25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
10.12.2021 04:30

Milyonluklara bir-iki

Arkadaşım Pelin’in evindeydim. Yeni yılda başlamasını plânladığımız dizinin çekim hazırlıkları bir yandan, kızımın yurttan çıkmak istemesi nedeniyle ev arayışım öte yandan sürdüğü için geçen hafta her akşamı bir başka arkadaşımın evinde geçirdim. Pelin 35 yıldır Anadolu yakasında oturuyor. Kızım için o tarafın daha medeni ve güvenilir olabileceği fikrinde. Metrobüs ve Marmaray seçeneklerinin de hayatını çok kolaylaştıracağını söylüyor.  Fakat bir öğrencinin yaşayabileceği  yeni bir binada bütçemize uygun bir daire bulmak ne orada ne burada neredeyse imkansız. İki yakada da fiyatlar çıldırmış. Olacak iş değil! İzmir’e yerleşmeden evvel taşındığım Sarıyer’deki sitedeki fiyatları görünce gözlerim yerinden fırladı. Tam 4 katı olmuş. 2019’dan bu yana tam dört katı!! Pelin’e dert yanıyordum.  “Nasıl olacak bu iş? Kaygılanmayayım diyorum ama kaygım giderek artıyor. Çocuğa da bulaştırıyorum bu kaygımı. Geçen gece telefonda ağlıyor euro yine fırladı diye. Zannedersin euro ile ham madde alan sanayici olmuş. Ben yaptım bunu. Her şeyi konuşa konuşa... Oysa daha zor günlerden geçtik bunu da aşarız diyorum. Fakat artık inanamıyor bana.” Pelin akşam yemeği hazırlıkları yapıyordu. Başını iki yana salladı olumsuzca.  “Bugün babama gittim. Giderken de dört simit dört tane de üçgen peynir aldım. Amcamla filan oturup yeriz diye. Simitçi 22.5 lira istedi benden. Simit 3.5 lira olmuş arkadaşım. 3.5 lira. Yok artık” dedi. *** Herkesin hepimizin sohbeti aynıdır bugünlerde. Hemen her sofrada benzer şeyler konuşuluyordur. Sofraya oturduğumuzda konuya kaldığımız yerden devam ettik tabii ki. Arkadaşımın pişirdiği kış yemeklerine bayılırım. Bir gece Müjde bir gece Pelin. Oh, iyiydi aslında bu ziyaretler. İstanbul misafirken güzel. Bir yandan yiyor, bir yandan konuşuyordum.   “Ben 1977 yılında ilkokula başladım. Simit 50 kuruştu diye hatırlıyorum. Sonra bir gün amcam bana 2,5 liralık madeni bir para vermişti de ben onu mavi fitilli kadife bahçıvan pantolonumun göğüs cebinde uzunca bir süre taşımıştım. Paramın göğüs cebimde olduğunu unutup askıları indirince tuvalete düşürmüş ve  çok ağlamıştım. O kadar çok ağlamıştım ki  ‘tamam yavrum bir simit parasıydı alırım ben sana simit’ demişti evdeki büyüklerden biri. Demek ki kısa bir sürede simit 2.5 lira olmuş o vakit. Çünkü okul kantininden bir simit bir ayran tam 2.5 lira yıllarını da anımsıyorum.” Pelin bardağıma su koyarken “Senin bunları hatırlamana inanamıyorum. Bir de her şeyi unutuyorum diyorsun. Ben asla hatırlamam hangi yılda ne kaç paraydı” dedi. Güldüm. “Şimdilik hatırlıyorum. Mesela 1978’de annemin maaşı 10 bin liraydı. Evde hiç bitmeyen bir borç-harç kavgası olurdu. Babamın yaptığı listeyle anneminki denkleşmezdi hiç. O tartışmalar sırasında duymuş olmalıyım. İkisi de iyi birer maaş almasına rağmen geçinmek zordu. İyi maaş olduğunu da komşulardan filan duymuştum muhtemelen.  