20 Nisan 2024, Cumartesi
30.07.2021 04:30

Denizler ne zaman hepimizin olacak?

Editörüm mesaj atmış. “Bayramda sizin oralar nasıldı?” diye soruyor. Vallahi ben Urla’ya yerleştiğim ilk yıl anladım ki böyle uzun ulusal tatiller sırasında asla sokağa çıkmamak gerekiyor. Tatilciler gidene kadar stoklu yaşamak, denize girmek ya da akşam yemeği buluşması gibi eylemleri ertelemek, mümkünse İzmir’e hiç gitmemek lazım. Zira gidersen saatlerce dönemeyebilirsin. Bu yıl sanırım pandemi nedeniyle uzun kapanmanın sonrasındaki bıkkınlık ve yeniden kapanma ihtimalinin de kapıda olması tatilcilerin büyük motivasyonuydu. Hepinizin takip ettiği üzere tatil beldeleri dolup taştı. Bayramın ikinci günü Çeşme Marina’da bir imza günüm vardı. Trafik nedeniyle evden vakitlice çıkmamı istedi imzayı düzenleyen yetkililer. Çeşme’deki trafik ve kalabalıkla ilgili duyduklarım nedeniyle endişeliydim. Fakat ne de olsa İstanbuldan gelmişim, ömrümün çok ciddi bir kısmı yollarda geçmiş, trafiğe onca şerbetliyken bir bayram yoğunluğu bana ne yapabilir ki diye düşünerek yola çıktım. İnsan hakikaten her duruma çabucak alışıyormuş. Sanki o eski İstanbullu şoför ben değilmişim gibi Alaçatı girişinde yarışan 34 plakalı iki spor aracın arasında aklım çıktıktan ve gişelerden zar zor geçtikten sonra önüme atlayan, sağdan soldan burun çıkaran, neredeyse hiçbir kuralı tanımayan farklı plakalı araçların arasında ter içinde kaldım. Anladım ki söylenenler doğruymuş. Bayram tatili sırasında Çeşme’nin günlük ziyaretçisi 1.000.000 (bir milyon) kişiyi aşmış. Alaçatı’nın aslında 10.000 kişinin yaşam akışını taşıyabilecek bir kasaba olduğunu söylersem on binlerce, yüz binlerce insanın ziyareti ile neler olup bittiğini, sonuçlarını tahmin edebilirsiniz sanırım. Sayıları milyonu bulan tatilciler doğal olarak araçları ile ilçeye geldikleri için, gördüğünüz bildiğiniz üzere, daha şehir girişinde oluşan yoğun trafik neredeyse durma noktasına gelmişti. Bir şekilde İzmir’e girmeyi başarıp şehrin tatil beldelerine dağılan ziyaretçiler yetersiz otopark sayısı nedeniyle araçlarını buldukları her boş alana park ettikleri için sokaklarda yürümek imkânsızdı. Tabii ki her yıl kısa sezon içinde bütün kazancını çıkarmaya çalışan işletmelerin artmasıyla sorunlar da arttı, artıyor. Vale sorunu büyüyor da büyüyor. Alaçatı’da insanların kendi evlerinin önüne park etmelerine engel olmaya kadar varabiliyor bu sıkıntı. Tabii ki bu bayramda da elektrik, su, kanalizasyon altyapısı bu kalabalığı kaldıramadı. Su ve elektrik kesintileri bir yana, var olduğu anlarda bile ne klimaları çalıştırmaya ne yemek pişirmeye yeter gücü oluyordu. Anlık çözümlerle onarılan ama bugüne dek gerçek yenilenmeye gidilemediği için Alaçatı’nın bayramdaki bir başka büyük sıkıntısı da kanalizasyon patlaması oldu. Kalabalığın bir arada olması ve her ânı ölümsüzleştirmek için bağlandıkları sosyal medyaya eşzamanlı yüklenmeleri üzerine dev telefon ve internet şebekeleri sapır sapır döküldü.  Bütün bu saydıklarım zaten bildiğiniz, belki bir tatilci olarak sizlerin de mağdur ve tanık olduğu hadiselerdi. Ama bu ve bundan sonraki yılların en büyük canavarı olağanüstü ve akıl almaz pahalılık olacak. Denizler zaten çok uzun zamandır halkın değil. İşletmelerin. Birilerinin. Ve eğer siz bütün engelleri aşıp sadece denize girmek için bir tatil beldesine ulaşmayı başardıysanız, bunu yapabilmek için de belki tüketici kredisi çekmeniz gerekecek. Kapıda giriş ücreti, sonra içeride belli bir limitte harcama yapma sözü ve şezlong için ayrı bir bedel ödemeyi kabul etmelisiniz. Mesele bununla da bitmiyor. Sabrınız ve paranız var, güçlüsünüz, o denize atlamak için motivasyonunuzu hiç kaybetmediniz. Ama yine de denize girme şansınız olmayabilir. Aslında işin şahane özetini Kaan Sekban geçen hafta yayınladığı  “Bazı Alaçatı beach’lerinde son durum” başlıklı videosunda yapmış, bitirmiş. Rezervasyonunuz olsa da içeri girişiniz sizi mekânlarına layık görüp görmemelerine bağlı olan kapı çalışanlarını, müşteriler, mağdurlar ve zafere ulaşanları hicvettiği videosunun sonuna bayıldım: “Tabii ki sizin de girebileceğiniz denizler var. Çok nezih ve çok yakın halk plajları var. Epey yakın. Yalova’da filan. Oraya gidin. Yeni İzmir-İstanbul otobanından iki saatte oradasınız. Buraya vereceğiniz paranın üçte birini otobana verin. Gidin, orada denize girin.” Kaan Sekban’ın yeni tek kişilik gösterisi 9 Ağustos’ta Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda. Urla’da mahalleden komşum olan sevgili Kaan’ın yeni hikâyelerini bekleyin. O gece orada olabilenler aslında bu yaz bu mekânlarda olup bitenlere eminim çok ama çok gülecekler. Mesele daima doğru soruyu sorabilmek sanıyorum. Kaan da hep doğru tespitlerle doğru soruları soran adam. Denizler ne zaman ve nasıl yeniden hepimizin olacak Kaan? Ne dersin?


