20 Nisan 2024, Cumartesi
14.01.2021 18:17

İlk kez bundan 100 yıl önce çizildi

Hasan Cemal, t24.com.tr’teki “Azledin Trump'ı, o bir Başkan değil bir haydut!” başlıklı yazısında Trump’ın demokrasiye ne kadar zarar verdiğini anlatırken iki görsele atıf yaptı: Birincisi yenilgiyi kabul etmeyen eski Başkan’ın, tepesine oturduğu Beyaz Saray’ı tuvalet olarak kullandığı karikatür.  İkincisi de Nokta dergisinin 23 Mart 1986 tarihli sayısında, YÖK'ün kurucu başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı'yı pantolonu sıyrılmış bir şekilde İstanbul Üniversitesi’nin üzerine oturarak gösterdiği o efsane kapak.  Aslında Batı’da “klozetin üzerinde Trump” karikatürleri epey bir süredir bir akıma dönüşmüş durumda zaten. Maketleri, kartpostalları bile var. Akımın öncüsü sayılabilecek sanatçı ise Pulitzer ödüllü karikatürist Ann Telnaes. Telnaes’in 1 Haziran 2017’de Washington Post’ta yayınlanan karikatüründe Trump kırmızı yüzüyle tuvalete oturmuş, “Paris İklim Anlaşması’ndan çekildim” diyor. Tuvalet kağıdı da dünya… Türkiye’de ise bu işin miladı Nokta dergisi olarak kabul edilir.  Ne zaman demokrasinin ve dünyanın içine ettiği düşünülen birinin hacet giderme halindeki karikatürü çizilse akla hemen Nokta Dergisi’nin 35 yıl önce basılan kapağı gelir.  Ercan Arıklı yönetimindeki derginin Salih Memecan imzalı o Doğramacı kapağı öyle büyük sansasyon yaratır ki hala ne zaman bir klozetli karikatür mevzu olsa tıpkı Hasan Cemal gibi ona atıf yapılır. Oysa işin mucidi başkasıdır: Türkiye’de ve büyük olasılıkla dünyada ilk “tuvalet”li karikatürü bundan tam yüz yıl önce çizen sanatçı Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. Ali Kemal Bey hücre-i mesaisinde Milli Mücadele yılları sadece cephede geçmez, gazeteler, hatta mizah dergileri arasında bile büyük çatışma vardır. Yunus Nadi’nin Yenigün, Celal-Suphi kardeşlerin İleri gazeteleri Anadolu’daki mücadelenin tarafında, baş yazarı meşhur Ali Kemal’in olduğu Peyam-ı Sabah ve Refik Halid’in yazdığı Alemdar gazeteleri ise karşı taraftadır. Özellikle bu iki isim mücadele karşıtlığının basındaki simgeleri gibidir. O yıllarda “Halikarnas Balıkçısı” henüz daha Cevat Şakir Kabaağaçlı’dır. İstanbul’da gazete ve dergilere çizerlik yapan Şakir, Ali Kemal’e fena halde bozulmaktadır. Kemal’in “hücre-i mesaim” dediği iş odasından işgal kuvvetlerini savunan yazılar yazması, Anadolu’daki mücadeleye (CŞK’nın ifadesiyle) “pislik atması” ve basında herkesin Ali Kemal’den korkması Şakir’i çok kızdırıyordur. Sonunda Güleryüz’e bir karikatür çizmeye karar verir. Güleryüz, Sedat Simavi’nin Diken’den sonra çıkarmaya başladığı mizah dergisi.  Ali Kemal iş odamdan diye her tarafa pislik saçıyordur ya, Cevat Şakir de onu “Ali Kemal Bey hücre-i mesainde” lejandıyla, bir oturağın içinde çizer. Ali Kemal’in yalnız başı görünür oturağın kenarından. Sedat Simavi haklı olarak önce korkar bu karikatürden, ama sonra kabul eder, “Sorumluluğu üzerine alırsan yap” der. Derginin çıkacağı gün de işe gelmez.  Cevat Şakir patronu ikna etmiştir, ama bu karikatürü işgal kuvvetlerinin sansüründen nasıl geçirecek, bir de bu mesele vardır. Öyle zeki ve cesur bir adamdır ki Şakir çareyi bulur; kağıdın üzerine sonradan silinebilecek konte kalemiyle suya sabuna dokunmayan bir resim yapar.  