26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
09.07.2021 04:30

Kızını evlendiren bir babanın hisleri…

Yasemin ile Alican evlendiğinden beri gördüğüm, konuştuğum hemen herkes aynı soruyu soruyor: Nasıl hissediyorsun? Sanırım kız çocuk babalarının ortak kaderi bu. Kızını evlendirince kendini kötü hissetmen gerekiyor, çünkü kız evden uçup gidiyor bla bla. Ben tam tersini düşünüyorum, onun için de gayet mutluyum. Çünkü herkesin bildiği gibi olaylar en başında “kız isteme” töreniyle başlıyor olsa da bir tek gerçek var: Kızı istiyorlar ama aslında oğlanı veriyorlar! Yani diyeceğim o ki babamın, ben evlenirken gözyaşları dökmesi nedensiz değildi! “Kız anası ağlar, niye ağlıyorsunuz” diye sorduğumda da kendini örnek göstermişti! Yani bir türkünün özlü bir şekilde ifade ettiği gibi, “oğlan bizim, kız bizim, çatlasın kaynanası!” Zeynepinharikalardiyari isimli Instagram hesabından Mecbure’nin, sonu gözyaşlarıyla biten içli öykülerini takip ederseniz, bana hak vereceksiniz.

Oksijen ailesi olarak Yasemin ve Alican’a mutluluklar dileriz...
Oksijen ailesi olarak Yasemin ve Alican’a mutluluklar dileriz...
*** Bir kız çocuk babası olacağımı öğrendiğimde, İstanbul’da hafif bir kar yağışı vardı. Dr. Ahmet Helvacıoğlu’nun sonografi ekranında onu ilk gördüğümde de bir şeye benzetememiştim. Ekranda irice bir kuru fasulyeye benzeyen şeye bakarken, aklımdan Argos Kralı Acrisius geçiyordu. Kızı Danae’yi, doğar doğmaz bronzdan yapılmış bir kuleye hapsetmişti. Tek bir amacı vardı: İçeriye erkek sinek bile giremesin ve Danae herhangi bir erkek ile karşılaşamasın. Olmadı tabii. Doğdu, kuleye hapsetmeyip, Ortaköy’e, eve götürdük. Göbeği düştüğünde de o günlerde hep olduğu gibi rahmetli Tuğrul Şavkay ile mutfaktaydık. Ne pişirdiğimizi şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama Yasemin’in göbeğini nerenin çatısına atmamız gerektiği üzerine konuştuğumuzu net hatırlıyorum. Yasemin’in önemli bir sanatçı olmasına karar verdiğimiz için göbeğini, Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nin çatısına atmaya karar verdik. Ertesi sabah erkenden Tuğrul’u aldım, gazeteye giderken Fındıklı’da durduk ve sargı bezine sarılmış göbeği Akademi’nin çatısına doğru fırlattım. Heyhat, tutturamadım, yere düştü! Kapıdaki güvenlik görevlilerine çaktırmadan parmaklıklardan atlayıp, bahçeye girdik ve çatıya atamayacağımıza karar verdiğimiz için bahçeye gömdük. Görevini yerine getirmiş insanların huzuru içinde Cağaloğlu’ndaki Hürriyet binasına doğru yola çıktık, Karaköy’e varmamıştık ki Tuğrul konuştu: “Müdür, ya sanatçı olmaz da model olursa?” “Ağzını hayra aç” dedim ama içime de bir kurt düşmedi değil. Zaten çok geçmeden hayatın benim planladığım gibi geçmeyeceğini de anladım. Yasemin doğduğunda kararımı vermiştim: Büyürken evde hep klasik müzik dinletelim, gelişmiş bir müzik zevki olsun! O günden sonra evde sadece klasik müzik çaldım; operalar, senfoniler. Tek istisnası hala takık olduğum, Cat Stevens’in ‘Tea for the Tillerman’ albümüydü ki onu da genellikle Yasemin uyurken çalıyordum. Üç yaşına geldiğinde annesiyle karar verdik, yarım gün bir yuvaya gitsin de diğer çocuklarla arkadaşlık etmeyi filan öğrensin diye. Sabah ben götürüyordum, öğlen servisle eve getiriyorlardı. Bir iki gün sonra Yasemin’i türkü çığırırken buldum: Mavi mavi masmavi! Üç yıllık müzik eğitimi, üç günlük servis yolculuğuyla berhava olmuştu! Ondan sonra “bırak” dedim, “dağınık kalsın.” *** Aslına bakarsanız Yasemin için bir düğün de hayal etmemiştim. “Geleneklerle mücadele de bir