29 Mart 2024, Cuma
13.08.2021 04:30

İyilik dediğiniz nedir? Ya kötülük?

Yaşadıklarımız ve yaşamak zorunda bırakıldıklarımız... Nerede, kim için, nasıl durmayı seçiyorsunuz?

Tomris Uyar’ın, okunması nerdeyse öyküleri kadar keyif veren Gündökümleri’nin birinde anlattığı bir yolculuk anısını nedense hiç unutamadım. Üniversitede öğrenci miydim? Artık sadece hayal meyal hatırlayabiliyorum. Belki de sonraydı. Aradan çok uzun yıllar geçti ama, bu kesin. Bazı ayrıntıların hafızamda yanlışları ve eksikleriyle kalmış olabileceklerini bu yüzden mi düşünüyorum? Aktarmak istediklerimi kendi kelimelerimle de dile getirebilirim ayrıca. Bundan kaçamam. Hepsi benim süzgecimden geçiyor, ne yapabilirim. Ama böylesi daha iyi. Anlatılacaklar içselleştirilmiş oluyor demektir. Hem asıl önemlisi geriye kalan duygu değil mi?

Kime iyilik yapılır?

Yazarımız davetli gittiği Amerika’da büyük bir havalimanındaydı. Bir aktarma yapması gerekiyordu, yolunu bulamıyordu, kaybolduğu hissine kapılmıştı, elinde çantalar vardı, çok az vakti kalmıştı ve uçağı kaçırması an meselesiydi. İlk bulduğu görevliye durumunu anlatmıştı. Adam gülümseyerek bakmış ve ‘Koşabilir misiniz?’ diye sormuştu. Olumlu cevabı alır almaz da çantalarını kapıp, gitmeleri gereken yere onunla birlikte koşmuştu. Birkaç dakika, durmadan… Onu bineceği uçağa yetiştirerek... Tabiri caizse kan ter içinde... Tam o anda, elbette teşekkür etmeyi ihmal etmeyerek, içinden şu yorumu yapmıştı. ‘Birkaç anlığına uçağa binip gitmek ile bu adamla birlikte kalmak arasında tereddüt ettim... Doğrusu neydi? Kaç insan hiç tanımadığı birine, böyle bir zahmete katlanarak, böyle bir iyilikte bulunur?..’ Anlatılan buydu. Duygu da buydu. Ne dersiniz? Anı anlatıldıktan sonra sorulan soru size de etkileyici gelmiyor mu? O uçağa binmeden hissedilenler, kendisini çok yakından tanıdığım için söyleyebiliyorum, tam Tomris Uyar’lıktı. Uzun sohbetler yaptık zamanında, asla unutamayacaklarımı paylaştık. Günü geldiğinde hepsini, tüm aklımda ve kalbimde kalanları anlatacağım. Onun da bir vakti var. Anlatmayı hayal ettiklerim bu yazının sınırlarına girmez zaten.  Ben şimdi daha çok bu duygunun ve uyandırdıklarının peşindeyim. Biz böyle bir iyilik yaptık mı hiç? Hayatın kendi doğal akışı içinde... Hiç tanımadığımız birine? Soruyu kendime sorduğumda bazı cevaplar verebiliyorum ama yine de susmayı ve fazla ileri gitmemeyi tercih ediyorum. Yaptıklarım iyilik değildi de ben öyle olduğunu sanıyorum üstelik. Bana yapılanların birçoğu ise hafızamda. Onları yapanlar da kim bilir nerede şimdi. Çok mu önemli bu söylediklerim? Bilmiyorum. Ama onca kötülüğün hakimiyet kurduğu bir dünyada iyilik dediğimiz ve iyilik gibi görmeyi tercih ettiklerimiz bir isyan gibi görülemez mi? Hele bir de onca bencilliğin onca ilişkiye yön verdiği bir dünyada duygusal cinayetler bu kadar kanıksanmış, dahası sıradanlaştırılmışken... Irréversible adında bir film vardı. Türkiye’de “Dönüş Yok” adıyla gösterildi. Başrollerini Monica Bellucci, Vincent Cassel ve Albert Dupontel oynuyordu. Çok etkileyici bir anlatım diline sahipti. Sahnelerin birinde Alex adındaki kadın, gece vakti, bir yeraltı tünelinde tecavüze uğruyordu. Sinir bozacak kadar uzundu. O anlarda yakınlardan geçen bir adam olayı görüyor ve birkaç anlık bir tereddüdün ardından hiçbir müdahalede bulunmadan sessizce çekip gidiyordu. İnsanlık adına bu tecavüz kadar utanç verici birkaç andı. 

Herkes haklı

Kötülükten bunu da anlayabiliriz. Soruyu başka bir açıya yerleşerek düzeltelim o zaman. Onca kötülük karşısında biz ne yapıyoruz? Çekip giden o adamın yaptığını mı? Herkes kendi cevabını verebilir elbet, dahası vermelidir de. Herkesin kendine göre bir haklılığı da vardır ayrıca, ne diyebilirim. Ben sadece soruyorum. Sorumdaki birinci çoğul şahıs tercihine dikkatinizi çekerek elbet. Mesele kötülüğe gelince iyilik kadar kolay taşınamıyor. Kendini var etme savaşının birçok sınavdan geçtiğini daha önce farklı kelimelerle boşuna mı ifade etmeye çalıştım? Yaşadıklarımız ve yaşamak zorunda bırakıldıklarımız... Nerede, kim için, nasıl durmayı seçiyorsunuz?