19 Nisan 2024, Cuma
24.09.2021 04:30

Her distopya bir ütopyadan doğar

İnsanlık bir yandan ölümsüzlüğün peşinde koşarken diğer yandan karada, denizde ya da dış uzayda “temiz bir sayfa” açmaya çalışıyor. Peki bunlardan herhangi biri mümkün mü?

Fransız Yazar Jules Verne’nin eserleri umut ve heyecan doludur. Çağdaşı ve meslektaşı İngiliz H. G. Wells ise neredeyse aynı temaları ürpertici yönleriyle ele alır. Verne, teknolojiyi ideallere ulaşma adına edilgen ve sihirli bir araç gibi algılar. Wells ise şahitlik etmekte olduğu sömürgeleştirme çağında insanın kontrolden çıkmaya meyyal doğasının teknolojiyle birleştiğinde ne kadar tehlikeli hale gelebileceğini hatırlatır.

Yeni bir göçmen sınıfı doğuyor

Dünyanın bugünkü durumunu da benzer şekilde, farklı eksenlerden okumak mümkün. Örneğin Birleşmiş Milletler’in 14 bin akademik çalışmadan beslenerek hazırladığı 4 bin sayfalık son çevre raporuna göre iklim krizinin etkileri beklenenden çok daha erken başlamış durumda. Ölümcül ısı dalgaları, hava kirliliği, kuraklık, gıda kıtlığı, yangınlar, salgın hastalıklar artık gündemin sıradan gelişmeleri. Üstelik simülasyonlara dayalı öngörüler bu tür felaketlerin gelecekte daha da artacağını söylüyor. Örneğin ortalama sıcaklık 2 santigrat derece daha artarsa, dünyamız artık geri dönüşü olmayan bir sürece girecek. Yine öngörülere göre “bugün” bir şey yapmazsak, bu seviyeye 2100 yılında ulaşmış olacağız. Uzak bir tarih gibi gelebilir. Ancak o güne dek her şeyin anbean kötüleşeceği düşünülürse, bu satırları okuyan herkesin gidişattan nasibine düşeni alacağı da kesin. Sadece 2019 yılında dahi Hindistan, Filipinler, Bangladeş, Çin ve ABD’de 18 milyon kişi iklim felaketleri sebebiyle göç etmeye mecbur kaldı. Sayıları dünya genelinde artmaya devam eden bu mağdurlara “İklim Göçmeni” deniyor. Ne var ki 1951 tarihli Mülteci Sözleşmesi iklimsel gerekçeleri kapsamadığı için, hiçbiri resmi göçmen sayılmıyor ve göçmen haklarından faydalanamıyor. Hiçbir şey yapılmazsa 30 yıl içinde Latin Amerika, Güney Asya ve Sahra-altı Afrika’dan susuzluk ve kıtlık sebebiyle 143 milyon kişi göç etmek zorunda kalacak. Bu dev kitlenin yaratacağı ekonomik, sosyal ve kültürel sorunları tahmin etmek bile güç. Herkesin üstünde anlaştığı tek konu, bu noktaya “insan eliyle” geldiğimiz. “Teknolojik araçları tutan insan elleriyle” desek daha da doğru bir tanımlama olur. Zira doğaya hükmetme adına yürüttüğümüz ezeli savaşta en büyük yardımcımız bilim, teknik ve teknoloji oldu. Bu uğurdaki her zaferin özünde bir mağlubiyet olduğunu gizleyen de. Belki biraz da bu sebepten; suçu hep başkalarına attığımız, çözümü de yine başkalarından beklediğimiz bu ölümcül açmazda gözler yeniden (çaresiz) teknoloji odaklarına dönmüş halde.

