29 Mart 2024, Cuma
03.12.2021 04:30

Sayısaldan sözele

14 milyar yıl kadar önce her yer karanlıktı. Bu karanlığın sebebi sıcaklıktı: Evren o kadar sıcaktı ki içindeki madde parçacıkları deli gibi hızla hareket ediyor, bu nedenle de elektronlar lisede gördüğümüz gibi protonların yakınına konumlanıp hidrojen atomlarını oluşturamıyordu. Fotonlar fazla yol alamadan ortalıkta çılgınca uçuşan bu elektronlara takılıyorlardı; bu yüzden de ışık yoktu. Evren hep genişliyor, genişledikçe de soğuyor. Bir süre sonra sıcaklık elektronların protonlarla buluşmasına el verecek düzeye düştü; böylece ışık serbest kaldı. O anda yayılan o ilk ışık hâlâ görülebiliyor: Işığın hızı sonlu olduğundan evrenin yeterince uzak köşelerindeki bu ilk “aydınlanma” anının pırıltısı bize ancak şimdi ulaşıyor, uygun cihazlarla evrenimizin “bebeklik fotoğrafı”nı çekebiliyoruz yani. O eski zamanlarda evrende hayat yoktu, dolayısıyla tüm bu olayları görüp anlayabilen bir bilinç de bulunmuyordu. Parçacıklar (bilardo masasında hareket eden toplar gibi) belli birkaç ezeli kurala göre “otomatik” olarak etkileşiyorlardı: Kütlesi olan nesneler birbirlerini şu kuvvetle çeker, aynı elektrik yüküne sahip cisimler birbirlerini şu kuvvetle iter, ışık şu hızla yayılır, vesaire... Aslına bakarsanız sistem bugün de aynen böyle işliyor (ne de olsa o temel kurallar “ezeli ve ebedi”) ama şimdi evren o zamankinden daha zengin, daha güzel bir yer. Neden mi?

Birleştiler ve...

O “sayısal” kurallara göre davranan parçacıklar bir araya gelip daha büyük, “sözel” sistemler oluşturdu da ondan! Önce kütleçekimi sayesinde merkezlerinde nükleer tepkimeler başlatıp çevreye ışık yayacak kadar büyük cisimler, yani yıldızlar doğdu. Yıldızların çevresinde dönen daha küçük gök cisimlerinden en az birinde (bizim dünyamızda) kimyasal malzemenin milyonlarca yıl süren rastgele çalkalanması sonunda çevredeki diğer molekülleri “yiyerek” kendi kendisinin kopyalarını üretebilen bir düzenek ortaya çıktı. Hayat çağı başlamıştı. Artık bu şanslı gezegen sadece fiziğin değil, biyoloji yasalarının da yönettiği daha karmaşık bir oyuna sahne olacaktı. Bu yeni oyunda rekabet esastı. Soyunu sürdürebilenler, bir sonraki nesle olabildiğince çok kopyalarını iletebilenler kazanıyor, altta kalanın canı çıkıyordu. Evrim, çevre koşullarına mükemmel uyumlu “süper özçoğaltıcılar” türetiyordu. Yeryüzünün her köşesi, oranın şartlarına uygun tasarlanmış gibi görünen canlı türleriyle doldu. Hayatta kalmak için avantaj getiren yeni özellikler, rastgele mutasyonların sunduğu farklılıklar arasından evrimce seçilerek canlılık şemasına ekleniyordu. Bu faydalı becerilerden biri, “dil”di. Dil, bireylerin birbirleriyle büyük ölçekte iş birliği yapmasına elvererek türlü tehlikelerden sakınmalarına ve türümüzün avlanma gibi konulardaki başarımını artırmaya yaramakla kalmadı. Dil mesajlarını çözmek ve üretmek için evrilen “hesaplama” organımız işin matematiği gereği tam teşekküllü bir bilgisayara dönüştü; gerçek olmayan şeyler hakkında da cümleler kurabilme yeteneğine, yani hayallerimizi başka insanlarla paylaşabilme gücüne eriştik. Diğer hayvanların aksine bütün dünya hakkında, dünyanın ötesindeki evren hakkında, hatta başka evrenlerin var olup olmadığı hakkında söz söyleyebilir konuma geldik. 

Fikirlerin gelişi

Atomların oluşturduğu biz “düşünebilen cisimler”, kendi kopyalarını çıkartarak yayılan ve nesilden nesile uzanan yeni bir varlık türünü, fikirleri oluşturduk. Evrenin tarihinde ilk kez olarak bizlerin, akla sahip canlıların sayesinde iyilik, kötülük, güzellik, çirkinlik vs. kavramlar dile geldi, “hayatın anlamı”nın ne olduğu sorusu soruldu ve bu toprakların yetiştirdiği bir insan tarafından güzel dilimizde cevaplandırıldı: “Sen sana ne sanırsan Ayruğa da onu san Dört kitabın mânâsı Budur eğer var ise” İnsanlar kimi cümlelerin doğru, çoğununsa yanlış olduğunu fark ettiler. Gerçek dünyayı anlatan doğru cümleleri diğerlerinden ayırt edebilme becerisi büyük avantaj sağlıyordu. Bu iş için “bilim” dediğimiz o harika yöntem keşfedildi. Bilimin “en hakiki mürşit” olduğu fikrinin yerleştiği toplumlar kanatlandı, diğerleri yerlerinde sayıyor. Bilim, evrenimizin bu yazının başında özetlediğim tarihini ve fizik yasalarının gelecekte hayatı ve bilinci olanaksız kılacak koşullar yaratacağını ortaya çıkardı. Evrenin onun tadını çıkarabilen akıllı yaratıklara olanak verdiği, nispeten kısa bir dönemindeyiz. Yaşamımızın anlamını biz kendimiz saptıyoruz. Bu fırsatı iyi değerlendirmek, doğru bildiğimiz yolda sonuna kadar onurumuzla ilerlemek elimizde. Bu yüzden aklımızın kabul etmediği saçmalıklara eyvallah demiyoruz, direnmekten vazgeçmiyoruz.