19 Nisan 2024, Cuma
05.03.2021 06:00

İnsan Hakları Eylem Planı samimi mi?

İktidar bloğu istediğini yapabilecek güce sahip. İsterse insan hakları eylem planında ilan edilen ilkelerin tümünü yarın hayata geçirebilir. Ama yapmıyor, çünkü önce kendi iktidarını, sonra da ülkeyi güvenlik parantezine alarak hayatın her alanını daraltmaya çalışıyor. Yeni anayasa tartışmaları da sonuç üretmeyecek muhtemelen...

İktidar bloğu yeni anayasa, seçim sistemi, HDP’yi kapatma ve HDP milletvekillerinin fezlekeleri meselelerini aynı zaman aralığında gündeme getirdi. Bu gündemi, erken seçim sinyali olarak okuyanlar var. Bu hamleler seçime dönük olsa da 2021 yılı içinde bir erken seçim ima etmiyor kanımca. İktidar bloğunun erken seçim kararı vermesi için bazı önkoşullar gerekiyor. Birincisi, iktidarın yönetim mekanizmalarına hakimiyetini kaybetmiş olması lazım. Ama böyle bir durum yok, aksine iktidar mekanizmanın her bir hücresine hakim diyebiliriz. İkincisi, iktidarın yasa yapma, düzenleme mekanizmalarında hakimiyetini kaybetmesi lazım, böyle bir durum da yok. Aksine istediği düzenlemeyi, istediği zaman ve biçimde yasa ya da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle yapabiliyor. Üçüncüsü, iktidarın gündelik hayatın yönetimini ve gündemin kontrolünü kaybetmesi lazım. Öyle bir durum yok henüz. Ak Parti oylarında önceki seçime göre şu veya bu oranda gerileme olsa da hiçbir ankette muhalefet partilerinden birisinin Ak Parti’yi yakalaması, hatta yüzde 30’u geçme olasılığı da henüz gözlenmiyor.  Öte yandan dış dinamiklerin etkisini tam olarak öngörebilmek mümkün değil. ABD’nin yaptırımlar riski, AB ilişkileri, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu gerilimleri gibi bir dizi küresel ve bölgesel siyasi gelişmenin yanı sıra, küresel ekonomik kriz, döviz kuru dalgalanmaları gibi bir dizi ekonomik dinamiğin bir anda ülkeyi ne türden risklerle karşı karşıya bırakabileceği ayrı ve uzun bir yazı konusu.   Tüm bunlara karşın doğal takvime uygun olarak 2023’ü de beklemeyeceğimizi sanıyorum. İktidar bloğunun en azından 2023’ün psikolojik gücü, muhalif blok seçmenlerindeki Cumhuriyet’in 100. yılı motivasyonu gibi psikolojik unsurları da dikkate alması beklenebilir. Ya da iktidar bloğu içinde zaman zaman yükselen gerilimlerin veya dış dinamiklerin belirleyici olacağı bir seçim takvimi oluşacağı söylenebilir. Tüm bu rasyonel senaryolara bakınca olası erken seçimin 2022 Haziran ile Kasım ayları arasında olması daha gerçekçi bir senaryo. Ama irrrasyonel koşullar, dinamikler ve kararlar nasıl gelişir göreceğiz. Bu noktadan bakınca iktidarın önünde 16-20 ay var. Ekonomide veya siyasi, hukuki reformlarda radikal hamleler yapabilme mahareti ve niyeti de görünmediğine göre yapılabilecek olan siyasi gerilimi el yükselterek sürdürmek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salı günü açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı, 9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyet içeriyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salı günü açıkladığı İnsan Hakları Eylem Planı, 9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyet içeriyor