Yaşamak telaşı

Yukarıda küçük bir kesitini vermeye çalıştığım karamsar tablo yaşama şevkini hayli örseliyor. Fakat ilginç bir tezatlıkla ömrü uzatmaya yönelik bilimsel girişimler dünyanın en zenginleri tarafından yatırım üstüne yatırım alıyor. Yoksa kaçırdığımız bir şey mi var? Öyle ya, böylesi tatsız, umutsuz ve belirsiz bir gelecekte yaşama gayretinin sadece hayatta kalma arzusunun ötesinde bir sebebi olmalı. Bu merakın izinde iki farklı teori var. Birincisi bu varlıklı kesimin Dünya’dan tamamen ümidi kesip, yaşama dış uzayda ya da farklı bir gezegende devam edeceği. Bilim-kurgu filmlerinde uzay araçlarıyla ulaşıp, yerçekimi farkı bile hissetmeden kırlarında, ırmaklarında vakit geçirilen, dev şehirlerle bezeli dış gezegenler zihnimizi epey bulandırmış olmalı. Oysaki gerçekte üstünde Dünya benzeri yaşam “ihtimali” olan en yakın gezegen 2017’de keşfedilen Trappist-1 yıldızı çevresinde yer alıyor. Tam “39 ışık yılı” uzakta. Bir başka deyişle ulaşmak için “milyonlarca yıl” seyahat etmek gerekiyor. Kimi devlet ve şirketler kendi uzay istasyonlarını kurma çabasında ancak bu yapılar (filmlerin aksine) neredeyse hiçbir seçkinin hayatının kalanını sürdürmek istemeyeceği kadar küçük, ıssız, monoton ve tehlikeli. Hepsi bir yana Dünya dışı yaşamı kuracakların (tıpkı Amerika kıtasının kaşifleri gibi) birkaç nesil boyunca ummadığı türden bir sefalet ve yalnızlık çekmesi, hiçbir savunmasının olmadığı hastalıklarla boğuşmak zorunda kalması ve istese de geri dönememesi söz konusu.

Kendi cennetini kuranlar

İkinci teori ise varlıklı kesimin yine Dünya’da; ancak kendini “diğerlerinden” yalıtarak bir yaşam kuracağı üstüne. Yani H. G. Wells’in “Zaman Makinesi” romanındakine benzer bir düzen: yerüstünde cenneti yaşayan seçkin Eloi’ler ile yeraltında onların ayak işlerini yapan ilkel, yarı-barbar Morlock’lar. Hatta kimi komplo teorisyenleri, ultra-zenginlerin Yeni Zelanda ve ABD’de birbiriyle yarışırcasına yeraltı sığınakları satın almasını da bu teoriye bağlıyor. Bu ihtimale paralel bir diğer senaryo ABD’nin en eksantrik girişimcisi Peter Thiel öncülüğünde başlamıştı. Kendini “muhafazakar liberter” olarak tanımlayan Thiel, Milton Friedman’ın torunu Patri Friedman ile 2008’de kurduğu “Seasteading Enstitüsü” kapsamında açık denizde inşa ettiği yüzen yapay takımadalarla kendi düzenini kurmaya niyetlendi. Enstitü sitesinde fakirleri zenginleştirme, hastaları iyileştirme, açları doyurma gibi 8 ulvi amaca odaklandığını vurgulasa da, Varyon adlı bu oluşum sadece 300 (pahalı) haneden oluşuyordu. 300 adaya yayılan bu evler kendi kendine yeten gıda ve dönüşüm sistemlerine ayrıca yenilenebilir enerji kaynaklarına sahipti. Fransız Polinezyası’ndaki bu oluşum kendine has yasaları, kripto parası ve vergi sistemiyle gerçek anlamda bağımsız bir liberter ütopyası olacaktı.. Merak uyandıran -ve ürpertici- hedeflerden biri de ulusal ve uluslararası yaptırımlardan muaf bir ortamda “özgür bilime” evsahipliği yapmaktı. Ne var ki Polinezya tarafındaki siyasi karışıklık tamamlanmasına izin vermedi. Ne var ki Thiel pes etmiş değil. Sitesinden takip edebileceğiniz 4 farklı projeyle hayalini gerçeğe dönüştürmek için çalışmaya devam ediyor. Bütün bu “kaçış senaryoları” cehennemin ortasında yalıtılmış bir cennet yaratmanın mümkün olduğu varsayımına dayanıyor. Çoğu uzmansa bunun birçok açıdan imkansız olduğunu ve kimilerine kabullenmesi zor gelse de bu gezegende “hep birlikte” yaşamaya mecbur olduğumuzu söylüyor. Bu tip gelecek senaryolarını değerlendirirken her distopik düzenin esasen birilerinin ütopyasından doğduğunu; dolayısıyla her ütopyanın nihayetinde bir distopyaya dönüşeceğini akılda tutmakta fayda var.

