25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
12.11.2021 04:30

Hedef: MAĞARA

1) Önümüzde net olan tek şey fluluk. Belirsizlik. Gelecek ufkunun sürekli daralması. Bir yandan akıl ötesi hızla değişen hayat öte yandan nereye koşulduğu hakkında kimsenin pek de düşünmemesi. Savaş sonrası biraz toplanınca yarı Soğuk Savaş yarı hayal güdüleri ile gelecek uzay olarak algılandı. Hele insanlı uçuşlardan beş sene sonra (kimi aymaz inkarcılara rağmen) aya da ayak basılınca uzay hem askeri hedefleri hem kişisel hayalleri süsledi. Çoğu kült olmuş pek çok dizi Jetgiller’den, Uzay Yoluna, Ay Üssü Alfa’ya arka arkaya dünya televizyon kanallarında yapıldı. Stanley Kubrick’in efsane Space Odyssey 2001’i bugün yeni tartışılmaya başlanan yapay zekanın insanın yerini tehdit etmesi konusunu bile vurgulamıştı. Spielberg’in önce “Üçüncü Türle Yakın Temaslar” sonra da “E.T.” filmleri uzaylılarla yaşamaya hazırlıyordu insanlığı. Altmışlarda, yetmişlerde “2000” çok uzak, gizemli, erişilmez dolayısıyla uzayla özdeşleşen bir kurguda anlatılıyordu. Uzay insanın erişebileceği üst noktaydı. Turist Ömer ve Dünyayı Kurtaran Adam bile gitmek zorunda kalmıştı. Ama bugün zamansız evrenin neredeyse tüm varlıklarının ilişkilerini gösteren, kırk elli yıldır ayakta kalan rüya Star Wars bile Disney çatısı altına girip ehlileşmek durumunda kaldı. Uzay gündemden düşüverdi. Parası olanın “bi tur” bineceği, “bi arkadaşa bakıp çıkacağı” yer gibi konumlandırılıverdi. Sihri kaçtı.

Bilimkurgu hayatlar

Teknoloji o kadar beklenmeyen hızla ve sürede hayata girdi ki, bilim kurgunun tahmin ve öngörülerini çoktan aştı. Dünya tarihinin önemli bir kırılma noktası başladı sanki. Uzun yıllardır kimse pek bilim kurgu çekmiyor, yazmıyor çünkü zaten her gün bilim kurgu içinde yaşıyoruz. Üstelik savaş sonrasının rahatlamış, bulutları dağılmış, ileriyi hayal edebilen ortamından gayet karamsar, kaygı verici bir ortama da yatay geçiş yapılıverdi. Teknolojik gelişmeler, gücün bütün hukuki engelleme ortamına rağmen tekelleşen beş on şirketin elinde toplanmasına yönlendirdi. Başlarda internet servis sağlayıcıları ve veya mobil devlerinin eline geçeceği sanılan güç, arama motorları, sosyal platformlar, içerik yayıncısı gibilerin eline geçti. Hem batıdan hem doğudan. Uzay yarışlarının bir benzeri yaşanıyor aslında. Güç tanımı değişti sadece. Ama endüstri devriminin ihtiyaçlarını karşılayan sömürgeler savaş sonrası bağımsızlaşsa da dünya refahından payını alamayınca göçler başladı. Ülkelerin kendi içinde de gelir ve refah dağılımı dengesi makul sınırların çok ötesinde bozuldu. Ulus devletlerdeki otoriter totaliter tandans, pandemi koşullarıyla meşrulaşmaya başladı. Gelir dağılımı bozuldukça korkular arttı, sınırlar duvarlarla çevrildi. Ama bir basit virüs sınırları da duvarları da çok kısa sürede aştı. Dünyayı tehdit etti. Üstelik herkes “iyi” olmazsa, risk herkes için sürecek. Geliri düşüklerin aşıya, tedaviye ulaşamaması güçlüler için tehdit olmaya başladı. Değil ayın, haftanın sonunu nasıl getireceğini bilemeyen milyarların bir de “gezegenin” yükünü sırtlarında taşımaları bekleniyordu. Ne bulunursa yeşile boyayıp sürüm sürüm sürdürebilerek! Bu kadar korku ve kaygı kolay alışılır ve yönetilir değil. Bu kadar baskı altında insanlar dar alanda kendi gibilere sığınmayı tercih ediyorlar. Kendi gibi düşünen, yaşayan, gezen, ağlayan, kutlayan, oy veren; aynı takımı tutup aynı müziği, diziyi sevip aynı şeylerden korkup yakınanlar, aynı şeye gülüp aynı şeye küfredenler aynı yerde birleştiler. Sosyal medyada birbirlerini takip ettiler. Birbirlerini, beğendiler. Aynı dönemlerde aynı şeyleri adlandırmaya çalışan dönem bu defa adını hak etti. Ya bir ya sıfır. Ya benim gibi. Ya öteki! Ya gelecek? Gelecek kendi gibilerin içinde, onlarla birlikte yapılır mı? Cheshire Cat’in Alice’e söylediği gibi “Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi yoldan gittiğinin bir önemi yok”. İleriye doğru gidilen yer aslında başlangıç noktası. Mağara. Mağara barınma, korunma amaçlı bir sığınak olabileceği gibi  Platon’un alegori yaptığı yer de olabilir. İnsanlar hep içeridedirler. Dışarı çıkmazlar, kafalarını bile oynatmazlar; ateşten çıkan ya da içeri uzaktan sızan ışığın oluşturduğu gölgeleri gerçek olarak kabul ederler. Yani tamamen dünyadan soyutlanıp sanalların gerçek göründüğü, “dışarısı”nın yok sayıldığı bir dünya.  Ya hepsi eski mağaraların karanlığından kaçılmış, dışarısının sert aydınlığı ve artan sıcaklığına dayanamayıp yorulup tekrar mağara içine kaçmanın tercih edildiği durum...

