29 Mart 2024, Cuma
30.04.2021 10:29

Patates tarlasında doğan ‘Mahler’ romanı

Robert Seethaler hem Uluslararası Man Booker adayı bir yazar hem de Youth filminde rol almış bir oyuncu. Yeni romanı Son Senfoni’de ünlü besteci Mahler’in yaşamına dair bir hikaye anlatıyor

Avusturyalı oyuncu, senarist ve romancı Robert Seethaler, karmaşık yaşamları kendine özgü, sade ve neredeyse sert bir dilde anlatabilmek gibi olağanüstü bir yeteneğe sahip bir yazar olarak değerlendiriliyor. İçlerinden biri (40 dile çevrilen Bütün Bir Yaşam) Uluslararası Man Booker Ödülü aday listesinde de yer alan dört roman sahibi Seethaler; aynı zamanda Paolo Sorrentino’nun Michael Caine ve Harvey Keitel’li Youth / Gençlik filminde rol almış olan bir oyuncu da…  Seethaler’in Bütün Bir Yaşam ve Toprak adlı romanlarından sonra son romanı olan Son Senfoni (Çeviren: Regaip Minareci) de kısa bir süre önce Timaş Yayınları’ndan yayımlandı. Son Senfoni, müzik tarihinin belki de en güçlü senfonilerini bestelemiş olan Gustav Mahler’e New York’tan Avrupa’ya giden bir gemide, ölümünden önceki son yolculuğunda edebi, duygusal ve lirik bir anlatıyla eşlik ediyor. Mahler’in kopuk düşüncelerinde canlanan anıları, yolculuk öyküsünün bütününü oluşturuyor. Seethaler yeni romanını Türkiye’den ilk kez Oksijen’e anlattı. Bütün Bir Yaşam kitabınız için “Sadece basit bir adamın hikayesini anlatmak istedim” demişsiniz. Ardından gelen Toprak pek çok sıradan insanın ölümden sonra kendi ağızlarından yaşama dair küçük anlarını anlatıyordu. Üçüncü durak olan Son Senfoni’de ise tam tersine hiç de basit olmayan, tarihin en ünlü ve başarılı insanlarından biri olan Gustav Mahler’in yaşamına dair bir öyküyü anlatıyorsunuz. Ama aslında sıradan ya da değil tüm insanlar acı, hayal kırıklığı, başarı ya da mutluluğu aynı şekilde hissediyor.

“Saf dahiler yoktur. Bu sadece bir efsanedir. Sadece daha ateşli bir şekilde ve çoğundan farklı algılayan insanlar vardır. Çok az sözde dahi, sıkı çalışma olmadan başarılı olabilir. Mahler en iyi örnekti. Düşene kadar çalıştı” (Fotoğraf: Urban Zintel)
“Saf dahiler yoktur. Bu sadece bir efsanedir. Sadece daha ateşli bir şekilde ve çoğundan farklı algılayan insanlar vardır. Çok az sözde dahi, sıkı çalışma olmadan başarılı olabilir. Mahler en iyi örnekti. Düşene kadar çalıştı” (Fotoğraf: Urban Zintel)
Herkes hayatının bir noktasında acı çekecektir, bu kesin. Herkesin kendi kişisel ıstırabı var. Ve tabii ki sevinçleri. Bunlarla uğraşmak bizi ayırır - ama aynı zamanda bizi birbirine de bağlar. Yaşlı bir köylü kadın, bir Türk madenci ya da Gustav Mahler… Herkes ölüm karşısında eşittir. Ancak yazarken hep bunları düşünmüyorum. Öyle oluveriyor. Sanırım Mahler fikri yaşamınıza bir kibbutz ziyareti sırasında radyoda duyduğunuz bir ezgisiyle girmiş. O ilk esinin gelme hikayesini ve neden Mahler’e dair bir roman yazmaya karar verdiğinizi anlatır mısınız… Bir tarlada patates toplarken, her zaman iki atla yakınlarda olan yaşlı bir adamla tanıştım. Birbirimizle konuştuk ve onun Holokost’tan kurtulan biri olduğu ortaya çıktı. Yanında hep taşıdığı küçük radyosunda, bir gün Gustav Mahler çalıyordu. Bu yaşlı beyefendinin yanında, öğle sıcağındaki o müziği unutamam. Ve şimdi, çok yıllar sonra, bu kitabı yazdım. Ancak elbette bu karşılaşma tek başlangıç noktası değildi. Dürüst olmak gerekirse: İlham hakkında fazla bir şey söyleyemem. Sadece oluşur. Bir karakter, bilinçdışının sisinden bir figür, bir görüntü, bir sahne belirir ve yavaş yavaş şekillenir ve ışığa kavuşur. Şans ve bol çalışma ile de bütün bir hikâye haline gelir. 2016 Uluslararası Man Booker listesinde Bütün Bir Yaşam adlı romanınızla yer alınca ne hissettiniz? Ödüller gerçekten önemli değil ama güzeller. Dürüst olmak gerekirse, Uluslararası Man Booker’ı duymamıştım bile. Orada burada işlerimi takdir eden biri var ve bu harika. Kitap şimdi 40’tan fazla dile çevrildi, bir yazar daha fazla ne ister?

Youth’un seçmelerine gitmek istememiştim

Sizi bir oyuncu olarak Paolo Sorrentino’nun Youth filmindeki Luca Moroder karakteriyle de tanıyoruz. O filmde yer almanızın hikayesi nedir?  Sorrentino, oyuncu seçimi için beni İtalya’ya davet etti. İlk başta gitmek istemedim çünkü Roma’ya kadar gitmek istemiyordum. Sonra Sorrentino’nun Oscar kazanan önceki filmi “La Grande Bellezza” yı izledim ve fark ettim ki bu adam harika bir klasik sinema yapıyor. Sorrentino ile birlikte çalışmak nasıl bir duygu? Bu deneyim size neler kattı? Sorrentino ile çalışmak büyük bir ayrıcalıktı. O bir besteci. İmgelerin zihninde şekillenmesine izin verir ve bu imgeleri düzenleyerek ritim, melodi ve ahenk verir. Bu müziktir. Karakterim Luca Moroder iyi bir dağcıydı ama kadınlar hakkında hiçbir fikri yoktu. İlk görüşte aşka dair küçük bir hikayeydi. Ve tabii ki Rachel Weisz ile uçurumun üzerinde bir ipin üzerinde sallanmak harikaydı. Sizi Youth filminin oyuncusu olarak mı yoksa ödüllü bir yazar olarak mı tanımaları daha çok hoşunuza gidiyor? Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Ciddi bir görme bozukluğuyla büyüdüm ve Viyana’da bir körler okuluna gittim. Çocukken her zaman kendi küçük dünyamda yaşadım. Daha çok bir içselleştirme haliydi... Oyunculukla ise içselleştirmeleri dışsallaştırmalı veya büyütmeli, görünür kılmalısınız. Bu ise asla benim güçlü yanım olmadı. Genç bir adamken tiyatro okuluna gittim ve ardından tiyatro sahnelerinde çalıştım. Tiyatroda ne zaman sahne alsam her zaman çok utanır, yerdeki tahtaların beni yutmasını isterdim. Öte yandan kamera önünde, film ya da televizyon için çalışmak bana pek de zor gelmiyor; kameranın sessiz hoşgörüsü beni koruyor. Ama en çok yazı masamda kendimi çok rahat ve güvende hissediyorum. Orada tamamen kendim olabilirim. Esasen hiç kimsenin bana bakmadığı, masamda yalnız başıma oturup yazı yazmadığım sürece, kendimi evde ve rahat hissetmiyorum.