Küresel sosyal ağlar siyaset ve sansür sınavında çakıldı

  • Rusya’nın hapisteki muhalif lideri Alexei Navalny’nin yandaşları tarafından geliştirilen ve Rus parlamento seçimlerinde muhalefet oylarının bölünmesini engellemek için hizmet veren mobil uygulama, Apple ve Google tarafından kaldırıldı. Rus yönetimi uzun süredir her iki şirkete de bu konuda baskı yapıyordu.
  • Facebook’un Ekim 2019 tarihinde yürüttüğü (gizli) bir iç araştırmada 2020 yılındaki başkanlık seçimleri öncesinde 140 milyon ABD seçmeninin troll hesapların manipülasyonuna maruz kaldığı ortaya çıktı. Donald Trump lehine propaganda yürüten hesaplar Doğu Avrupa ülkelerinden yönetilmiş. Troll orduları özel tekniklerle Facebook’un içerik tavsiye algoritmasını da istismar ederek milyonlarca kişiye üye olmadıkları sahte propaganda sayfalarının gösterilmesini sağlamış.
  • Öte yandan Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan bir başka şirket içi rapora göre Facebook sadece 2020 yılında ve sadece ABD’de sahte veya yanlış yönlendirici içeriği tespit edip silmek için toplam 2,8 milyon saatlik mesai yapmış. Bu kabaca 319 yıllık çabaya denk geliyor.
  • Clive Sinclair, 1960’larda kurduğu Sinclair şirketiyle bir dizi yenilikçi teknoloji geliştirdi. Fakat asıl şöhretini 5 milyondan fazla satarak 80’li yıllara damgasını vuran ZX Spectrum adlı bilgisayarın yaratıcısı olarak kazandı. 81 yaşındaki “Sir” unvanlı Sinclair, uzun süredir tedavi gördüğü kanser hastalığına yenik düşerek hayata gözlerini yumdu.
  • Balonlarla havadan internet erişimi sunmayı hedefleyen Loon projesine son veren Google, aynı hedefi (karada konuşlanmış) lazer ışınlarıyla gerçekleştirecek “Taara” adlı projeyi duyurdu. İlk deneme Kongo’nun bir nehirle bölünen iki şehri arasında gerçekleşti. Işınlar 4,8 km mesafedeki iki nokta arasında saniyede 20 GB hızla 700 TB veri transferi yaptı. (Ek bilgi: Projenin başında Türkiye kökenli Barış I. Erkmen görev alıyor.)
  • Google, diğer yandan New York, Britanya ve İspanya arasında veri iletişimi sunacak internet hattını hizmete soktu. 6 bin 276 km uzunluğundaki kablo saniyede 350 terabayt veri aktarma kapasitesine sahip.
  • Elon Musk, Twitter’da kendisine yöneltilen bir soruya cevaben uydular aracılığıyla internet erişimi sunacak Starlink hizmetinin Ekim ayı sonunda deneme safhasından çıkarak kullanıma sunulacağını duyurdu.
  • ABD / MIT Üniversitesi Ekonomi Profesörü Daron Acemoğlu “Demografi ve Otomasyon” başlıklı bir araştırma yayınladı. Söz konusu çalışmada imalat süreçlerindeki otomasyonun yüzde 35’indeki temel gerekçenin o ülkedeki çalışabilen nüfusun yaşlanması olduğu öne sürülüyor. Kas gücündeki arzın düşüşü kaçınılmaz olarak otomasyon talebini tetikliyor. (Bu sorunun 1950’lerde “işçi ithalatı” yöntemiyle çözüldüğünü hatırlamakta fayda var.)
  • Google’ın eski yöneticilerinden Kai Fu-Lee, yapay zekanın yakın gelecekte yaratacağı mesleklerden çok daha fazlasını yok edeceğini ancak uzun vadede yeni mesleklerin yeni fırsatlar yaratarak yapıyı dengeleyeceğini savunuyor. Fu-Lee’ye göre otomasyonun yaratacağı esas sorun gelir eşitsizliğini hiç olmadığı kadar karmaşık ve yakıcı hale getirecek olması.
  • Ülke sınırları içinde kullanılan yapay zeka çözümleriyle otoritesinin zayıflamasından çekinen Çin yönetimi, teknoloji şirketlerine zeka algoritmalarında pozitif içerikleri daha çok göstermesi konusunda uyarıda bulundu.  Bu çabanın adım adım algoritmayı kontrol etme çabasına evrilmesinden endişe ediliyor.
  • Xiaomi, yeni nesil araçlarda görmeye alışkın olduğumuz “sürücünün camına bilgi yansıtma” (HUD) benzeri bir özelliğe sahip akıllı gözlüğünü tanıttı. MicroLED çipli gözlük en parlak Güneş ışığında dahi kullanılabiliyor. 51 gram ağırlığındaki cihaz 5 MP çözünürlüklü entegre kamera ve 4 çekirdekli ARM işlemciye sahip. (video)
