25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
09.07.2021 04:30

Eski elbiselerimi atarken bile içime bir hüzün çöker

"Ayşeciğim;" diye başlıyor bir mektubuna, “Bu mektubum kim bilir kaç gün fırtınalı yollarda çırpınarak gecikecek. Denizler öyle tehlikeli ki bin meşakkatle sana erişecek yazdıklarım” diye devam ediyor. Özlemini, merakını, hasret ve yalnızlık dolu yeni yılın ilk günlerini,  İzmir’den aldığı son havadisleri anlatıyor.  1 Kasım 1928’de, yani harf devriminden on gün sonra, Latin harfleri ile daktilo edilerek yazılmış bir başka mektubunun ilk paragrafı ise şöyle: “Ayşe, Eski elbiselerimi atarken bile içime bir hüzün çöker; o kadar muhafazakârım. Halbuki bugün, bilgimize temel olan bir vasıtayı –eski yazımızı- bırakırken teessüre benzer bir şey duymuyorum. Bildiklerimin çoğu eski usul üzerine kurulmuş softa ilmi olduğu halde bu yıkılıp giden sahte irfanın hasretini çekmiyorum. Arap ve Acemin karışık kaideleriyle içinden çıkılmaz bir hale gelen dilimiz ne acınacak haldeydi (...) ”  1928 yılının son aylarında yazılmış bir mektubun sonunda ise şöyle bir not var: “Eski yazı ile mektup kabul etmem, geri gönderirim. Bana bu münasebetsizliği yaptırma.” Bu mektupların hepsi Dr. Kemal Yalaz tarafından Dame de Sion Kız Mektebi’nde okuyan eşi Ayşe’ye yazılmış. Evet, yanlış okumadınız, kızına değil, eşine yazmış. Tabii o zamanlar genç Kemal henüz doktor değil. Ayşe’ye gerçek bir sevgiyle bağlı, yeni Cumhuriyet’e inancı yüksek, öngörülü ve oldukça bilgili bir genç adam.  Haydi, hikâyemizin bir parça daha başlarına dönelim. Kubalişta’da varlıklı ve yeniliğe açık, tütün tüccarı bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Kemal Bey iyi bir eğitim alması için 1916 yılında İzmir’deki Mekteb-i Sultani’ye gönderilir. 1919 yılında Yunan işgali ile birlikte okul kapanır ama gergin siyasi ortama rağmen Kemal Bey Kubalişta’ya dönmez. İş hayatına atılır.  Ailenin tütün işinin bir parçası olur. 1924 mübadelesi ile ailesi de İzmir’e gelir. Kubaliştalıların çoğu İzmir Buca’ya yerleşir. Gelenler içinde uzaktan akrabası olan Ayşe ve ailesi de vardır. Buca’da büyük bir köşke yerleştirilirler. Ayşe’nin ağabeyi Gospodin Mehmet ile Kemal iyi arkadaştır. Bu sebeple de evlerine sık sık ziyarete gider. Yarım kalmış olsa da iyi eğitimi ve mükemmel Fransızcası sayesinde çevirmenlik yapmakta ve ders vermektedir.  Ders verdiği öğrencilerden biri de Ayşe’dir ve kısa zaman sonra birbirlerine âşık olurlar.  Ayşe 18, Kemal 27 yaşındayken evlenirler. Fakat Kemal eşinin gerçek bir Cumhuriyet kadını olmasını çok istemektedir. Ayşe mutlaka çok iyi Fransızca konuşmalıdır.  Yeni evliler bir plân yaparlar. Atlayıp İstanbul’a giderler.  Kemal, Dame de Sion Kız Mektebi yönetimine kendini öksüz ve yetim yeğeni Ayşe’nin dayısı olarak tanıtır ve karısını okula yatılı olarak kaydettirir.  Ayşe ve Kemal bu eğitim uğruna üç yıl ayrı kalmayı, birbirleriyle şifreli mektuplaşmayı, hasret çekmeyi göze alır. Genç kadın üç yılın sonunda sözde dayısına resti çeker. 29 Mart 1929 tarihli mektubunda, “Beni artık buralarda bırakma. Beni bu kadar düşündürme” yazar. Ayşe’nin okul hayatı biter ve karı koca ilk küçük evlerine taşınırlar. Kemal azimlidir. Sınavları verip liseyi dışarıdan bitirir ve tıp fakültesine kaydını yaptırır. 40 yaşında doktor olur. İzmir’e dönerler. Kemal artık İzmir’in en önemli kadın doğum hekimlerinden biri olmuştur. Dört çocukları olur: İnci, Tomris, Doğan ve Gönül... Tomris ailenin çok gurur duyduğu, başarılı bir piyano öğrencisidir. Yeteneği sayesinde Almanya’ya gönderilir. Oradaki sanat etkinliklerinden birinde başarılı bir başka Türk öğrenci, Ünal Öziş ile tanışır.  Ünal da tıpkı Tomris gibi kalabalık ve köklü bir ailenin çocuğudur.
