20 Nisan 2024, Cumartesi
22.01.2021 08:00

Doğduğum ve büyüdüğüm toprak damarlarıma işlemiş

Henüz 24 yaşında, Semih Kaplanoğlu’nun “Yumurta”sı ile sinemaya hızlı bir giriş yaptı. “Başka Dilde Bir Aşk”taki duru güzelliği ve oyunculuğuyla birçoklarını kendine hayran bıraktı. Twice Born, Saf gibi birçok ödüllü festival filminde oynadı. Son 6 yıldır Los Angeles’da gözlerden uzak bir yaşam sürüyor, “yeniden başlama”yı deneyimliyor, bir yaşındaki kızını büyütüyor, pandeminin bitmesini ve film festivallerinin başlamasını dört gözle bekliyor. Söz Saadet Işıl Aksoy’da... 
Annemle babam, yıllarca çok önemli görevlerde, zor şartlarda çalıştılar. Büyürken onları çok özlemiş olsam da her zaman çalışkanlıklarıyla gurur duydum. Onların sayesinde farklı hayat tarzlarından insanlar görerek büyüdüm; her görüşten insana karşı açık ve esnek biri oldum. Onları rol model aldım, 17 yaşında iş hayatına atıldım. Oyunculuğa başlayana kadar da, birçok farklı iş tecrübe ettim.

“Yurtdışında garsonluk yaptı''

Ne gibi işler? Bir tanıdığımızın yöneticilik yaptığı yayınevinde çalıştım, bir gazetede staj yaptım, bir dönemin gençlik kanalı olan Number One TV’de iki yıl program sundum. Yurt dışında okula gittiğim dönem kısa sürelerle garsonluk yaptım. Oyunculuk hayalinizdeki meslek miydi? Ben de Türkiye’deki her öğrenci gibi, üniversite sınavı maratonunun arasında hayalini bile düşünememiş bir gençtim. Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okurken orada oluşan sosyal çevremin de etkisiyle sinema ile ilgilenmeye ve eğitimler almaya başladım. Zaman içinde sinema aşkım git gide büyüdü ve tüm enerjimi oyunculuğa aktardım. Üniversite sonrası New York’a giderek oyunculuk eğitimleri aldım, sonra İstanbul’da yüksek lisansımı oyunculuk üstüne yaptım. Sinema size ne ifade ediyor? Günlük hayatımda oldukça kontrollüyümdür. Sinema ve oyunculuk sayesinde özgürleşiyorum; kontrollü tarafımı bir kenara bırakıp gerçekten yaşadığımı hissediyorum, artılarımla ve eksilerimle kendimle tekrar tekrar barışıyorum.

Altı yıldır LA’de yaşıyor

Los Angeles'a ne zaman göçtünüz? Benim ve eşimin işleri nedeniyle, 2012 itibariyle Los Angeles’a gelip gitmeye başladık. 2015 yılında taşındık. Planımız yılın belli zamanlarını Türkiye’de, belli zamanlarını Los Angeles’da geçirmek yönündeydi. Ancak pandemiden dolayı bir yıldan fazladır Türkiye’ye gidemedik. Çok özledim. Melekler Şehri’nde yaşam nasıl? Burası Türkiye’nin hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak, bambaşka bir gezegen gibi. Çok küçük yaşlardan itibaren seyahat etmeye ve farklı ülkelerde belli süreler yaşamaya alışık birisiyim. Buna rağmen, Los Angeles’a alışmak zor oldu ve zaman aldı.

“Akdeniz insanı için zor şehir''

Hangi açıdan? Kültürel olarak Avrupa’nın herhangi bir yerinden çok farklı. Amerika’nın insan dokunuşunu kaybetmiş olduğunu tecrübe ediyorum. Her şey mekanik; iş yapma şekli de, arkadaşlık şekli de, ailevi ve duygusal ilişkiler bile zaman zaman böyle. Bizim gibi Akdeniz kültüründen gelen insanlar için anlaması zor bir kültürel özellik. Kendiniz gibi insanları çevrenize toplayana kadar, bocaladığınız oluyor. Ondan sonra, şehir “Melekler Şehri” isminin hakkını veriyor. Sokaklarda insanların sizi tanımadığı bir yerde sıfırdan başlamış gibi hissettiniz mi? İstediğimde görünmez olmayı becerebilen biriyim, bu Türkiye’de de böyle. Hiçbir zaman magazinsel bir duruşum olmadı, özel hayatımı özel tutmayı önemsedim. Sokakta tanınıp tanınmamanın benim için pek bir önemi yok. Ama tabii işe sıfırdan başlıyorsunuz. Bir çevre edinmeniz zaman alıyor. Benim hayalim başından beri o kadar net ve güçlüydü ki, sıfırdan başlama konusu sadece aşılması gereken bir teferruat oldu.

“Hayat tercihim konfor alanımın dışına çıkmak oldu''

Nedir hayaliniz? Başka dillerde, başka kültürlerde, beni heyecanlandıran hikayelerin içinde mesleğimi hayatımın sonuna kadar, hep kendimi daha ileri taşıyarak yapmak istiyorum. Devamlı güvende hissettiğiniz yerde kalmanın insanı uyuşturan bir tarafı var. Küçük yaşlardan itibaren konfor alanımın dışına çıktığım bir hayat seçimim oldu. Hangi projeleri yaptınız oraya gittiğinizden beri? Iguana Tokyo filminde rol aldım. Bir kısmı Japonya bir kısmı Türkiye’de çekildi, pandemiden dolayı çıkışı birçok film gibi aksadı. Film festivallerinin fiziksel olarak başlamasını ve ilerleyen günlerde filmimizin seyirciyle buluşmasını bekliyoruz. 

“Annelikte ruhsal çok badire atlattık''

Son bir senedir hayatınızda işinizden başka bir heyecan var. Annelik nasıl bir his? Her gün “Bir canlı bir canlıyı bundan daha fazla sevebilir mi?” diye düşünürken, ertesi gün o sevgiden de daha fazlası olabileceğini tecrübe ediyorum kızımla. Annelik tam olarak bu benim için. Anneliğinizin ilk yılını da ailece karantinada geçirdiniz. Neler yaptınız? Aile olmayı her detayına kadar tecrübe ettik. Herkes gibi zorlandık, zorlandıkça birbirimize sarıldık, sarıldıkça güçlendik, bazen yine düştük, sonra ayağa kalkmayı öğrendik. Fiziksel olarak pek hareket etmeden, ruhsal olarak birçok badire atlattık. Durmadan da şükrettik.

“Başucu kitabım: Becoming Supernatural''

Şu anda günleriniz nasıl geçiyor? Karantina devam ediyor. Uzun zamandır okuma motivasyonumu kaybetmiştim, tekrar okumaya başladım, “Becoming Supernatural”(Doğaüstü Olmak, Joe Dispenza) diye harika bir kitap okuyorum. Bir yandan senaryo okuyorum. Burada işler azalmış durumda ama proje oldukça deneme çekimleri yapıyorum. Onun dışında tam zamanlı annelik...  Göç size ne öğretti? Göç bana doğduğum ve büyüdüğüm toprağın, yetiştiğim kültürün benim damarlarıma işlemiş olduğunu, gittiğim her yere tüm bunların toplamı olarak gittiğimi öğretti. Ama bir yandan da “Ev” olgusunun bir yer değil bir his olduğunu görüyorum, yani sevdiklerimizle olduğumuz her yer ev aslında.