  • Sürücüsüz araçlar heyecan verici ancak görünen o ki gelişimi ve yaygınlaşması daha epey zaman alacak. Almanya / Berlin merkezli Vay adlı girişim bambaşka bir stratejiyle “uzaktan kumandalı” araç konsepti üstünde çalışıyor. Taksi olarak hizmet verecek araçlar, merkez ofiste ekran başındaki sürücüler tarafından idare ediliyor.
  • Tüm maliyeti ABD’li girişimci Jared Isaacman tarafından karşılanan Inspiration4 adlı uzay seferi başarıyla tamamlandı. Bu yolculuğun özelliği sadece sivil yolculardan oluşan ilk uzay programı olmasıydı. Space X şirketinin Falcon 9 roketiyle 575 km irtifada gerçekleştirilen 3 günlük sefer, 18 Eylül’de Atlas Okyanusu’na inişle tamamlandı. (Uzay manzaralı tuvalet / iniş videosu)
  • Çin’in kurulumu devam eden uzay istasyonunda çalışmak üzere “Shenzhou-12” adlı araçla sefere çıkan 3 astronot, 90 günlük rekor süreli görevlerini tamamlayarak Dünya’ya döndü.
  • Japonya Ulusal Astronomik Gözlem Merkezi, şu ana kadar bir gökbilimi deneyinde kullanılan en güçlü süperbilgisayar yardımıyla evrenin basit bir simülasyonunu yarattı. 40 bin 200 işlemcili bir sistemde gerçekleştirilen “Uchuu” adlı simülasyon, galaksilerin ayrıntılarına girmese de 13,8 milyar ışık yıllık bir zaman dilimi boyunca 2,1 trilyon parçacığın tüm hareketlerini kapsıyor. (video)
  • ABD / Texas’taki A&M Üniversitesi’nden Maria Barrufet, araçların egzostundan çıkan karbondioksit ve suyu “gıda üretiminde” kullanacak bir yöntem geliştirdi. Sistemin temelinde aracın motor ısısından aldığı enerjiyle karbondioksidi sıvılaştırarak saklayan bir yapı bulunuyor. Bir otomobil teorik olarak her gün yaklaşık 2 kilo sebzenin ihtiyaç duyduğu miktarda su ve karbondioksit üretiyor.
  • ABD / Michigan Üniversitesi, pencerelere uygulanabilecek şeffaf bir güneş paneli geliştirdi. En ayırt edici özelliklerinden biri, 30 yıllık kullanım sonrası dahi yüzde 80’e varan verimlilik ile çalışabilmesi.
  • Rolls-Royce tarafından geliştirilen “Spirit” adlı elektrik motorlu uçak, 15 dakika süren ilk deneme uçuşunu başarıyla tamamladı. 750 kW (1.000 BHP) gücünde motora sahip Spirit, saatte 480 km hızla sefer yapacak. (video)
  • Fransa’da faaliyet gösteren Uluslararası Termonükleer Deneysel Reaktörü’nden bir grup bilimci (yaklaşık) 18 metre uzunluğa ve 4,3 metre çapa sahip dünyanın en güçlü mıknatısını geliştirdi. Nükleer füzyon reaktörü için geliştirilen bu mıknatıs tam kapasite çalıştığında bir uçak gemisini kaldıracak güce ulaşıyor.
  • Finlandiya’daki VTT laboratuvarında kahve yapraklarından elde edilen hücre kültürü kullanılarak dünyanın ilk laboratuvar kahvesi üretildi.  Hedef daha az doğal kaynak tüketen, daha sürdürülebilir şekilde kahve üretebilmek. (Şu an dünya genelinde yıllık kahve tüketimi 10 milyon ton seviyesinde.)
  • ABD / MIT Üniversitesi’ndeki bir çalışma, ateşböceklerinin gece parlamasını sağlayan “luciferin” maddesini bitkilere yerleştirerek onların da gece ışık saçabilmesini mümkün kıldı. Farklı bitkilerde yürütülen deneyde günışığından emilen her 10 dakikalık morötesi ışın, 1 saatlik gece aydınlatması için gerekli “şarjı» sağlıyor. Hedef, kendiliğinden aydınlanan park ve bahçeler sayesinde kamu giderlerini azaltmak.
  • Britanya / Kings College London Üniversitesi’nde yürütülen ve JAMA Psychiatry’de yayınlanan bir araştırmada depresyon, bipolar bozukluğu, şizofreni ve anksiyete hastalarının ortak bir bağırsak düzensizliğine sahip olduğu ortaya çıktı. Bulgulara göre bağırsak florasında Eggerthella adlı bakterinin artışı ile Faecalibacterium ve Coprococcus adlı bakterilerin azalması bu hastalıklarda önemli rol oynuyor.
  • Hawaii’de kumsala vuran ve 9 yaşındaki bir kız çocuğunun tarafından bulunan şişeden 4 bin kilometre ötedeki Japonya’dan bir liste öğrencisinin “37 yıl önce” yazdığı bir mektup çıktı. Mektubun sahibi Mayumi Kanda’nın 54 yaşında ve hala hayatta olduğu anlaşıldı.