29 Mart 2024, Cuma
19.03.2021 06:00

Şifayı gitarında buldu

Pentagram’la başlayan müzik yolculuğunda 30 yılı geride bırakan Ogün Sanlısoy bir solo albümle daha karşımızda. Pandemi dönemini tüm müzisyenler gibi zor geçiren Sanlısoy “Beni gitarım kurtardı. Uyandığımda ilk işim müzik oldu” diyor

Türk rock müziğinin son otuz yılının merkezindeki isimlerden bir tanesi Ogün Sanlısoy. Pentagram’la birlikte sahne almaya başladığı 90’lardan bu yana, endüstrinin tüm iniş çıkışlarına şahit oldu. Bu uzun kariyerin oldukça tuhaf ve zorlu geçen son bir yılında ise en iyi bildiği şeye sığınmış. Onunla konuşurken arkasında duran gitarı işaret ederek “İşte beni bu kurtardı” diyor. Sanlısoy’la pandemi döneminde kaydettiği yeni solo albümü Yaşamaya Devam için buluştuk. Yeni bir şey yayınladığınızda hala heyecanlanıyor musunuz? O yüzden yapıyorum bu işi. Sahneye ilk çıktığında nasılsa, 50 yaşına geldiğinde de aynı şeyi hissediyorsun. Seyirciyle yaşadığın tadı hayatta birçok şeyden alamıyorsun. 20’lerinde çömezlikle beraber heyecanı nasıl bastıracağını bilemiyorsun. Tecrübeyle o süreci daha iyi kontrol ediyorsun. Sahneyle kurduğun ilişki de seni daha güvende hissettiriyor. İlk nerede hissettiniz o heyecanı? Kadıköy’de ilk defa sahne aldığımda on kişi bile yoktu. Dizlerimin, ellerimin titrediğini hala hatırlarım. “Bu nasıl geçecek” diye birbirimize bakıyorduk. Ama onun büyüğünü 1992 yılında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’na, daha 21 yaşındayken Pentagram’la çıktığımda hissettim. İlk büyük konserimdi.  O yıllarda Pentagram’la yola çıkarken aklınızda neler vardı? Ben 12 Mart 1971’de askeri muhtıra gününde doğmuşum. 1980’de başka bir ihtilal oluyor. Babam deniz subayıydı. Böyle bir kültürde büyüdüm. Fakat sanatla uğraşmak istediğim için Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdim. 1990’larda terör sorunları vardı. Dünyada da durum benzerdi aslında. Biz Pentragram’la Trail Blazer albümümüzde “Secret Missile” diye savaş karşıtı bir şarkı da yapmıştık. 1968 kuşağının da devamı olarak barış, huzur, sevgi, aşk, beki de ütopik şeyler istiyorduk. Bu hayat kıymetli, kısa bir süremiz var. Huzurla yaşayalım diyorduk. Yaptığımız şarkılar da buna yönelikti.  Geçen bunca zaman sonrasında nasıl hissediyorsunuz? Bulunduğun coğrafyaya bağlısın. İstediğin kadar “Twitter’a bakmıyorum, televizyon izlemiyorum” diye kendini soyutlamaya çalış, enerjisine maruz kalıyorsun. O zamanlar da “Savaşlar bitsin” diyorduk. Otuz yıl geçmiş hala aynı dertten mustaribiz. Çok sevdiğimiz, Pentagram’da gitar çalmış arkadaşımızı (Ümit Yılbar) terör olaylarından kaybettik. Biz bunu birebir yaşamış insanlarız. Hala da müzik yapmaya, bir şeyler söylemeye çalışıyoruz. Birilerinin kulağına gidiyor mu? Söyledikleriniz birinin kulağına gitse de, müziğin bir şeyleri değiştirme gücü var mı sizce? John Lennon’ın “Imagine” parçasındaki dilekler ne kadar güzel. Ama gerçekleşmeleri imkansız. Çünkü diğer ‘büyük’ adamların kullandıkları argümanlar, vaatler, sahte sözler insanları öyle bir yakalıyor ki… Ellerinde öyle bir güç var ki, söylediğinde haklı bile olsan sesin cılız kalıyor. Hep aynı güçler kullanılıyor. İnançlar, ırklar, milliyet kavramları… Yaptığın şarkıyı seninle aynı fikirde olanlar dinleyip yakalıyor ama dünyayı değiştirecek bir kuvvete erişemiyor. Bireysel olarak değişmediğimiz sürece dünyayı değiştirmek, çocuklarımızı, geleceğimizi kurtarmamız imkansız. Yine de hala umudum var. Bu