19 Nisan 2024, Cuma
31.12.2021 04:40

İki küçük kol düğmesi bütün bir kariyer hikayesi

Dünyanın en gözde tasarımcıları arasında gösterilen Begüm Khan’ın yolculuğu bir tesadüfle başladı

Osmanlı sanatına gönül vermiş koleksiyoner bir aileye doğuyor. Milano Bocconi Üniversitesi’nde moda yönetimi okuduktan sonra, Asya kültürlerine karşı duyduğu ilgi nedeniyle Şangay Fudan Üniversitesi’nde Çin kültürü üzerine yüksek lisansını tamamlıyor. Abisine düğününde takmak için eğlenceli ve zamansız bir kol düğmesi bulamayınca, kendi çiziyor. Bu ilk tasarımı oluyor. Bu hafta İstanbul’dayız. Konuğumuz rüyalarında gördüğü fantastik dünyayı tasarımlarına yansıtan, dev böcekler, sinekler, iri gözlerden oluşan sıra dışı mücevherleriyle takısever kadınların kalbini fetheden Begüm Khan markasının kurucusu Begüm Kıroğlu.  Sizi tanıyalım.

Begüm Kıroğlu’nun tasarımları artık 20 ülkede satılıyor.
Begüm Kıroğlu’nun tasarımları artık 20 ülkede satılıyor.
Ailemin, özellikle dayım Serdar Gülgün’ün ilgisi nedeniyle çocukluğum müzayede salonlarında, müzelerde, bitpazarlarında geçti. Evimize antikacılar, restoratörler, koleksiyonerler gelirdi. Hep enteresan, hoş binalarda oturduk. Büyüdükçe benim de zevkim ve çevrem bu dünyanın çerçevesinde gelişti, fark etmeden şu anda yaptığım işi çok besledi. Şangay’a neden yerleştiniz? Milano’da okurken, Çince öğrenmek üzere yaz tatillerimde Şangay’a gidip gelmeye başladım. Bocconi’den mezun olduktan sonra içimdeki ses Şangay’da kalmamı söyledi. Fudan Üniversitesi’nde Çin kültürü okumaya karar verdim. Mezun olduktan sonra Şangay’da çok büyük bir firmanın satış bölümünde işe başladım. Orada Guanxi’yi (hediye verme sanatını) öğrendim. Firma, Çin yeni yılında müşterilerine lüks hediyeler dağıtıyordu. Ben de Louis Vuitton, Gucci gibi markalarla bu hediyelerin pazarlığını ve satın almasını yapıyordum. Gümrüktü, faturaydı, satıştı, satın almaydı birçok şeyi o firmada öğrendim.  Tasarımcı olma fikri ne zaman kafanızda şekillendi? Abim evlenirken, annem abimin eşine takılacak takıları benim organize etmemi istedi. Dayımdan öğrendiğim ustalara siparişleri verdim. Abime de 30 yaşında bir erkeğin takabileceği, modern, eğlenceli ve zamansız bir kol düğmesi hediye etmek istedim. Çok araştırdım. Eğlenceli olanlar ucuz görünümlüydü. Zamansız olanlar ise çok pahalıydı. Takıları aldığımız atölyeye kendim bir şey çizip götürdüm. “Yapar mısınız?” diye sordum. Yaptılar. İlk tasarımım buydu. Kafamda ne bir iş planı vardı, ne de tasarımcı olma fikri. Ancak bir hayalin objeye dönüşmesi beni çok heyecanlandırmıştı. Sonra? Şangay’a işime geri döndüm. Abimin kol düğmesi çok beğenilince benzerlerini babama ve dayıma yapıp hediye ettim. Onlarda görenler beni arayıp sipariş vermeye başladılar. Ben de bir web sitesi kurdum. Markama Hint kültüründen de etkilendiğim için Begüm Khan ismini verdim, logosunu tasarladım ve 8-10 tane kol düğmesini siteye yükledim. İşe hobi olarak bakıyor, sipariş aldıkça üretiyordum.  