Zeynep Öziş, 150 yıllık bir Rum evini özenle restore ederek Alaçatı sevenlerin çok iyi bildiği Taş Otel’e çevirdi.
Zeynep Öziş, 150 yıllık bir Rum evini özenle restore ederek Alaçatı sevenlerin çok iyi bildiği Taş Otel’e çevirdi.
Ünal’ın annesi Sadrazam İbrahim Paşa soyundan gelen Neriman Hanım Basmacızade İbrahim Ferit Bey’in torunudur. İstanbul Ticaret Odası’nın ilk Müslüman reisi olan İbrahim Ferit Bey’in üç erkek çocuğundan birinin adı Cevdet’tir ve 100 yıl sonra hikâyesini torunu Orhan Pamuk, “Cevdet Bey ve Oğulları” isimli romanında anlatacaktır.  Diğer çocuğu İzzet Bey (Ünal’ın dedesi)  aile işi basma-kumaş ticaretinden farklı bir yol seçer. Ayvalık’tan göçen Rumlara ait zeytinlikleri satın alır ve  Ayvalık’ın meşhur zeytinyağı fabrikasını kurar. Kızı Neriman, Fransız ortaokulunda okurken, ciğerlerinden rahatsız  olan annesine hemşirelik yapmaktadır. Bu hastalık sebebi ile önce Heybeliada’ya, sonra Büyükada’ya yerleşilir. İzzet Bey çoğunlukla Ayvalık’ta, hanımlarsa Büyükada’da yaşar. Neriman annesinin yanında yaşamakta, Orhan Pamuk’un dedesi Cevdet Bey, yeğeni Neriman’ın bu içe kapanık yaşamına üzülmektedir. Davut Paşa’nın mahdumu Fazıl Bey’in 32 yaşında olup da hâlâ evlenmediğini öğrenince yeğeni Neriman’la ikisinin yakışacaklarını düşünür ve bu işe aracı olur.  Fazıl Bey inşaat mühendisliği tahsilinin üzerine Almanya’da iktisat ve ticaret okumaya gönderilmiş, mükemmel Fransızcasının yanı sıra kusursuz Almanca konuşan, futbol ve yelkenli sevdalısı, gösterişli bir genç adamdır.  Yeni kurulan İş Bankası’nda Şubeler Müdürü olarak görev yapmaktadır. Gençler evlendikten sonra balayına Paris’e gider. Seyahatleri boyunca ailelerine gönderdikleri kartlar mutluluklarının habercisi olur.  1934 yılında Fazıl Bey İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı olmuştur. Soyadı Kanunu çıkar. Atatürk, İş Bankası yöneticilerinin soyadlarını bizzat vermek ister. Genel Müdür Muammer Bey’e Eriş, yardımcısı Fazıl Bey’e Öziş soyadlarını uygun bulur. O yıl Fazıl Bey’in bir de oğlu olur. Adını Mehmet Ünal koyarlar.  Hayatları Ankara’da geçmektedir ama Fazıl Bey’in deniz tutkusu sık sık İstanbul’a seyahat etmelerine neden olur. Dostlarıyla denize yelken açar, balık tutar. Dönemin İktisat ve Ticaret Bakanı Celal Bayar da bu dostlardan biridir.  1935 yılında, Celal ve Fazıl Beyler,  Atatürk’ün talimatı ile İsmet İnönü’nün onursal başkanlığında Moda Deniz Kulübü’nü kurarlar. 1936 yılında kulübün teknesi İpar ile Çeşme’ye doğru yol alırlar. İpar, Çeşme denizinden görülen ilk Türk kotrasıdır ve coşkuyla karşılanır. O tarihte kimsenin düşünemeyeceği bir hadise 65 yıl sonra vuku bulur. Fazıl Bey’in kız torunlarından biri kendi kullandığı 12 metrelik tekne ile Çeşme denizine açılır. Rüzgârla dolan o yelkenler aslında bir aile geleneğinin, hatırasının, bir Türkiye idealinin ta kendisidir kanımca. Oğul Ünal da denizlere ve yelkene büyük bir sevgi duyarak büyür. Bir başka tutkusu daha vardır ama. Müzik. Fazıl Bey dönemin yükselmekte olan iş adamı Vehbi Koç’un teklifini kabul eder ve Koç Holding kurucu üyelerinden biri olarak yönetime geçer. Aile İstanbul’a taşınır. Oğlu Ünal, Galatasaray Lisesi’nden sonra Münih’te inşaat mühendisliği okumaya gönderilir. Genç piyano öğrencisi Tomris’e orada âşık olur. Ünal’ın üniversitesi bitmiştir ama Tomris’in eğitimi sürecektir daha.  Bunun üzerine ailelerini ikna ederler. Tomris’in okulu bitene dek Ünal da doktorasını yapacaktır. Bu aşktan iki kız çocuğu dünyaya gelir. 
Zeynep Öziş, Alaçatı’nın çehresini değiştirin isimlerin başında geliyor.
Zeynep Öziş, Alaçatı’nın çehresini değiştirin isimlerin başında geliyor.