İtiş, kakış, kaos

Ya da herkesin içeride sessiz kalıp duruma boyun eğerken, dışarı çıkıp renkleri, ışığı, manzarayı, sesleri görünce bunları ele geçirmek için itişip kakışmaya başlaması, paylaşmak yerine sahip olmayı istemesi yüzünden, içinden büyük emeklerle çıkılmış mağaranın karanlık ve gölgeler ortamına özlem. Bir başka olasılık ise dışarıdan görülenlerin tamamının bir benzerinin yaratıldığı, itiş, kakış, kaos ve güç oyunlarının terk edilip dışarının kötülüklerinin, istenmeyenlerinin dışarıda bırakıldığı, herkesin olduğu yerden istediği herkese ulaşabileceği, ilişki kurabileceği, gölgelerin yerine rengarenk hareketli bir dünya da mağaranın içine sığabilir. Bugün gelinen noktadan, eş dost ve herkesle ilişki kurulan, yiyeceğinden, alışverişine kadar oturduğun yerden seçtiklerin ayağına kadar getirilen, aynı yerde filmler, konserler, tiyatrolar seyrettiğin, dünyanın her yerine gidip gezebildiğin, sağlık kontrollerinin çoğunu yerinden kalkmadan aynı şekilde yaptırdığın, tanıdığın tanımadığın istediğin herkesle yüz yüze ortamına yakın holografik olarak birlikte olabildiğin... Çalıştığın, toplandığın, ürettiğin... Hayatın gereklerinin pek çoğunu yaptığın; sadece senin gibi düşünen, yiyen, seyreden, gezen, söyleyen, konuşanlarla beraber olduğun bir yer. Bütün “öteki”lerin, istenmeyenlerin, korkuların dışarıda bırakıldığı, dışarıya ve dışarıdakilere neredeyse ihtiyaç duymadığın bir mağara. Korunaklı, olanaklı. Çok eski günlerdeki gibi...  Ve tabii çok ötesi. Hadi hep beraber geleceğe doğru ileri. İstikamet mağara! Sizin hedefiniz ne? Hangi yoldan? Gelecek ne zaman gelecek? Mağara gibisi var mı?