Kalabalığın içinde bir nefes

Bayramdan önce Nalan Miri Sözer’in yeni kitabı “Levlâ”nın Artemis Yayınları’ndan çıkışı Alaçatı’da kutlandı. Kitabı kutlamak, imza almak için Alaçatı’ya gittiğimde yarımadada tanıyıp sayıp, sevdiğim kim varsa hemen hepsinin orada olduğunu gördüm. Buluşmak, ayaküstü ve mesafeli de olsa sohbet etmek çok iyi geldi.
Nalan’ın yeni kitabı raflarda...
Nalan’ın yeni kitabı raflarda...
Gecenin benim için sürprizi kitap imzasının düzenlendiği Alaçatı Bazen’in hemen yanında yeni açılan ve kutlamanın ikramlarını hazırlayan mekânın Eskişehir ve Ankara’dan çok sevdiğim Little Kitchen’ın kardeşi Apotheke’nin Alaçatı şubesi olduğunu görmekti. Özellikle Eskişehir ve Ankaralıların hamburgerlerini, patateslerini, müzik ve atmosferini çok sevdikleri Apotheke, dekoru, kokteyl bar ve mutfağı ile alışılan kalitesinden hiçbir ödün vermeden kapılarını temmuz başında açmış. Eski ve tanıdık yüzler, mekânlar görmek, hatırası da güzelse nasıl iyi gelir insana… O akşam Alaçatı’nın iğne atsan yere düşmez kalabalığından birkaç adım uzaktaki o güzel ve sakin sokakta eski dostlar, Apotheke’nin uzun ahşap masasında neler neler konuştuk.