Zeynep ve Ayşe...

İzmir’de büyüyen, Amerikan Koleji’ne giden bu iki kız çocuğu iş dünyasındaki başarılarının ardından Alaçatı’da yaşamayı tercih eder.  O iki kardeşten biri,  köyün çehresinin olumlu  anlamda değişmesine, bugün sevdiğimiz o güzel parçaların, renklerin, tatların oluşmasına neden olan, Alaçatı’yı korumak adına örgütlenmenin başını çeken, çocukların ve gençlerin kültürel faaliyetleri için ön ayak olan ve bugün size bu güzel hikâyeyi anlatmama sebep olan kişi Zeynep Öziş,  Alaçatı sevenlerin çok iyi bildiği Taş Otel’in sahibi.  Diğeri ise yalnızca keten kumaş kullanarak  yarattığı ev tekstili, kadın-çocuk giyim markası Ayşe’nin Dolabı’nın kurucusu Ayşe Öziş. Zeynep hanım büyük bir heves ve emekle  restore ettiği 150 yıllık o güzelim binayı, 2001 yılında işletmeye açıp, uzun yıllar aynı sevinç ve özenle işlettiği, Alaçatı turizmini etkilemiş olan  Taş Oteli 2020 Mart ayında kapatmış. Pandemi nedeniyle zorunlu olarak evde vakit geçirdiği o günlerde  birkaç yıl önce bulduğu ama bir türlü açamadığı o eski bavulu anımsamış.  Bavulun hikâyesine gelince... 
Dr. Kemal Yalaz ve Dame de Sion Kız Mektebi’nde okuyan eşi Ayşe Hanım...
Dr. Kemal Yalaz ve Dame de Sion Kız Mektebi’nde okuyan eşi Ayşe Hanım...
Anneanne ve dedesiyle İzmir’de aynı evde oturan ve birkaç yıl önce vefat eden 90 yaşındaki teyzenin ardından aile yadigârı evi boşaltmak Zeynep Hanım ile kardeşine kalır. Bavulu işte o günlerde bir dolabın üzerinde bulurlar. Zorunlu karantina günlerine kadar o bavulu açmak kısmet olmamıştır. Belki de Zeynep Hanım’ın oteli kapamasını, telaşının bitmesini, kendine uzun bir zaman ayırmasını istemiştir, kim bilir?   Bavul açılır ve içinden hem anne hem baba tarafına ait mektuplar, fotoğraflar, belgeler, hatıralar çıkar. Zeynep Hanım hepsini okur, okudukça ailesine duyduğu hayranlık, sevgi ve saygı artar. Mektupları tarih sırasıyla toparladığında tam dokuz klasörü doldururlar.  Zeynep Öziş elindeki bu hazine ile bir kitap yapmaya karar verir. Sınırlı sayıda basılan ve ne yazık ki (şimdilik) satışı olmayan bu kitabın girişinde  “Benden önceki iki neslin kendi yaşamımdaki izleri o kadar net görünüyordu ki. Öncelikle kendim için, sonra da ailem ve dostlarım ile paylaşmak amacıyla ve Cumhuriyet Türkiye’sinin aynası olan bu üç neslin hikâyesini merak edenlerin olacağı düşüncesiyle bu kitabı oluşturmaya karar verdim” diyor.  Size şu ana kadar anlattıklarım o sınırlı sayıdaki kitabın içinden. Ben bu kitabın daha çok insanın kitaplığında ve zihninde olması gerektiğine inanıyorum. Kitabı okurken Çiftehavuzlar’daki evden denize girmeleri, tabanları renkli çizgilerle dolu plastik tokyoları, birbirlerine fevkalade zarif mektuplar yazan aile büyüklerini, Tomris Hanım’ın piyano etütlerini, hepsini, her şeyi gördüm, yaşadım, duydum diyebilirim. Kitap bittiğinde Zeynep Hanım’ı sanki o doğduğundan beri tanıyordum.  Çok sıcak bir öğleden sonra Özbek Köyü’nde anne babasının 1970’te yaptığı tek katlı, küçük sahil evine ziyaretine gittim. Evin küçük terasında üzerinde beyaz bir elbise ile el sallayarak karşıladı beni. Arabadan indiğimde yüzüme vuran tuzlu nem, yosun ve kum kokusunu içime çektim. Bir neslin bütün çocuk kahkahaları cıvıldadı sanki. O çocuk sesleri içinde yazımın başındaki mektuplara sızan Cumhuriyet sevdasını, kuşaklar boyu süren öğrenme ve ilerleme sevincini, büyük zariflikle dokunmuş aile bağlarının gücünü hissettim bir kez daha.  “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz” cümlesi bu çocuk cıvıltısına, ilerleme sevdalılarına değil de kime bırakılmış olabilir ki?   Zeynep Öziş bugün, yani gazetenin dağıtıma çıktığı bu Cuma sabahı yelkenlisi Su ile denize açılıyor olmalı. Rüzgarı hürriyet olan bu kadının ailesinin kitabının adı: Sıra Dışı Bir Aile Öyküsü