26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
16.07.2021 04:30

İnsan kendi içinde kim bilir kaç kez yeni bir ülke kurmuştur?

Yıllar önce bir gün uyandım ve aklıma Marsilya’ya gitmek düştü. Öyle, birdenbire. Okuduğum romanların ya da beni çok etkileyen filmlerin, kahramanları kadar güçlü mekânları varsa içimde hep bir merak uyandırır. Çocukken okuduğum Monte Kristo Kontu nedeniyle bir gün mutlaka görmem gereken yerler listesine daha o yaşta girmişti. O günlerde okuduğum bir kitap ya da izlediğim bir film etkilemiş bu eski çocukluk hayalimi anımsatmış olabilir. Telefonda arkadaşım Elif’e, “Ben yarın Marsilya’ya gidiyorum. Dört beş güne dönerim” dediğimde, “Aaa, nereden çıktı şimdi, ne yapacaksın orada? Tek başına gidilecek tekin bir yer değil” demişti.  Tabii ki söz dinlemedim.  Karar vermiştim bir kere. Koşullarım da uygundu. Niye erteleyecektim ki? Ertesi sabah küçük bir çanta ile yola çıkmıştım. Ah, ne güzelmiş o günler. Vizelerimiz uzun, euro bugüne nispeten insaflı, kalpte yeni yollara çıkma, keşfetme hevesi daha çokmuş. “Marsilya’da sıkılırsam trene atlar, Fransa’nın güneyindeki birkaç küçük şehri gezerim” diye düşünüyordum. Elif haklı çıktı. Marsilya’ya indiğimde karşılaştığım şehir asla hayalini kurduğum ve çocukluğumdan bu yana çok merak ettiğim, Edmond Dantes’nin maceralarını yaşadığı o şehir değildi elbette. Château d’If  gibi birkaç yapı dışında, görmeyi umduğum tarihi doku, aradığım izler şehrin kozmopolit kaosu içinde çoktan kaybolmuştu. Yalnız ve rehbersiz gezmemin de bir etkisi vardı mutlaka. Limanda ayak üstü bir yemek yedikten sonra otelime gidip  uyudum. Sabah erken saatte kimseler uyanmadan çıkıp şehri dolaşmaya başladım. Sabahın o saatinde tek kollu bir adam büyük eski bir binanın dış cephesini boyuyordu. Sakin ve güçlü görünüyordu. Marsilya şehrinden zihnime kazılı kalan tek fotoğraf bu oldu. Bir de eski limandan aldığım ve bugün bile giydiğim çizgili gemici kazağım. İkinci günün sabahı büyük tren garından atladım bir trene, daha önce görmediğim bir başka şehirde indim. Deniz kenarındaki otelimin küçük balkonu ve önümdeki denize adeta kondurulmuş onlarca yelkenlinin ay ışığında salınması yorgun üçüncü akşamın tesellisiydi.  Okuduğunuz şu satırları yazarken gökte şahane bir yeni ay ve hemen ardında ışıl ışıl parlayan Venüs var. Gün batımının kızıllığı ile buluşan lacivertin üzerinde nasıl da Tanrısal bir resim. O akşam da benzer bir ay vardı gökte. Kafamda ise binbir başka düşünce...  Binlerce yıl da geçse, medeniyet üzerine medeniyet de kurulsa, değişmeyen şey insanın gökyüzüne bakarak yönünü, hedefini, geleceğini araması ve evet her defasında bulması, bulabilmesi sanırım. Geçtiğimiz hafta Urla’da o güzel gümüş rengi uzun saçları güçlü sabah rüzgârında uçuşan ve saçları gibi coşku içinde konuşan Mualla Erkurt’un eşiyle kurucusu oldukları derneğin hikayesini, antik bir tekne inşa edip, yüzlerce yıl öncenin şartlarıyla Marsilya’ya gidişlerini dinlerken o tek kollu boyacı geldi aklıma.  Koca bir binayı tek başına boyamasındaki olağanlık, sakinlik büyük ihtimalle 6’ncı yüzyılda binlerce mili pusulasız aşıp gelen o denizcilerde de vardı. Hedefleri şartlar belirlemiyordu demek ki. Şartlar ne olursa olsun her yeni günde yola, hayata devam etme kararlılığı ve azmi gerekli olan tüm bilgiyi, gücü veriyor olmalıydı. *** Mualla ve Osman Erkurt çiftinin kurucularından olduğu 360 Derece Tarih Araştırma Derneği, Phokaia kazı başkanlığının danışmanlığında, arkeolojik verileri esas alarak bir gemi inşa etmeye karar veriyor. M.