Hedef muhalif bloğu

“İktidar bloğunun seçimlere yönelik siyasi stratejisine bakıldığında bazı temel karakteristikleri gözlemek mümkün. Bu seçim stratejisinin temelinde güvenlik esaslı politikaların devamı, dış politikadaki gerilimlerin askeri ve sınır güvenliği esasına göre algılanması ve sürdürülmesi, ekonomide strateji değişikliğiyle yapısal reformları kurgulamakta maharet eksikliği, yönetim sistemi değişikliğinin getirdiği yeni kurum ve kuralların inşasında keyfiliğe devam gibi bir dizi tercih yatıyor. İktidarın bu temel tercihlerinde bir değişiklik yapma niyet ve arzusu da gözlenmiyor. Bu durumda iktidarın varolan sorunların çözümü ve yeni başarı hikayeleri üzerinden eksilen seçmenlerini yeniden kazanması ya da yeni seçmen kümelerini ikna edebilmesi neredeyse imkansız görünüyor. İktidarın da bunu kabullendiği anlaşılıyor” diye yazmıştım. (12 Ocak 2021, Oksijen)  Bu tespitten yola çıkarak baktığımızda iktidarın stratejisinin iki yönü var. Birinci yönü kendi seçmeninin çözülmesini engellemek. İkinci yönü de muhalif bloğu dağıtmaya çalışmak. Kendi seçmenini bir yandan şoven, dinci söylemlerle yanında tutmaya çalışıyor, diğer yandan muhalif blok üzerinden korkutmaya, kazanımlarını kaybedeceği vehmini yükseltmeye çalışıyor. Asıl siyasi gerilimi muhalif bloğu dağıtma hamleleriyle yükseltiyor. Ve bu hamleler çok katmanlı ve çok hedefli bir yerden kurgulanıyor. Bir yandan Saadet Partisi’ne, İyi Parti’ye dönük davetler gündemde tutuluyor. Muhtemelen mart ayı sonuna kadar gerçekleşecek olan MHP ve Ak Parti büyük kongrelerinde ve sonrasında bu çağrılar, davetler, temaslar daha da yoğunlaşacak. Diğer yandan HDP’ye dönük hamleler yoğunlaşıyor ve daha da sertleşiyor. Son iki yıldır HDP’yi kriminalize etme söylemleri artık partinin kapatılması tartışmasına ve HDP milletvekillerinin fezlekelerinin Meclis’te görüşülmesi ve yargılanmalarının önünün açılması aşamasına geldi.

Zihni daraltma

Elbette bu hamlenin bir zihni geri planı var. İktidar bloğu zihnen üç katmanda alan daraltması yapıyor ve buradan bir oyun planı geliştiriyor. Bu üç katman siyaset, terör ve güvenlik anlayışlarında ve buna bağlı politikalarda vücut buluyor. Uzun süreden beri iktidar siyasi alanı adım adım daraltıyor. Sivil toplum örgütlerini, başta sendikalar ve odalar olmak üzere kitle örgütlerini, entelektüel dünyayı, sosyal medyayı siyasi alanın dışına itiyor. Her türlü toplantı, yürüyüş, protesto şiddetle bastırılıyor. İster kadın hareketi olsun, ister çevre hareketleri olsun, isterse de Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olsun tüm itiraz ve protestolar orantısız bir şiddetle bastırılırken akla, hayale gelmeyecek suçlamalarla, ayrımcılık ve nefret diliyle muhalefet eden herkes şeytanlaştırılmaya çalışılıyor. Sosyal medyada tek tek mesajlar kovalanıyor. Aslında muhalif tüm aktörler ve söylemler iktidarın tanımladığı dar alanda ve onun istediği, izin verdiği tarzda davrandıkları sürece bu baskı politikalarından ve şiddetten kurtulabiliyor. Güçlü iş dünyası örgütlerinin, odalarının bile bırakın siyaseti, ekonomi politikalarına yönelik eleştirileri de aynı zihniyetin uygulama ve söylemlerinin muhatabı oluyor.

