20 Nisan 2024, Cumartesi
23.07.2021 04:30

Boğaziçi’ni anlamak

Melih Bulu devri kapandı. Ancak ne kadar yanlış sonuçlar verebileceğini gördüğümüz prosedür, yeni rektörün belirlenmesi için bir kez daha işletilecek

15 Temmuz sabahı uyandığımda telefonumda neşeli emojilerle bezeli tebrik mesajlarıyla karşılaştım. Gece yarısı Resmi Gazete’yi kontrol etme huyu olan arkadaşlarımız (başka ülkelerde böyle bir hobi var mıdır bilmiyorum) Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğünden alındığını, “geldiği gibi gittiği”ni görmüşler ve gerçek bayram kutlamalarına başlamışlardı. Üniversite, rektörlük binasına sırtımızı döndüğümüz fotoğrafları paylaştığım tweetlerin altına “ben olsam bunları çoktan işten atmıştım” türünden yorumlar bırakan trollerin sandığının aksine, kararları patronun verdiği bir şirket değildir. Emir-komuta zinciriyle yönetilen bir askeri birlik de değildir. “F tipi” bir cezaevi de değildir. Ne öğretileceğinin “yukarıdan” kelime kelime dikte edildiği bir ortaöğretim kurumu da değildir. Üniversite bunlardan farklı bir şeydir; hayatı boyunca gerçek bir üniversite görmemiş insanların Boğaziçi’nde ne olduğunu anlamaması da doğal karşılanmalıdır. Melih Bulu, iki vakıf üniversitesinde rektörlük yapmıştı. Boğaziçi’nden yüksek lisans ve doktora derecesini almıştı, yani kuruma çok yabancı değildi. Ama Boğaziçi Üniversitesi’nde tutunamadı. Neden? Dünyadaki farklı örneklerin ortak yanlarına odaklanırsak, gerçek bir üniversiteye rektör olabilmek için şu iki şeyin gerektiğini görürüz: 1. O okulun hocası olabilecek düzeyde akademik liyakat sahibi olmak. 2. Üniversitenin rızasını alabilmek. Bulu’nun liyakati hakkında çok bir şey yazmak istemiyorum. “Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör olmak 22 yıldır hayalimdi” sözüyle geçmişte birçok üniversitede çalışmasına karşın Boğaziçi’nde hiç hoca olmamasını bir araya getirirsek resim ortaya çıkıyor. Üniversitenin onayını alma şartını sağlayamadığı da belli.

2016’ya kadar durum farklıydı

Üniversitenin onayını almak neden şart? Çünkü üniversiteler özerktir. Rektörlerini kendileri seçerler. Bu 13. yüzyılda İtalya’da da böyleydi, geçen asırda bizim ülkemizde de. 2016’da olağanüstü hal fırtınasında YÖK Yasası’nın ilgili hükümleri uçana dek üniversitede sandık kurar, altı aday seçer, Ankara’ya yollardık. Şimdiki halimiz olağanüstü bir hal, normal değil. 15 Temmuz’da Bulu devri kapandı. Boğaziçililer kendisiyle pek muhatap olmak istemediği için Bulu’nun uzun arayışlardan sonra bulabilip rektör yardımcılığına atamış olduğu kişilerden biri, vekâleten rektör makamına atandı. Ne kadar yanlış sonuçlar verebileceğini yaşayarak gördüğümüz tuhaf prosedürün yeni rektörün belirlenmesi için bir kez daha işletileceği açıklandı: Kendisini Boğaziçi rektörlüğüne layık gören vatandaşlarımız basit bir form doldurup YÖK’e gönderecekler, YÖK listeyi neredeyse hiçbir inceleme yapmadan (hocalardan biri, kendisine mülakatta sadece “kaç çocuğun var?” diye sorulduğunu söylemişti) cumhurbaşkanına iletecek, cumhurbaşkanı da atamayı yapacak. Aslında bu süreci bile anayasa emri olan “bilimsel özerklik” ile bağdaştırmak mümkün. Tek yapılması gereken, aday olanların medenice bunu ilan etmeleri ve üniversiteden peşinen güvenoyu istemeleri, Ankara’da da bunun dikkate alınması. 

Burası düşman toprağı değil

Ben kime güvenoyu vermeyeceğimi biliyorum. Yok yere hapis yatan öğrencilere bir de disiplin suçu icat etmek için çırpınan, bir gece yarısı, kuruluşundan beri adıyla hiç bağdaşmayan adımlarla ilerleyen “hukuk” fakültesine “yabancı dil puanı 100 üstünden 50 olsa yeter” diyen araştırma görevlisi alım ilanı vererek Boğaziçi tarihinde yeni bir sayfa açan, akademik utanç vesilesi skandal kararlarla hocaların üniversiteyle ilişkisini kesmeye kalkan, kurumumuzu demir parmaklıklarla çevrelettiren, okula gereksiz yere daha çok güvenlik görevlisi alayım derken adaylara “boy uzunluğunun cm cinsinden son 2 rakamı ile kilosu arasında farkın 10’dan fazla 13’ten az olmaması” koşulunu koyarak (hiçbir sayı “10’dan fazla olmama” ve “13’ten az olmama” şartlarını aynı anda sağlayamayacağından) kendi kendini imha eden bir ilanı Resmi Gazete’ye yollayan, okulun öğretim üyelerini kapıdan içeri almayan, içerideki öğrencilerini de güvenliklere dövdürerek dışarı attıran ekipten kimseye verecek oyum yok. Bir düşman toprağından söz etmiyoruz. Ülkenin gurur duyması ve örnek alması gereken, değer katan, Anadolu gençlerinin hayatını değiştiren, pamuklara sarılası bir kurumundan söz ediyoruz. Bu yüzden Boğaziçi’ni “fethetmek” saçma bir ülkü, yapanın başarı hanesine yazılacak bir şey değil. Boğaziçi’ni anlamak gerek. Bir an önce normale dönüp bu kâbusu geride bırakmak için herkes kendine düşeni yapmalı.