29 Mart 2024, Cuma
13.08.2021 04:30

Derin aidiyet

Neyiniz var? Soruyu soran doktor değilse, rahatsızlık ve şikayetlerden çok sahip olunan mallar akla gelir. Bir dönemin meşhur evlilik programlarındaki gibi evler, arabalar, yazlıklar, bankadaki paralar, yastık altındaki altınlar… arasında sahip olunması en önemli görülenler akla geliverir. Özellikle geçtiğimiz yüzyılda mutluluğun en büyük unsuru olarak başarı gösterilmiş. Ama başarının neye bağlı ve neye göre olduğu tanımları epeyce dalgalanmış olsa da sonunda mutlaka sahip olunanlara bağlanmış. Mal mülk sahibi olmak kadar, onları da sağlayacağına inanılan ünvanlara, mevkilere, rütbelere sahip olmak da başarı dolayısıyla mutluluk göstergesidir. İyi ev, iyi otomobil, iyi saat, iyi çanta-ayakkabı, iyi takı ziynet, iyi kılık kıyafet, iyi bilinen eğlenceye sahip olmak da başarı ve mutluluk göstergesidir.  Buradaki “iyi”ler ile maliyetleri arasında sağlam bir ilişki olması da kaçınılmazdır. En büyük oda, şirket arabası, telefonu, toplantı masasındaki oturma konumu, açık ofiste küçük de olsa cam bölmeli özel mekan, havalı taytıl, hatta tanımı net olmasa da ‘kurumsal şirket’te çalışarak, iyi bir karta adının yanında çok bilinen ve saygın bir kurumun logosu olması (mümkünse kabartma). “Ekibim” diye bahsedecek alt kadroya sahip olmak, başkan olmak… Havaalanı salonunda ‘Başkaaan” diye bağırın bakalım dönmeyen kafa kaç tanecik. “Olmak” için mutlaka sahip olma zorlaması. Yıllarca okumak, soluksuz tatilsiz çalışmak, “adam olmak” aslında bir “sahip olma” maratonu. Kısacası insanın hayali bir ev ile bir ünvan arasına sıkıştırılır. Ömür boyu mutluluk diye peşinde koşulur.  “Parayla saadet olmaz” düsturu bir züğürt tesellisi gibi görünür. Ama özellikle pandemi dönemi de bir kere daha gösterdi ki çok şeye sahip olmak kesmiyor. Aylarca kimse Ferrarisini, Bugattisini garajından çıkaramadı; beş haneli rakamlara satılan çantalar, takılar, ayakkabılar dolaplarda kaldı. Müdür, başkan yardımcısı, koordinatörler paşası ünvanları, bilgisayar ekranı toplantılarının ızgaralarına sığan eşofmanlı, fanilalı kalabalık arasında kaynayıverdi. Hiyerarşi erozyona uğradı. Kocaman evlerde, küçük apartman dairelerinde, filiz bırakılmış sıvasız yapılarda herkes yalnız kaldı. Teknolojinin bütün nimetlerine rağmen. Daha doğrusu yalnızlığı daha derin hissetti. Yalnızlık zaten derindi. Onlarca katlı plazalar, iş merkezleri, sanayi siteleri, binlerce kişinin çalıştığı kurumlar ya da birkaç kişinin çalıştığı binlercesinin arasında kaybolan küçük yapılar… hangisinde çalışılırsa çalışılsın pek az kişiyle insani ilişki olanağı kaldı. Bin daireli siteler, bin kişi ile yapılan toplu taşıma yolları, merhaba bile zor denen, kimsenin komşusuna yeni yaptığı özel yemekten bir tabak göndermediği şehir hayatı. Son elli yılın göçüyle yerleşilmiş metropolde en fazla iki nesildir olmanın köksüzlüğü. Bir dönemin “kasaba-şehir dayanışma dernekleri”nin zamanla batakhanelere dönüşüp yok olması. Kalabalık alışveriş merkezi, cadde, iş binası hatta asansörlerde kimsenin başkaları ile konuşmuyor olması. Yalnızlık. İliklere kadar günde birkaç kere hissedilen tek başınalık. Neyin olursa olsun. Taytılın ne olursa