Ö. 6’ncı yüzyıla ait ve dönemin tüm tarihsel özelliklerine uygun, 20 kürekli bir yelkenli tekne seçiliyor. Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından planları çiziliyor önce. Sonra Türk Loydu Vakfı’nın denetiminde geminin yapımı bitiyor. Adı Kybele oluyor bu güzel kızın. 2009 yılının Haziran ayında gemi Çeşme’den Marsilya’ya  gönüllülerle birlikte tamamen o yüzyılın şartları ile yola çıkıyor. Yunanistan, İtalya ve Fransa’da Foçalıların kurduğu koloniler Velia, Aleria, Nice, Antipolis limanlarına uğrayarak tam 54 günde Marsilya limanına varıyor. O yıl Fransa’da Türkiye Mevsimi, Büyük Etkinlikler kutlaması yapılıyor ve Kybele’nin Marsilya yolculuğu tüm o büyük projeler içinde, en beğenilen  olarak “Label” unvanı alıyor. “Marsilya’ya girdiğimizde bizi en mutlu eden şeylerden biri limandaki  parke taşları arasına gömülü o büyük levhaydı: ‘Bu şehir M.Ö. 6’ncı yüzyılda Foça’dan  gelen denizciler tarafından kurulmuştur’ yazıyordu. Biz tamamen o günün şartları ile pusulasız yolumuzu bulmaya çalışırken bir yandan temel ihtiyaçlarla ilgili de o gemicilerin yaşadığı zorlukları yaşıyorduk. Ekibimizin bir yarısı da pusula ile ve diğer zorunlu sağlık önlemlerini almış bir şekilde bizi takip ediyordu. Zorlukları aşmanın mutluluğunun yanında uğradığımız limanlardaki coşku, ilgi ve ikram da unutulmazdı. Tarihin böyle deneyimlenmesi gittiğimiz her yerde birleştirici bir sevinçle karşılanıyordu. O kadar zor ama güzel bir maceraydı ki... Yolculuk bittiğinde kimse uçakla dönmek istememişti” diye anlatıyor Mualla Hanım.  Aradan geçen onca yıla rağmen sanki dün gemiden inmişler gibi heyecanlı. Kybele bu maceracı ekibin ilk projesi değil üstelik.  Hatta biraz daha baştan anlatayım. Mualla Hanım ile Osman Bey 15 yaşından bu yana denize âşık ve arkadaş bir çift. Merakları, çalışkanlıkları, tutkuları ve dostları da ortak. Osman Erkurt bir arkeolog. Bugün çalışmalarına deneysel arkeoloji adını veriyorlar. Anadolu’nun tarihsel zenginliği karşısında merakları her geçen yıl daha çok büyüyor. Bulunan her arkeolojik parçada gerçeğin devamını arıyorlar.  Bundan 17 yıl önce  buldukları yanıtları deneyimlemek üzere önce Urla’ya yerleşiyor, sonra 360 Derece Tarih Araştırma Derneği’ni kuruyorlar. Derneğin çok farklı meslek gruplarından üyesi var.  Arkeologlar, tarihçiler, denizciler, mühendisler, tekne ustaları, deniz gönüllülerinden oluşan tarih meraklıları ile buluntuları değerlendirip tarihin içinden geçen insanı ve yaşamını anlamaya çalışıyorlar.  Aslında ilk projelerinin adı Uluburun.  Kaş ilçesinin Uluburun mevkiinde 1982 yılında bir süngerci tarafından bulunan Uluburun batığı, bilinen en eski deniz batığı. 1984 yılında, Bodrum Sualtı Müzesi, INA (Institute of Nautical Archaeology) ve National Geographic Society’nin katılımıyla su altı kazısı başlamış. 22.400’den fazla dalış gerçekleştirilmiş. M.Ö. 14. yüzyıla ait bu batıktan çıkan malzemelerin, 10 ayrı medeniyet ve geminin rotası hakkında bilgiler verdiği söyleniyor. 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği, dünyanın bilinen en eski teknesi olan Uluburun batığından yola çıkarak ilk  deneysel arkeoloji projesini oluşturmuş. Uluburun II, su altı kazısından elde edilen bilgilerden ve ikonografilerden faydalanılarak, kavela-zıvana yöntemiyle 8 ayda İzmir-Urla’da inşa edilmiş.  2005 yılında denize inmiş ve Türkiye kıyıları, Akdeniz ve Kıbrıs olmak üzere 3000 deniz mili yol yapmış.  “Zengin deniz tarihini önce kendi insanımıza sonra tüm dünyaya anlatmak istiyoruz. Dünyanın en önemli batıkları bizde. Tarihi denizde arıyoruz. Buradan çıkıyor merakımız ve çabamız. 