yere kadar babacım” dediğinde yapacağım bir şey yoktu. Gerçi çağırmak istediğim herkesi çağırabilmiş olsam bir stadyum düğünü olabilirdi bu ama bu kez planlarımı pandemi bozdu. Ama zaten benim planlarımı dinlemeye istekli kimse de var mıydı, ondan da emin değilim. Çünkü prensip olarak kız babaları değil, kız çocukları evleniyor düğünlerde. Rusya’da, Almanya’da, ABD’de, Kırgızistan’da, Yunanistan’da düğünlere gitmişliğim var ve bu tecrübeyle söyleyebilirim ki dünyanın her yerinde düğün, esasen gelin ile ilgili bir olay! Damadın o sırada orada bulunuyor olması, bu törenin başka türlü gerçekleştirilemeyecek olmasından kaynaklanan bir zorunluluk. Çünkü gelinin bir emir erine ihtiyacı oluyor. Gelinin eteği tutulacak, uğurlama – karşılama sırasında gelinin talimatları yerine getirilecek, fotoğraf çektirilecek vs. Bir düğün anında gerçekleştirilmesi gereken bütün eylemlerde gelinin yanında durup, onun talimatlarına göre davranacak birisi gerekiyor ve o kişinin yaşlı babası olması yakışık almayacağı için mecburen orada bir damat bulunduruluyor. Davetliler de zaten düğüne, gelini görmek için geliyorlar. Takılar, hediyeler geline veriliyor mesela. Gelin ne kadar güzel olduğuyla ilgili iltifatları gülümseyerek kabul ederken damat boş gözlerle etrafı süzüyor. Kendi aralarında toplaşmış bekar erkek arkadaşlarının yanına gitmeye can atıyor ama görev yerini terk etmesi de yasak! Zaten düğünün asıl davetlileri de kadınlar oluyor. Erkekler mecburen oraya geliyorlar. Hepsi evde pijamaları çekip, maç seyrederken bira içmeye can atıyor gibi bir yüz ifadesiyle bakıyor, olup bitenlere. Aslına bakarsanız kadınlar, kendi aralarında daha çok eğlenirler. Ama elde eziyet etmeye bir koca varsa, onun da hakkını verir, düğün düğün gezdirirler. Sanırım “evlilik yıl dönümü” olarak isimlendirilen günün, çiftlerden kadın olana ait olması da bunun bir sonucu. Zaten bu günü hatırlama görevi de kadınlarındır, hem de ailedeki tüm kadınların. Evlilik yıl dönümünü unuttu diye karısına sinirlenen erkek hiç duymadım, görmedim ama tersinin çok örneği var. Bütün bu süreçte “gelinin babasının” da özel bir yeri var tabii. Mesela, dj kabinini işgal edip acıklı şarkılar çalmak, en eski arkadaşıyla kafa kafaya verip, oteldeki bütün viskileri bitirip bitiremeyeceklerini denemek gibi sadece gelinin babasına tanınmış hak ve ayrıcalıklar var. Yasemin yedi yaşında, okuma yazmayı yeni sökmüştü ki bir şubat tatilinde, ikimiz baş başa Orlando’daki Disneyworld’e gittik. Duştan sonra saçlarının açılması gerekiyormuş, bilmiyordum. Dönüşte “kıtık” olmuş saçlarını kestirmek zorunda kaldık. Ama çok eğlenmiştik. Sabah kahvaltısında hamburger – patates kızartması – boyalı gazozdan oluşan menüyü yemek, gün boyu pamuk şeker, baston şeker, şeritli şeker, çakıl taşı şeker tıkıştırmak, öğlen Fred Çakmaktaş menüsü, akşam pizzalara gömülmek gibi dışardan bakana 7 yaşındaki bir çocuk için sağlıklı görünmeyecek bir eğlence tarzı! Bir gün park içinde kaldığımız otelde bir düğüne rasgeldik. Gelin Mini Mouse, damat Miki Mouse kılığındaydı. Yasemin buna bayıldı, “ben de böyle evlenmek istiyorum” dedi. O an içime bir hüzün çöktüğünü itiraf edeyim, daha yedi yaşındaydı! “Demek evlenip beni bırakmayı planlıyorsun” dedim. “Hayır, seni bırakmam” dedi. İlk Latince cümlesini Yasemin’e orada öğrettim: Verba volant, scripta manent! Söz uçar yazı kalır! “Yaz, imzala” dedim, orada bir peçetenin üzerine yazdı: Ben babamı çok seviyorum, onu asla bırakmam. İmza: Yasemin. O belge hala elimde! 

Hep Ajda’nın başının altından çıkıyor