İşgal kuvvetleri önüne gelen resme, çıkmaz mürekkeple damgayı basar. Sonra Şakir lastikle resmi silip bu karikatürü çizer. Hemen çinkografa gönderip gelen klişeyi de koşa koşa baskıya verir.  Tarih 29 Aralık 1921. Dergi piyasaya çıkar. Tabii kıyamet kopar. İngiliz askerleri hemen dergiye gelip, Cevat Şakir’i sorguya çekerler. Şakir üzerinde sansür idaresinin mührünün de olduğu orijinal resmi çekmesinden çıkarıp askerlere gösterir. Kalbi tıp tıp atıyordur. Askerlerden biri der ki “Oturakta çizilen adam bizim dostumuzdur. Bu adamı tutuklayalım.” Diğeri de der ki, “İyi, ama sansür müsaadesini almış. Hata bizde. Siz bu Ali Kemal’e bir daha tekrarlanmayacağını söyleyin.” Cevat Şakir’e sertçe bir “All right” çekip gider İngiliz askerleri. Cevat Şakir ucuz atlatmıştır, ama bu karikatürden sonra resimlerin işgal kuvvetlerine iki nüsha getirilip birinin sansür idaresinde bırakılması kararı alınır. Yıllar sonra Cevat Şakir şöyle anlatır karikatürünü: “Karikatür kabaydı, ama bazı şeyler vardır ki, onlara yapılan kabalık, kabalık olmaktan çıkar. Milli ordunun başarısından sonra Ali Kemal’in borusu hiç ötmez oldu. Kendisinin korkulacak yeri kalmayınca, ona saldıran saldıranaydı. Ama düşmüş adamı tekmelemenin ne anlamı var?” Peki bu arada Ali Kemal ne yapmıştır derseniz, hemen 3 Ocak’ta Peyam-ı Sabah’taki köşesinden Sedat Simavi’ye ağır hakaretler içeren bir yazı yazar. Hatta yazısını “…Sedat Simavi kabilinden gençler gitseler de Sarayburnu’ndan kendilerini denize atsalar daha pak hareket etmiş olurlar” dileğiyle bitirir.  Simavi 13 Ocak tarihli Güleryüz’de aynı üslupta yanıt vermez, ancak diyeceğini de der: “…Yunan işgali altında bulunan memleketlerde serbestçe satılabilen Türkçe basılmış bir tek gazete vardır. O da zat-ı devletlerinizinkidir. Beni Kuva-yı Milliye himaye ediyorsa size de Yunan Hükümeti sahip çıkıyor. …Bana Sarayburnu’ndan kendimi denize atmamı tavsiye ediyorsunuz. Teklifiniz hoşuma gitti. Ben de size Ankara’ya kadar bir seyahat etmenizi teklif ediyorum. Belki bu da sizin hoşunuza gider.” 65 yıl sonra gelen ikinci "kapak!"ın hikayesi Nokta, 1980 darbesinden iki yıl sonra ilk sayısı 1 Nisan’da çıkarılmış, gerçekten de “şaka” gibi inanması zor bir dergidir. CHP lideri Ecevit’in duruşmalarına bile neredeyse kimsenin gidemediği bir korku ikliminde rahmetli duayen yayıncı Ercan Arıklı (Buradan selam olsun!) genç, son derece akıllı ve gözü pek bir ekiple her sayısında bir tabu yıkan bir dergi çıkarmıştır. 

Hasan Cemal’in Trump yazısına konu olan Nokta Dergisi’nin fotomontajlı kapağında YÖK Başkanı’nın poposu kime aitti? Bugünün ünlü ve başarılı, o dönemin ise yeni Galatarasay Lisesi mezunu, genç muhabirinin direnmesi fayda etmedi. Genç gazeteci Ruşen Çakır, yüzünün görünmeyeceğine ikna olunca, Salih Memecan ile birlikte stüdyonun yolunu tuttu ve bir kütüğün üzerine oturarak o meşhur fotoğrafı çektirdi.
Hasan Cemal’in Trump yazısına konu olan Nokta Dergisi’nin fotomontajlı kapağında YÖK Başkanı’nın poposu kime aitti? Bugünün ünlü ve başarılı, o dönemin ise yeni Galatarasay Lisesi mezunu, genç muhabirinin direnmesi fayda etmedi. Genç gazeteci Ruşen Çakır, yüzünün görünmeyeceğine ikna olunca, Salih Memecan ile birlikte stüdyonun yolunu tuttu ve bir kütüğün üzerine oturarak o meşhur fotoğrafı çektirdi.