Oradayım demek için

Özellikle Salim ve Aysen Kadıbeşegil ile karşılaşmak, müziğin ve gürültünün altında ezilmeden, güzel bir yemek yediğimiz, tarifini merak ettiğimiz kokteyller içtiğimiz ve “oh be” diyerek uzun uzun konuşabildiğimiz bir mekânda olmak ne güzelmiş meğer!
Apotheke Temmuz başı açılmış.
Apotheke Temmuz başı açılmış.
Çok eski Alaçatı sakini olan Salim ve Aysen, huzurlu bir hayat için yerleştikleri Alaçatı’nın son yıllardaki müzik ve gürültü kirliliği ile epey mücadele ettiler, ediyorlar. Giriş ve şezlong parası olmadan denize girilebilecek yerlerin neredeyse hiç kalmamasını, koyların, kumsalların ticarileştirilmesini, her şeyin ama her şeyin fahiş fiyatlarla sunulmasını ama bütün bunlara rağmen insanların o parayı vermeyi göze alıp Türkiye’nin dört bir yanından akın akın gelmesini, gelebilmesini konuştuk. “Instagram’da tek fotoğraf için hepsi. Oradaydım demek için. Orada olmak, o tatili içine çekmek için değil. Bütün vakit en iyi fotoğrafı ararken geçiyor muhtemelen” dedi masadakilerden biri. Bir tercih meselesi elbette. Ama sizin yerinizde olsam Alaçatı’yı sonbahar ve ilkbaharda yaşamayı denerim bir de. Bakın ne kadar farklı bir deneyim yaşayacaksınız. Apotheke’nin kaderi kitaplardan ve yazarların yolundan geçiyor sanki Alaçatı’da. O akşam da masamızın Alaçatı’dan sonraki ana konusu, Salim Kadıbeşegil’in “İtibar Yönetimi” isimli kitabıydı. Hayatımdaki en önemli on kitap arasındadır. Son kitabını henüz okumamıştım. O gece “Patronlar, CEO’lar ve Üst Düzey Yöneticiler İçin Kurumsal Dersler” isimli kitabını da koltuğumun altına koymuş oldum. Çok sevdiğim eşi Aysen Hanım’la Alaçatı’nın toz toprak içindeki eski halini, ot festivalinin ilk yılını, ilk yemek yarışmasındaki birinciliğini, diğer yemeklerini, insanların birbirine bilerek veya bilemeyerek nasıl bir etkisi olduğunu konuşurken bir baktık ki biz yepyeni kitaplar tasarlamaya başlamışız.
Aynı mekan, ikinci kitap kutlaması.
Aynı mekan, ikinci kitap kutlaması.
Saatlerce sohbet ederken çok uzun yıllardır Alaçatı içinde bir mekânda bu kadar uzun süre oturmadığımı fark ettim. Sokağın sakinliği ve Apotheke’nin süper tatlı garsonu Gökhan  Boyalık ile işletme müdürü Zafer Diker’in bir masada durmaksızın konuşan, orada olduğu için mutlu olan müşterilerine gösterdikleri ilgi alaka da etkiliydi bunda. O çok beğendiğimiz güzel menüyü Firkan Gülaydın yapmış. Şef Recep Aksu o güzel tabakları çıkarırken, Kemal Güngör de o güzel kokteyllerin sorumlusu  imiş. Şahane müzikler de Mehmet  Cantürk’ten soruluyor.  Alaçatı’nın içinde olup o nefes aldırmayan kalabalıktan uzak, çok tatlı bir sokakta Apotheke. Adı Almanca “eczane” anlamına geliyor ama dedim ya kaderi kitaplarla, yazarlarla eş gidiyor gibi. Belki de Alaçatı şubesinin adı Bibliothek (Kütüphane) diye değiştirilebilir. Şaka tabii. Fakat  birkaç gün sonra Uzm. Psikolog Hilal Aydın Özcan’ın yeni kitabı “Yaşam Aynasını Kendine Çevir”in çıkışını kutlamak için yine oraya gittik. Sevdik ya bir kere. Bir kitap kutlaması daha...

Daldan dala Alaçatı

İlk gittiğim o akşam dışarıdaki masalardan birinde oturduğumuz için mekânın asıl neşesinin içeride olduğunu anlamamışım. Öte yandan da yıllar var ki müzik dinlemek için bir mekâna gitmedim. Kızım, kardeşim Hilal ve ben, yani iki buçuk kuşak diyelim, aynı şarkılarla eğlendikçe, eğlenebildikçe mutlu oldum. Bu yazım daldan dala Alaçatı ile doldu ama yaz bitmeden eğer Alaçatı’ya giderseniz beni dinleyin ve Hacı Memiş mahallesinin en sakin sokağındaki Apotheke’de deniz mahsullü bir makarna yiyin. Eski arkadaşlarınızı çağırın. Yemekte gelip geçenin sizi ezme ihtimali olmadan rahat rahat sohbetinizi edin. Sonra içeri girin ve genç güzel günlerin hatırasına eğlenin. Mustafa Sandal “Gidenlerden”i söylesin, Nilüfer “Of Aman Aman” diye devam etsin. Sadece Türkçe çalmıyorlar, sizi kendi tercihimle yanıltmayayım. Evet, bayram öncesi ve sonrası haller böyleydi. Haftaya size bir deniz hikâyesi anlatmaya hazırlanıyorum.