25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
17.09.2021 04:30

‘Yaşamak İstiyorum’

Türbanı atıyor, restoranda çalışıyor ve erkek arkadaşı olması bile yasakken Hollandalı bir sevgilisi oluyor. Tüm bunları ve katı İslami kültürle yetiştiği aile ortamını kitabı “Ik ga leven / Yaşamak İstiyorum”da anlatıyor. Bu hafta Amsterdam’dayız. Konuğumuz Hollanda’da son yılların en çok tartışılan ve en çok satan kitaplarından birinin yazarı 23 yaşındaki Lale Gül. Ailenin Amsterdam’a göç nedeni? 96’da Sivas’ın Kümbet Köyü’nden, traktör alacak parayı biriktirmek için gelmişler, sonra da kalmışlar. Sen Amsterdam’da doğdun ve okudun değil mi? Evet, 1997’de burada doğdum. İlkokulum, Hristiyan okuluydu. Oturduğumuz mahalle Türk ve Fas mahallesi olduğu için, okul Müslüman Türk ve Fas öğrenciler ile doluydu. Hafta sonları ise Kuran kursuna gidiyordum. Amaç dini bir eğitim almamdı.

Lale Gül
Lale Gül
İki okul arasındaki fark neydi? Kuran kursuna gitmeyi istemezdim, çünkü sorularıma cevap alamazdım. 7 yaşında bir kez tırnağıma oje sürmüştüm. Bunu gören hoca “Günah, cehenneme gideceksin” demişti de çok korkmuştum. Hristiyan okulumda Noel kutlanırdı, hafta sonu “Günah! Kutlayamazsın. Gavurların bayramı” lafını duyardım. Birine normal etek giyilirdi, diğerine erkekler bakmasın diye diz altı. Kafam epey karışırdı. Evde ortam nasıldı? Annem babam Hollanda kültüründen pek anlamaz, Hollandaca bilmezdi. Televizyonda dindar kanallar tercih edilirdi. Türkçeyi pek az kelimeyle, dizi Türkçesiyle konuşurlardı. Ben Türkçe öğrenmek için popüler kanalları seyretmeye çalışırdım. Bir kez Aşk-ı Memnu izlerken yakalandım. Öpüşme sahneleri olduğu için yoldan çıkacağım söylendi. Hollanda kanallarını da izlemem yasaktı.  Başka ne tür müdaheleler vardı? Her şey yasaktı. Ben Kuran kursuna gidip hiç anlamadığım Arapça öğrenmek yerine, arkadaşlarımla buluşmak, plaja, sinemaya, hayvanat bahçesine gitmek istiyordum. Bir spor yapmak, gitar çalmayı öğrenmek istiyordum. Bunları dile getirdiğimde, “Sus! Sen ne anlarsın” cevabını alırdım. Arkadaşlarımın hayatıyla benimkinin farkını görüyor ve onların hayatına özeniyordum. “Her şey”i biraz açar mısın? Türban takmam, Ramazan ayında oruç tutmam zorunluydu, istediğimi giyemiyordum, denize giremiyordum. Büyüdükçe yeniler eklendi; okul gezilerine gidemiyordum, sevgilim olamıyordu, her gün belli saatte evde olmam gerekiyordu, kız arkadaşlarımla gezmem ve onlarda kalmam yasaktı çünkü “kim bilir başıma ne gelir”di, iş yerinde bile gece çalışmam yasaktı. Makyaj yaptığım bir gün annem bana “fahişe” dedi. Dış dünyaya açılman kitaplarla olmuş. Anlatır mısın? Mahallemizde bir kütüphane vardı. İçinde bilgisayar vardı, internete girebiliyordum. Annem okuma yazma bilmediği için kitapları tehdit olarak görmedi, kütüphaneye gitmeme izin verdi. Zaman içinde Hollanda edebiyatını hatmettim. Ufkum, dünyam genişledi. Hollanda kültürüne iyice adapte oldum, dilini aksansız konuşmaya başladım. Zaten üniversitede de Hollanda Dili ve Edebiyatı okudum. Kitap okudukça zihnim ve yaşadığım hayat arasında büyük bir uçurum oluşmaya başladı. Artık her şey bana batıyordu. Erkek arkadaşın olduğunda neler oldu? Buradaki müslüman Türkler önce bir düğünle