yüzden mi Yaşamaya Devam? Her şeye rağmen yaşıyor olmanın verdiği o güzel tarafları görmek lazım. Bir nefes almanın önemini unuttuk. Morali bozuk arkadaşlarıma bazen “Üç dakika nefesini tut da gör bakalım” diyorum. O kadar lazım ki o nefes. Mesela Boğaz’dan, hani dünyanın en güzel şehrinin üzerinden geçiyorsun... O kadar at gözlüğüne bürünmüşüz ki, o güzelliğin farkına bile varmıyor insanlar. Birinin hepimizi, beni de silkelemesi lazım. O yüzden Yaşamaya Devam. Bu dünya kıymetli bir yer ve az zamanımız var. Melih Kibar ve Çiğdem Talu şarkısı “Hep Böyle Kal”ı çocukluğunuzun sokaklarını ve saflığını hatırlattığı için albümde yeniden yorumlamışsınız… Feneryolu’nda büyük bir apartmanda oturuyorduk. Yan binada Melih Kibar yaşardı. Ben onu Hababam Sınıfı’nın müziklerini yapan müzisyen olarak bilirdim çocukken. Çiğdem Talu, Erol Evgin ve onu sokakta görürdüm. Onların bu şarkısı yıllardır aklımdaydı. Bir gün mahalleden geçerken albüme koymaya karar verdim. Melih Kibar ve Çiğdem Talu hayatta olmadığı için Zeynep Talu’yu aradım. Hemen izinleri verdiler. Herkes gitmeyi konuşurken siz albümde “Kaldım İstanbul’da” diyorsunuz… Aslında bir yanda tutku, bir yanda öfke var. Son yirmi yılda olanlar canımı acıtıyor. Kalabalıktan, betondan, bu şehirde hala durmaktan rahatsızım. Doğaya çok aşığım. Daha bakir yerlere giden dostlarım hep daha mutlu. Bunu görünce “Eşyamı alıp gideyim” diyorum. Daha ucuza yaşar, orman, deniz görürüm. Ama bazı ilişkiler vardır ya, bitse bile sürer, İstanbul’da kalmak öyle. Geçen sene sizi nasıl değiştirdi? Bir yıldır insanlar konser veremiyorlar. Ekonomik olarak çok zor durumdalar. İntihar ediyorlar. Bunlar şaka değil. Sesin duyulmuyor. Fakat dün bakıyorum, kongrelerde inanılmaz kalabalıklarla gurur duyuluyor. Bunu yapanlar sana tavsiyede bulunan yöneticiler. Böyle olunca canın daha çok acıyor. İntiharın eşiğine gelmek kolay değil. Ciddi bir toplumsal patlama bekliyorum. Siz nasıl ayakta kaldınız? Arkamda duran gitar kurtardı. Bu albümü yaparken huzuru bulmaya çalıştım. Pentagram’la çalışmalarım da vardı. Sabah kalktığımda ilk işim müzik oldu. On yıl sonra pandemi dönemi eserleri olarak anılacak bunlar. “Ogün Sanlısoy İstanbul’u bomboş nasıl yakalamış” denecek. “Kaldım İstanbul’da”nın klibinde İstiklal Caddesi, Bağdat Caddesi bomboş. Normalde hiçbir yönetmenin yakalayamayacağı görüntüleri yakalama şansımız da oldu.  Bir yandan da Pentagram’la yeni şarkılar yayınlamaya devam ediyorsunuz. Sizce bu topluluğun nasıl bir kıymeti var? Pentagram değeri bilinmiş bir grup değil. Üyelerinin müzik sektörüne verdiği büyük faydalar ayrıca göz önüne alınmalı. Fakat bugün yeni bir çocuğun milyonlarca takipçisi olduğu düşünülünce, böyle müzisyenlere özenmek zor geliyor. Ne uğraşacaklar gitar çalmayla? Grup sadece yaptığı müzikle, söylemleriyle değil, insanlara verdiği güçle de etkiliydi bence. Gençlere ve özellikle çocuğunuza nasıl bir gelecek bırakmak isterdiniz? Her şeyin hızla tüketildiği bu dönemde, oğlum Ozan’a ne bıraksam kâr. “Rock yıldızlığı ne güzel” derler ama işin içi öyle değil. Yatımız, katımız yok ama en güzel mirasım şarkılarım olacak. Ben öldükten sonra dijital ortamda kalacaklar. Her şey Ozan’a ve onun jenerasyonuna “Biz yaşarken durumlar böyleydi” demek için. Para kazanmak değil mesele. Kendimi bir sonraki jenerasyona aktarmak istiyorum. Bu hepimize düşen bir görev bence. Yazabilen yazsın, çizebilen çizsin. Yıkmak yerine yaratalım. Yıkanlar zaten var.