Dergi, 23 Mart 1986 tarihli sayısı için bir YÖK dosyası hazırlamaya karar verir. Hedefinde de YÖK’ün kurucusu Prof. Dr. İhsan Doğramacı vardır.  Yazıişleri’nin haber toplantısında konu sadece budur. Herkes bir fikir söylüyor, kapağı nasıl çıksak diye tartışıyorlardır. Masanın bir köşesinde oturan Salih Memecan da hem konuşmaları dinliyor hem de bir yandan bir şeyler çiziyordur. Bitirince derginin genel yayın yönetmeni Arda Uskan’a gösterir, “Dört ayrı fotoğraf çekeriz, sonra üst üste montajlarız" der. Gerisini Arda Uskan’ın kendi ağzından aktaralım:  "Doğramacı, İstanbul Üniversitesi'nin üzerine oturmuştu. Pantolonunu indirmiş, poposu ortadaydı. Oturduğu üniversite binası alafranga tuvalet gibi görünüyordu ve İhsan Doğramacı onun üzerine büyük abdestini yapıyordu. Kendimi tutamadım, güldüm, 'Ciddi misin?' diye sordum Memecan'a. 'Ben ciddiyim ama Adil Bey kabul etmez... Şimdi göstermeyelim, yarın Ercan Arıklı ile ikisi Ankara'ya gidiyor, bir çaresini düşünürüz' dedi. Ercan Arıklı ve Adil Özkol ertesi sabah Ankara'ya gittiler. Adil Özkol'a faks ile kapağın eskizini gönderdik. Sadece kağıt üzerinde bir çizim olduğu için pek belirgin değildi durum. (Cevat Şakir’le hemen hemen aynı taktik) Adil Özkol bunu üniversitenin üzerinde oturan Doğramacı olarak algılamış, Ercan Arıklı ile de görüşüp bir sakınca olmadığını bildirmişti. Salih hemen çalışmaya başladı. Önce üniversitenin bir fotoğrafını buldu, sonra fona yerleştireceği bulut resimlerini... İhsan Doğramacı'nın kafasını, kep giyerken eğilmiş olarak çekilmiş bir diasından çıkardı. Sıra işin en güç kısmına gelmişti: Kapaktaki YÖK Başkanı'nın poposu kime ait olacak? Bugünün çok ünlü ve başarılı, o dönemin ise yeni Galatarasay Lisesi mezunu, genç muhabirinin direnmesi fayda etmedi. Yüzünün görünmeyeceğine ikna olunca, Salih'le birlikte stüdyonun yolunu tuttu ve bir kütüğün üzerine oturarak o meşhur fotoğrafı çektirdi. Memecan da artık bu dört resmi dekupe edip, mükemmel bir fotomontaj haline getirecek kadar ustalaşmıştı işinde.” Nokta'cılar ertesi sabah kapağın taslağını Ankara'ya gönderirler. Prova baskı yöneticilerin önüne getirildiğinde hukukçu olan Adil Özkol çok kızar, Ercan Arıklı ise kahkahalarla gülüyordur. Hıncal Uluç ve Hilmi Yavuz da karşı çıkar ancak kapak basılır.  24 Mart günü çıkan bütün gazeteler birinci sayfadan Nokta'nın olay kapağını verir. Tabii Doğramacı çok kızmıştır. Bir açıklama yaparak, "Bunu yapanları hapse attıracağım, bu yayını yapan şirkete öyle bir tazminat ödettireceğim ki, bir daha böyle bir terbiyesizlik yapamasınlar” der.  Dergiye ceza ve tazminat davalarını birlikte açar. Savunmayı yapmak ise Adil Özkol’a düşer. Neyse ki dava sonunda hapis cezası çıkmaz ancak Nokta’yı çıkaran Gelişim Yayıncılık o günün parasıyla 10 milyon TL tazminat ödemeye mahkûm olur. NOT: Cevat Şakir’in “Mavi Sürgün” kitabı, Dr. Gökhan Demirkol’un “İletişim ve Kuram Dergisi”ndeki makalesi ve Vatan 2006 tarihli Arda Uskan söyleşisinden alıntılar yapılmıştır.