Genişlemeye ihtiyaç var

İkinci zihni daraltma, güvenlik kavramında gözleniyor. İktidar güvenlik kavramını yalnızca askeri ve sınır güvenliği kapsamına sıkıştırıyor ve terör tanımına indirgiyor. Bu nedenle de seçilen tek güvenlik manevra, taktik ve politikaları da askeri ve polisiye operasyonlar üzerinden gelişiyor.  Üçüncü katmanda ise terör tanımı uzun süreden beri genişletiliyor. Öyle bir terör ve teröre destek tanımlaması yapılmış durumdaki “terör örgütü üyesi olmamakla beraber terör propagandası yapmak” savıyla neredeyse her muhalif aktör ve fikir, baskı ve kontrol altına alınmaya çalışılıyor.  Ülkenin karşı karşıya olduğu meseleleri siyaset dışında çözme imkanımız yok. Ülkenin birçok katmanda ve birçok eksende farklılıkları var. Üstelik bu farklı kümelenmelerin farklı değer setleri var. İktidar bloğunun siyaset tarzı ise “benim değer setim en doğrusu, sen buna uy” mantığında yürüyor. Temel meselemiz ise tüm bu farklılıkların bir arada yaşayabileceği ortak yaşamın ortak kurallarını tanımlayabilmek. Birbirimize tercihlerimizi dayatmaya değil yeniden “biz” olabilmeye ve yeni bir mutabakat üretmeye ihtiyacımız var. Bu süreç çoğunluk ya da güç üzerinden değil tüm farklılıkların siyasete ve müzakere-ikna-uzlaşma süreçlerine dahil olmasıyla başarıya ulaşabilir. Yani siyasi alanı daraltmaya değil aksine olabildiğince genişletmeye ihtiyacımız var. Benzer şekilde güvenlik tanımını da genişletmeye ihtiyacımız var. Askeri güvenlik kadar ekonomik ve toplumsal güvenliği de dikkate almak durumundayız. Ekonomik krizlerin ürettiği hasarı ya da gelir dağılımı adaletsizliğinin ürettiği sorunları, kalıcılaşan yoksulluğu ve adaletsizlikleri, kalıcılaşmakta olan yargıdaki keyfilikleri, toplumdaki kutuplaşmaları güvenlik meselesi saymadan devam edebilir miyiz? Beka kavramını toplumsal yaşamın bekası, bir arada yaşamın bekası olarak değil, yalnızca devletin bekası kavramına sıkıştırarak nereye kadar gidebiliriz? Pandemi süreci ve politikaları en az terör kadar toplumsal güvenliğimizi etkilemiyor mu? Ama iktidar bloğu iktidarını sürdürmeye odaklı bir oyun planı üzerinden baktığı için yeni anayasa tartışmaları sonuç üretmeyecek muhtemelen. Ya da bu hafta açıklanan insan hakları eylem planı hayata geçmeyecek. Kaldı ki 18 yıllık iktidar deneyimi, en azından 2011-13 yıllarında yaşanan Anayasa Uzlaşma Komisyonu deneyimi, iktidarın bu konudaki niyet ve gayretine güvensizlik yaratan örneklerle dolu.  

İstediğini yapacak gücü var

İktidar bloğu istediğini yapabilecek yönetsel güce sahip. İsterse insan hakları eylem planında ilan edilen ilkelerin hemen tümünü yarın hayata geçirebilecek güce de sahip. Ama yapmıyor, çünkü değindiğim daraltılmış bir zihni pencereden bakıyor ve önce kendi iktidarını sonra da ülkeyi güvenlik parantezine alarak hayatın her alanını daraltmaya çalışıyor.  İktidar bloğu Meclis’te de istediğini yapabilecek sayısal çoğunluğa sahip. Aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymanın şart olmadığını söyleyen medya aktivistlerine ve uymayan yargıçlara da sahip. AİHM kararları zaten uzun süredir yok hükmünde. Yani isterse izlenen yol ve yöntemlerin anayasaya ve yasalara uygunluğunu dert edinmeden HDP milletvekillerinin yargılanmalarının önünü de açabilir, partinin kapatılması davasının açılmasını da sağlayabilir. Soru aslında şu: İktidar bloğu bu zorlamaları nereye kadar götürebilir? İkinci soru da bu keyfiliğe seçmen ve özellikle de HDP seçmeni ne tepki verir?  Anlaşılan o ki iktidarın bu sorulara cevapları var ve hayat bulmasını arzuladığı başkaca da cevap seçenekleri var. Seçim sistemi tartışmaları da bu seçeneklere göre hazırlanıyor. O kısmını da gelecek haftanın yazısına bırakalım.