1985’te annemin maaşı 145 bin liraydı ben de 1986’da sigortalı oldum. Maaşım 150 bin liraydı. Annemle eş kazanıyordum ve onca yıllık devlet memuru olarak bu kadar az kazanıyor olmak ağırına gidiyordu. 1992’de ben Berlin’deyken annemin maaşı 3 milyona çıkmıştı ama emekli olmaya karar vermişti. Emekli ikramiyesi 45 milyon filandı galiba. Niye anlatıyorum sana? Çünkü ondan beş yıl sonra Türkiye’ye döndüm. Ve benim 1997’de Kalamış’taki ilk evimin kirası 40 milyondu. İlk maaşım da 300 milyondu. Sıçramalara bakar mısın? Üzerinden beş yıl geçti. Geldik 2002’ye. Maaşım 3.5 milyar olmuştu. Evimin kirası ise 900 milyondu.” Pelin de ben de yemeği bırakmış yılların hesabına dalmıştık.  “Şu yaşadığımız son olaylar bana çocukluğumu ve gençliğimi hatırlatıyor. Benzine, ekmeğe ve elektriğe gelen düzenli zamları,  Gırgır dergisinin kapağında kemerleri sıkan işçi karikatürlerini, ‘Türkiye 70 cente muhtaç olmuştur’ başlıklarını, ödenemeyen faturalar ve kesilen elektrik, su, gaz nedeniyle karanlıkta oturan, susuz yaşamayı öğrenen memur ve işçi ailelerinin isyanlarını anımsıyorum. O zamanlar hayatı hep öyle zannederdim. İnsan her şeye ne çabuk alışıyor. Güzel günler sürekli olacak sandığımız gibi bugünler de hep böyle gidecek diye düşünüp hasta olmak an meselesi.” Sofrayı topladık.  Pelin tabakları makineye yerleştirirken ben telefonumu elime alıp, salona geçtim. Kızım bulduğu birkaç evin fotoğrafını atmış. ‘Bunlar olur mu?’ diye soruyordu. Gönderdiği evlere baktım. Kazancımız Türk lirası kiralar euro-dolar bazında!  Almanya’dan Türkiye’ye döndüğümde uzun bir süre işler yolunda gitmezse yine Berlin’e döner orada iyi kötü hayatıma devam ederim diye düşünürdüm. Zira televizyon, basın, yayın dünyası çalışanları, eğlence sektörü işçileri gözden ilk çıkarılanlar olurdu daima. Nitekim aylarca çalışıp maaşlarımızı alamadığımız yıllar da gördük ama iyi kötü idare ettik. Şimdi nasıl edeceğiz? Berlin’e dönüş yolları da kapandı çoktan.  Pelin’i beklerken arama motoruna ‘1977’de dolar kaç liraydı?’ diye yazdım. 19.64 liraymış.  1 ekmek 680 grammış ve 2.5 liraya satılıyormuş.  1985’te 420 grama düşmüş ve 27.5 lira olmuş.  1992’de 400 gram ve tam 1.250 lira olmuş.  Aradan on yıl geçmiş.  2002 yılında 1 ekmek 200 grama düşmüş ve 150 bin lira olmuş.  2004’te ise  200 gramlık ekmek 275 bin liraya satılıyormuş.  *** Bütün muşlar, mişler hayatımızın bir parçası. Kızıma bir zamanlar biz ekmek almaya 10 milyon lirayla giderdik dediğimde çocuğa efsane, masal gibi gelen cümleler şimdi onun bugünü, geleceği oldu.  İşin ilginç tarafı 1977’deki krize 50 küsur yılda gelen ülkemiz siyaseti bu seferki tırmanışını beş altı yıla sığdırdı. Toparlanışı kaç yıla yayılır kim bilir. Ne dersiniz milyonluk banknotlara geçişimiz kaç yılı bulur?