olsun. Neye sahip olursan ol. Çare ait olmakta. Ama neye? Hiçbir şey bulamazsan doğuştan kazanıldığı varsayılan aidiyetlere sarılırsın. Din, milliyet, memleket… İçine doğmak yeter, başka bir ön şartı da yoktur. “Memleket nere?” Sürekli savaş ve toprak kayıplarıyla farklı bölgelere göç etmiş, insanların ilişki parolası. Bu parola daha sonra metropollerin nüfuslarını her on beş senede ikiye katlayacak göçlerin sonundaki yalnız ilacı olarak da kullanıldı. Soyadlara bile yansıdı. Varna, Şumnu, Kosova, Pilevne… Sonraları, ait olunacak daha güçlü şemsiyeler gerekti. Futbol ilk güzel çare idi. Bırakın aylak, işsiz güçsüz takımını, koca patronlar bile sosyal medya profillerini ya da adlarını tuttukları takımlardan, kuruluş yıllarından, renklerinden seçtiler. Maçın ertesi sabahı şirketin en başı ile en çömezi, aynı sevinç ya da üzüntüyü paylaşabildi. Paylaşmak bir bütünün parçası olmak var olma hissini güçlendirdi. Üstelik tek bir aidiyetle yetinmeye de gerek yoktu. Sosyal medya olanakları ile pek çok ilgi topluluğuna ait olabilmek mümkün hale geldi. Eskiden bir kulübe, derneğe, topluluğa üye olurken oraya, onlara “uymak” gerekirken, şimdi insan kendine uyana ait olabiliyor. “BİZ” diyebilmenin dayanılmaz konforunu keyifle yaşıyor. Pek çok konuda, farklı kalabalıkta topluluklara ait hissediyor. Köpek seven, vegan, pul koleksiyoncusu, curling sporu seven, kutu biriktiren, tarot meraklısı, uzay meraklısı… Biri, birkaçı ya da hepsi. Farklı yoğunlukta. Sahipliklerin de paylaşımlarla farklı boyuta gelmesi, anlamı da zorluyor. Dünyanın her tarafında evinizi, otomobilinizi… İstediğiniz süreye göre kullanabiliyorsunuz. Kolektif sahiplikler farklı aidiyetler de yaratmaya başlıyor. Üstelik dar aidiyetlerin bir kısmı da anlamını yitiriyor. Ulus devletler varlıklarını, güçlerini, hükümranlıklarını güçlendirerek sürdürmeye iterken pandemi, iklim krizi, küresel ısınma pek de sınır, devlet, hükümet tanımıyor. Gelinmesin diye vize koyup, onu vermek için de sahip olduklarınızın belgelerini isteyenler, pandemi ve iklim karşısında far görmüş dağ tavşanına döndüler. Aile, iş yeri ve çevresi, şehir, ülke, bölge, kıta nezdindeki problemler yavaş yavaş anlamını yitiriyor. Küresel krizler tereddütsüz geçiş üstünlüğü kullanıveriyor. Henüz ülkeler olmasa da insanlar yavaş yavaş aidiyetlerini dünyanın, insanların, canlıların… tamamı üzerinden tanımlıyor. Sivil toplumun hızlı örgütlenme ve regülasyonu bu aidiyet doğrultusunda sorgulaması güç kazanıyor. Hiç kimsenin ya da hiçbir ülkenin sağlık ya da iklim ve benzeri krizlerden tek başına kurtulması imkansız. Bütünsel çözümler gerekiyor. Sahip olmaya dayalı her seviyedeki güç savaşının, altmış hasatı kaldığı varsayılan bu dünyada, son yarım yüzyılı galiba. Eski yüzyılın koca koca BEN diyebilme heves amaç ve şehveti yavaş yavaş faydalardan öte değerler çerçevesinde benimsenen “BİZ” diyebilme ve hissedebilme çabalarına dönüşmekte. “BİZ” farklı, çeşitli, irili ufaklı ‘biz’lerin toplamı olmak durumunda. Faydalardan çok değerler etrafında birleşen BİZler. Neyiniz var? Gökyüzünde yalnız gezen yıldızların yeryüzü yansıması mısınız? Sizce kimler BİZ? Ya ötekiler? Ait misiniz? Derinden mi?