İşinize devam ediyorsunuz bir yandan... Tabii. Çalıştığım firma Şangay Moda Haftası’na yer vermesi için Vogue İtalya editörünü Şangay’a davet etti. Editör, blogger bir arkadaşıma “Benimle 10 genç yetenek tanıştır” demiş. Arkadaşım beni de 10 kişinin arasına katmış. Vogue İtalya editörü tasarımlarıma bayıldı, çok farklı, muzip ve masalsı buldu. Ancak koleksiyonum çok kısıtlı diye Vogue’da haberimi çıkartamadı. Dedi ki “Koleksiyonunu büyüt, benimle öyle temasa geç.” O zaman öyle sinek, böcek, kaplumbağa kol düğmesi yapan yoktu. Altı ayda koleksiyonumu 25 parçaya çıkartıp kendisine bir e-posta attım. O ay Vogue İtalya’da “Genç Yetenek” olarak haberim çıkınca işin şekli değişti. Hemen ardından Vogue Türkiye haberimi yaptı. Kendimi bir anda profesyonel tasarım dünyasının içinde buldum. İki işi bir arada yaklaşık iki sene götürdüm. Şirket kara geçince Şangay’daki işimden ayrılma cesaretini gösterdim. Türkiye’ye dönüp Kandilli’de minik bir ofis açtım. O günden bugüne durmadan üretiyoruz ve büyüyoruz. Toplam 9 sene oldu. Size “Kim örümcek, kaplumbağa takar?” diyen oldu mu?  Olmaz mı? Yüzüme gülenler oldu. Hem bu hayvanları yapmamı saçma buldular, hem de kol düğmesi yapmamı... Sonra kadın mücevheri tasarlamaya başladığımda da garipsendim. İlk kadın tasarımım olan uçlarına top taktığım kaplumbağa küpeler, çevremin en dalga geçtiği, fakat dünyada en çok satan, taklit edilen tasarımım oldu.  Peki neden sinek, böcek? Kafamdaki ve rüyalarımdaki dünyanın içinde yaşıyorum. İri gözler sürrealizmi sembolize ediyor, hem bizim kültürümüzde “nazar” anlamına gelir, hem üçüncü göz anlamına... Böcek Mısır kültüründe uğurdur. Hayvanların dünyasına dair her şey bana büyüleyici geliyor. Henüz tasarımını yapmıyorum ama mezarlıkları severim, iskeletleri severim, mezarlıklardaki selvi ağaçlarını, yabani çiçekleri severim. Birçok insana güzel görünmeyen, hatta çirkin gelen şeylerin içindeki güzelliği görüyorum. Hatta kendimi de bu küçük hayvanlara benzetiyorum. Şu an dünyada kaç noktada satılıyorsunuz?  20 kadar ülkede satılıyoruz; Net a Porter, Matches Fashion, New York Bergdorf Goodman, Londra Selfridges, Miami Webster gibi... Yakın zamanda Dubai’de Orta Doğu’nun dev lüks markası Ounass’ta satışa çıkıyoruz. Nişantaşı’nda o rüyalarımda gördüğüm film setini andırır ortamı yarattığımız nefis bir showroom’umuz var. Alışverişten öte, Begüm Khan dünyasına adım atılan bir yer. Vitrine takı değil, sanatçılarla yaptığımız iş birliklerini koyuyoruz. Sanat galerisi gibi bir yer oldu. Sinan Tuncay’la yaptığınız iş birliğinden bahseder misiniz? Sinan New York’ta yaşayan multidisipliner bir sanatçı. Ataerkil kültürün kalıplarıyla şekillenen toplumsal cinsiyet rollerini irdeleyen, toksik erkeklikle dalga geçerek tersten feminizm yapan biri. Sinan’ın işlerini görsel olarak çok beğeniyorum, sembolize ettiği şeye inanıyorum, özgürlüğüne ve kendini espriyle ifade etme şekline hayranım. Benim son koleksiyonum olan “Protector Eyes”ın tanıtımını birlikte çektiğimiz videolar ve basılı malzemelerle yaptık.