16 yılda 12 proje yapmışız. Şimdi Fenike gemisi üzerinde çalışıyoruz. Denize indirmiştik, pandemi nedeniyle karaya aldık. Antik dönem deniz avcılığı nasıl yapılıyordu sorusuna bulduğumuz yanıtları uyguluyoruz. Kemik ve bronzdan iğneler, at kuyruğundan ağ yapılıyormuş mesela. Savunma sistemleri nasıldı, küçük kayıkların şekli neden böyleydi, denize nasıl dalıyorlar, nasıl sünger topluyorlardı, ne taşıyorlardı gibi sorduğumuz her soruya bulduğumuz her yanıtı uygulamaya çalışıyoruz. Beslenme biçimleri, mesela hazırladıkları balık sosları, tuzda kurutulmuş balık, peksimet gibi besinler nedeni ile aşırı tuz tükettiklerini ve bu yüzden de sinirli olduklarını düşünüyoruz.”   Her proje başından sonuna ulusal ve uluslararası akademik destek gördüğü gibi, bugün dernek pek çok akademik çalışmaya danışmanlık da yapıyor. Dernek, Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi  tarafından yürütülen Limantepe su altı arkeoloji kazı alanı ile ortak bir alanda çalışmalarına devam ediyor. Yıllar içinde tüm çalışmalar daima omuz omuza yürümüş, yürümeye devam ediyor. Aldıkları ödüller ve destekler kuşkusuz onları çok mutlu ediyor ama tarihten çekip bugüne getirdikleri her gerçek ve  yeni bir deneyime daha hazırlanmak en büyük mutluluk sebepleri olsa gerek. Öğrencilerin, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gelip çalışmalarını takip eden gençlerin artan sayısı onlar için bir başka güç kaynağı oluyor.  Urla’daki kara kazıları 1992 yılında Prof. Dr. Hayat Erkanal’ın başkanlığında başlamış. 2000 yılında İsrail Hayfa Üniversitesi ile iş birliği yapılarak Limantepe su altı kazılarına geçilmiş. Bugün ANKÜSAM’ın yürüttüğü çalışma Tunç Çağı limanını tespit etmenin yanı sıra  Kanada McMaster Üniversitesi ortaklığında bir deniz tabanı haritası çıkarmayı da hedefliyormuş... Mualla ve Osman Erkurt  derneği kurduklarında onursal başkanları olan Prof. Hayat Erkanal’ı büyük bir sevgi ve özlemle anıyorlar. “Tanımalıydınız” diyor hüzünle Mualla Hanım. Sohbetimizin sonuna doğru bize katılan Limantepe kazı başkan yardımcısı Doç. Dr. İrfan Tuğcu, “Onu tanısaydınız, yaşadığınız yeri, Urla’yı her gün daha çok severdiniz” diye ekliyor. *** Bazı insanları tanıma şansımız olmasa da onların kendilerinden öncekileri tanıma ve anlama, yaşanan ne varsa koruma çabası bizi onlarla akraba kılıyor. Yakınlaştırıyor.    Tarihi bugüne getirmeye gayret eden bu şahane insanları Marsilya’ya bir küçük çanta ile gittiğim dönem tanısam, seyre daldığım deniz ve gökyüzü çok daha başka bir anlam bulacaktı benim için, eminim.  Üstelik aynı tarihlerde onlar denizden yol alırken ben bir trenin içindeymişim. Beklesem belki de limanda onları karşılayanlardan biri de ben olabilirmişim. Marsilya benim için kaosun karmaşanın değil Foçalıların şehri olarak kalırdı.  Belki sizin de yolunuz Foça’ya, Urla’ya ya da Marsilya’ya düşer bugün yarın. Belki siz de ufka o eski gemicilerin baktığı gözle bakar, yıldızlarda yönünüzü, gün batımında hedefinizi görürsünüz. Pers istilasından kaçan İyonyalılar gibi hırçın denizleri aştığınızı, tüm zorlu şartlara rağmen hayatta kalmayı başardığınızı, o tek kollu boyacı gibi her gün o dev duvarları boyamaktan korkmadan, usanmadan devam edebildiğinizi fark edip, yeniden başlamaya dair büyük bir güç duyarsınız kalbinizde. Dünyanın dört bir yanında, kara parçaları üzerindekiler bir yana, insan kendi içinde kim bilir kaç kez yeni bir ülke kurmuştur? Ve ne kadar da doğruymuş... Hedefleri şartlar belirlemiyormuş.