederdim. Bu yarımadadaki kıvırcık kuzunun eti bir başka lezzetli oluyor, hele hele beyaz şarap ve arapsaçı ile pişmişse... Tatlı olarak yine geçen seferki gibi, mis gibi Afyon kaymağı ile taçlandırılmış; kırmızı şarap içinde hafifçe haşlanarak şeker, tarçın ve yıldız anason ile tatlandırılmış, Ankara armudunu tercih ederdim. Sanırım o da bu seçimden mutlu olurdu.” Bu yanıttan da anladığınız üzere öğrenmekten büyük haz alan Bilge Hanım iyi de bir yemek araştırmacısı.
Urlice 2006 başında küçük bir aile işletmesi olarak kapılarını açtı...
Urlice 2006 başında küçük bir aile işletmesi olarak kapılarını açtı...
*** Kayıt cihazımı şu anda dinlerken sık sık gülümsediğimi fark ettim. Buluştuğumuzda günlerden pazardı ve güneşli bir öğleden sonra şömine başında oturuyorduk. Urlice servise hazırlanıyordu. Bağlara karşı kurulu masalar çoktan dolmuştu. Urla’daki söyleşilerimin çoğu gazete için bir parça resmiyetle başlar sonra kayıt cihazını unuturuz komşu komşu sohbete dalarız. Yine öyle olmuş.  Matematiğin müzikten sinemaya, gastronomiden mimariye hayatın her alanında mutlak bir gücü olduğunu, mühendisliğin bir düşünce ve okuma biçimini şekillendirdiğini, içinde bulunduğumuz taş eve yapılan eklemeleri,  yıllanmaya müsait şarapları konuşurken Reha Bey “Mahzeni gösterelim mutlaka” diyor Bilge Hanım’a. Kayıt orada kesilmiş. Eski tip toprak mahzendeki kayaları, katmanları yıllardır el sürülmemiş, tozlu şişeleri görmek beni çok etkilemişti. Ben hayranlıkla gördüklerimi hafızama kaydederken Bilge Hanım, kaya katmanları içinde siyah kalınca bir çizgiyi işaret ederek “Burası Santorini adasında 1600’lü yıllardaki yanardağ patlamasından buraya ulaşan kül tabakasıymış” dedi. Ürperdim. Santorini’ye seyahatim sırasında tırmandığım o tepelerden buraya, bu zemine inen küllerin yarattığı felaket kim bilir ne büyüktü.  O gün sohbetimizde adı sıkça geçen Prof. Dr. Yunus Emre Kocabaşoğlu  şarap üzerine derslerini dinlediğim ilk uzmandır. O ilk gün ilk derste “Üzüm ne kadar acı çekerse o kadar lezzetli bir şarap verir” demişti. Kaya katmanlarına bakarken o gün, o ders geldi aklıma bir kez daha.  “Ege, güzelliği ve görkemi acıdan gelen bir toprak” diye düşündüm. Bereketi de bu tsunamilerle, volkanların külleriyle, depremlerinin şiddeti ile harman ve katman olan toprağından geliyor…   *** Üst kata çıkıp, şömine başına geçtiğimizde Reha Bey’in seçtiği peynirler ve Bilge Hanım’ın özel çocuklarından Cabarnet Sauvignon-Shiraz 2017 bizi bekliyordu. Peynirden aldığım ilk ısırıkla mest oldum. Reha Bey memnun gülüyordu. Bilge Hanım “Reha üreticileri müthiş takip eder ve muazzam ürün seçer. Esnafla müthiş bir ilişkisi vardır. İkimiz de aslında bu ilişkilerimize önem veririz. Dertten halden anlamak, anlaşılmak ancak böyle mümkün” diyor. Bir mimar ve bir müzisyenin toprakla aşkından doğan çocuklardan birini yudumluyoruz. Reha Bey’e Amerika’da İngilizce bilmeyen Sicilyalı yaşlı bir kadının İtalyanca bağırarak öğrettiği  pizza sosu ve hamurun sırrı ile yapılan müthiş pizzalardan biri geldi o sıra.    Pizzanın gelmesiyle kayıt cihazını kapamayı bile unutmuşum. Farklı hayatlardan çıkıp, Urla’da buluşan, kendi sevdiği işi yapıp, hayalinin somut sonuçlarını başkaları ile paylaşmaktan mutluluk duyanlar ekonomik, siyasi rallinin, ısı değişiminin, göçlerin getirdiklerine ve götüreceklerine dalmışız. Hayatın götürdüklerini listelemek kolay. Artırdıklarına da insanın gözü her şeye kolay alıştığı için belki de saymayı bırakıyoruz. Bilge Bengisu Öğünlü ve Reha Öğünlü hayatın getirdiklerini çoğaltmaya vermiş, bütün şefkatlerini toprağa, bağlarına ve çevrelerindeki insanlara pay etmişler. Birbirleriyle çok kavga etmişler, çok anlaşmışlar. Urla’nın şahane rotasının ilk durak kurucularına, Urlice  bağlarına ve bağlara emek verenlere büyük şükranla…