Guerlain’in “The Bee Bottle”ı.
Guerlain’in “The Bee Bottle”ı.
Guerlain ile yollarınız nerede ve nasıl kesişti?  Paris benim ikinci evim, dünyaya ilk oradan açıldık. İlk PR ajansımız da Paris’teydi. Guerlain’in Artistik İş Birlikleri Sanat Direktörü Ann Caroline Prazan, çalıştığım PR şirketinin sahibiyle arkadaş. Bir gün Paris’teki showroom’a kahve içmeye uğruyor. “Bu hayvanlar alemi, bu oryantalist açı, bu şıklık, bu genç ruh bize çok uyuyor. Bir toplantı yapalım kendisiyle” diyor. Ben tabii toplantıya prezentasyonlar yaparak hazırlanıyorum. Bir iş birliği yapma ihtimalimizi çok düşük olarak görsem de, onları nasıl etkileyebileceğimi düşünüyorum. Champs-Elysees’de, yaklaşık 200 yıl önce Guerlain ailesinin işi kurduğu, üst katını da ev olarak kullandıkları binaya gittim. Çok heyecanlıyım. Toplantı başladı. Bir baktım, onlar bana Guerlain’i anlatıyor. Çok onore oldum tabii. Fikirlerimiz çok uyuştu, hemen anlaştık. Bu üç yıl önceydi. Araya Covid girince tasarımın hayata geçmesi üç yılı buldu. Şişenin hikayesi ne? Toplantımızda Guerlain’in binası kurulduğunda, Champs-Elysees’nin gül bahçeleriyle dolu olduğunu öğrendim. Parfüm Uzak Doğu’yu anımsatan sandal ağacı, Akdeniz’e özgü bergamot notalarından oluşuyordu. Zihnimde yine bir masal oluşmaya başladı: Bir kraliçe arı, gül lokumları ve tatlı şerbetlerle ziyafet çekmek üzere İstanbul’a kanat açar. Sonra göz kamaştırıcı bir mücevher gibi süslü ve romantik anılarla dolu olarak Paris’e döner ve bir orkidenin taç yapraklarına konarak ışık olur. Guerlain’in de sembolü arı olduğu için “The Bee Bottle” şişesinin fikri böyle ortaya çıktı. Bronz dökümden oluşturulan bir taban, 24 ayar altınla kaplandı ve yaklaşık 6 bin 500 adet kristalle, el işçiliğiyle bezendi. Tüm dünyada sadece 15 adetle sınırlı olarak satışa sunuluyor. Kabarık elbiseler giyiyor, taçlar takıyorsunuz. Normalde nasıl birisiniz? Ben Begüm Khan markasının yüzüyüm. İnsanın ne isterse o olabileceği, o masalsı, muzip hayal dünyasına aidim. Temsil ettiğim şeyin markaya çok yakıştığını düşünüyorum. O kıyafetleri giyip tacı takınca kendim de o havaya giriyorum. En son Vogue Arabia’nın galasına, orada ülkemi de temsil ettiğimi düşündüğüm için, abartılı bir Hakan Yıldırım elbisesi ve taçla gittim. Günlük hayatımda evde taçla oturmuyorum tabii. Spora giden, işe giden bir insanım.  Taçlardaki taşlar ne? Kristal var, yarı değerli taş var. Önce tasarımı yapıp sonra o tasarıma uygun taşları seçiyorum. Taçlardaki taşlar gerçek olsa kafama takıp dolaşamam tabii. Milyon dolar olur değeri. Bana göre tasarımın fiyat olarak ulaşılabilir ve takılabilir olması lazım. Mesela yüzüklerde değerli taş kullanıyorum ama büyük şov parçalarında kristale yöneliyorum. Günlük hayatta kullanılamayan tasarımın bana göre pek anlamı yok.