25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
23.07.2021 04:30

Şimdi deniz kirlenince

Yaz günleri size en çok neyi hatırlatır? Herkesin, ardında bıraktığı hayata göre, farklı şekillerde cevaplandırmak isteyebileceği sorulardan biridir bu elbet

Hayatlar akar gider, mevsimler geçer. Yaz günleri size en çok neyi hatırlatır? Ben denizi ve plajları hatırlıyorum. Hatırladıkça da bazı hikâyelerin eksilmelerle nasıl yazıldığı geliyor aklıma. Çocukluğumun İstanbul’unun bugünkünden en önemli farkı kıyılarından denize girilebilmesi, plajları ve hayatlarımızdaki yerleri miydi? Eski bir gelenekti bu. Kitaplarımda birçok kez dile getirmeye çalıştığım... Deniz hamamlarından, etrafı tahta perdeyle çevrili kadınlar plajından devralınan... Caddebostan, Suadiye, İdealtepe, Moda ve Süreyya plajları... Ne çok hatıraları var artık, ne çok silikleşmeye yüz tutmuş görüntüleri...

Deniz haykırıyor

Yaz günleri size en çok neyi hatırlatır?  İçimdeki İstanbul Fotoğrafları o tanıklıklardan geriye kalanları ve çekmecelerde saklananları barındırır. Bir başka yazma mevsiminin sözleri, satırları... Onları bu sebeple bir daha anlatmayacağım. Kalmaları gereken yerde kalsınlar, yeter. Hem amacım geçmişe övgüler düzmek değil.  Yaşananlar adına hatırlamak istemediklerim o kadar çok ki... Yine de deniz anlatıyor, bize bir yerlerden sesleniyor. Haykırıyor mu demeliyim yoksa? Söylediklerimden anlamışsınızdır. Kıyılarla ilişkilerini kurmuş İstanbullular yaz aylarında kendilerini denizin kucağına bırakmayı bir vazgeçilmezlik haline getirmişti. Şehrin doğası buna izin veriyordu. O uzun tarih dikkate alındığında pek de o kadar eski bir gelenek değildi bu, çocukluğumdaki hayatlarda çoktan yerini almıştı. Adını andığım yerler de şehrin ‘sayfiye’ denen tarafındaydı. Avrupa yakasında oturanların bir kısmı, en geç haziranda Anadolu yakasına geçer, eylüle kadar kalırdı. Bahçeli evlerin birbirinin yanında sıralandığı, yılların akışında yıkılıp yerlerini beş altı katlı, çağdaşlaşmanın simgesi olarak görülen apartmanlara henüz terk etmediği bir dönem... Çoğunlukla evler tutulur, yaz mevsimi için kiralanırdı bir diğer söyleyişle. Çok iyi hatırlıyorum. Bodrum’a, Marmaris’e, Fethiye’ye, Kaş’a, Alaçatı’ya gitmek yoktu bu gelenekte. İhtiyaç da yoktu. Üstüne üstlük bu yerler İstanbullu tarafından doğru dürüst bilinmiyordu bile. Sonra denizler iyiden iyiye kirlenmeye başladı. Bazı plajların üstünden yollar geçti. Gün geldi yeni doğanlar, onların nerede bulunduklarını bile bilmediler. ‘Sayfiye’ yazlık yer demekti. İki yakanın köprülerle birleşmesinin ardından o özellik de tarihe karıştı. Bazı hikâyelerin eksilmelerle yazıldığını boşuna mı söyledim sanıyorsunuz?

Lodoslu havalarda

Bugün İstanbul’da denize girenler var tabii. Ben otuz yılı aşkın bir süredir girmiyorum. Girenlere bir lafım yok elbet. Herkes istediği gibi yaşama hakkına sahip, değil mi? Bu ayrılığın bir sebebi daha var. O da bu gelenekten kopanların, bir yerlerde kaybolanların yokluğu. Uzaklığım, haydi biraz daha açık konuşalım küskünlüğüm, bir vedayı taşıyamamaktan mı kaynaklanıyor? Şehrin bugün denizle girdiği ilişkisinin ortaya koyduğu manzaraya daha yakından baktığımdaysa vedanın maziden kaynaklanan bir yaradan değil, bugün vardığımız yerden geldiğini görmek zorunda kalıyoruz. Lodoslu havalarda denizin bir iki günlüğüne kirlenmesi karşısında hissettiklerimiz, denizanalarından ve yosunlardan rahatsız olmamız ne kadar da masummuş. Marmara’nın çığlığını duyuyor musunuz? Neleri kaybettiğimizi ve muhtemelen artık yaşayamayacağımızı... Muhteşem medeniyetimizde yaşamaya hoş geldiniz... Önce sular mı kirlenmişti gerçekten? Ya şimdi? Bakın size daha şehrin adalarından da bahsetmeye vakit bulamadım, Boğaz kıyılarından da. Edebiyatımızda ne çok hikâyede yer aldılar oysa. Sait Faik’e atfedilen bir anı... Denir ki üstat bir gün balığa çıktığında oltasına takılan küçük balıkları alıp öper, sonra da denize atarmış. Memleketine, dünyasına iade edermiş bir başka deyişle. Yaptığına şaşan bir Rum balıkçı “Sait ne yapıyorsun? Balık öpülür mü hiç?” diye sormuş, bunun üzerine. Yazarımız da “Olsun, şimdi benim öptüğüm bir balık denizde yüzüyor” demiş. Şehrini, denizini, balığını sevmek başka türlü nasıl anlatılır? Biz, plajlardan vazgeçtik, bu balığa ne diyeceğiz şimdi? Yaz günleri size en çok neyi hatırlatıyor? Sadece kirletilmemiş bir denizi deseydim daha doğru ve sahici bir cevap mı vermiş olurdum yoksa?  İçimdeki İstanbul Fotoğrafları / Mario Levi / Everest Yayınları / Roman / 375 Sayfa