evlenir, sonra birlikte yaşamaya başlarlar. Öncesi yoktur, varsa da saklarlar. Benim sevgilim vardı, Hollandalı’ydı ve de anti göçmen bir ailenin çocuğuydu. Onu görmek için bahane üretmekte zorlandığım için ailemi karşıma aldım, durumu anlattım ve zaman kazanmak için Müslüman olacağını söyledim. Kıyamet koptu. O zaman anladım ki değil Hollandalı, Müslüman sevgilim bile olsa evlenmeden önce göremezmişim. Sevgilimden ağlamaktan bitap düşerek ayrıldım ve genç bir kız olarak hiçbir zaman sevgilim olamayacağını anladım. Bunlar olurken, üniversitedeydim. Arkadaşlarım 18 yaşından sonra evlerinden ayrılmış, kendi ayaklarının üzerinde duran insanlardı. Ben ise her zamankinden daha çok eve hapsedilmiştim.  Erkek kardeşine koyulan kurallar ve sana koyulan kurallar arasındaki farklar neydi?  Ben kadın olduğum için ciddiye bile alınmazken ona hiçbir şey yasak değildi. Kız arkadaşı olabilirdi, istediği saat eve girebilirdi, isterse hiç girmezdi, istediğini giyerdi, çalışıp parasını kazanıp tatile gidebilirdi. Beni en çok delirten bu ikiyüzlü yaklaşım oldu. Bir de kız kardeşim var 10 yaşında. Evden uzun süre ayrılamamın nedeni aslında o. Biliyordum ki ayrıldığım gün “Ablası gibi olmasın” diye onun üzerindeki baskı daha da artacaktı. Senin için kırılma noktası türbanı atarak evden çıktığın gün mü? O noktaya yıllar içinde geldim. Hayatta hiç sevgililik deneyimi yaşamadan, hiç tanımadığım biriyle evlenemeyeceğimi biliyordum. Sadece annemi mutlu etmek için camiye gittiğimi, türban taktığımı, sevgilimden ayrıldığımı fark etmiştim. Ben çalışıp para kazanmak, kendi ayaklarımın üstünde durmak istiyordum. Ama tüm bunları nasıl uygulayacağımı bilmiyordum. Sevgilim olduğunu söylememden sonra bu ikinci büyük kırılma noktasıydı. Anlatır mısın? O gün sadece türbanı çıkartmadım. Makyaj yaptım, büyük küpeler taktım, modern bir kadın gibi giyinerek evden çıktım. Annem türbanı çıkarttığım için uykumda saçlarımı keseceğini söyledi. Korkudan gecelerce uyuyamadım. Dayım bağırdı, çağırdı cehenneme gideceğimi söyledi. Sonunda evde kimse benimle konuşmamaya başladı.  Kitabı yazmaya nasıl karar verdin? 15 yaşımdan itibaren şiir ve içimi dökmek üzere günlük yazıyordum. Bir gün roman yazmaya karar verdim. Benimki gibi çok kadın hikayesi vardı ama bunu kaleme alan yoktu. İlk olmak istedim. Bir yandan da ismim ve cismimle ortaya çıkmaya korkuyor, eğer bu kitap basılırsa ailemle aramdaki tüm iplerin kopacağını biliyordum. Ona rağmen yazdım ve yayınevine yolladım. Ertesi gün kontrat imzalamak üzere çağırdılar. İsmi “Yaşamak istiyorum”. Neden? İstediğin hiçbir şeyi yapamadığın bir hayat, hayat değil. Beni mutlu eden her şey yasak, mutsuz eden her şey zorunluydu. Kendim için yaşamıyordum. Evde bir süs bitkisinden farksızdım. Hayatım başkalarını izleyerek geçiyordu. Sonra ne oldu? Kitabın çıktığını öğrendiler ama Hollandacaları olmadığı için içeriğini bir süre anlayamadılar. Bir gün televizyon röportajına çıktım. Orada dil bilen komşular konuyu anlamış, sonra kitabı okumuş, annemi babamı en sinirlendirecek şeyleri de abartarak kendilerine çevirmişler. Evden ayrıldığın son geceyi anlatır mısın? Kıyamet günü gibiydi. Mahallede kim varsa, Faslı, Türk kapıya dayanmıştı. Evin içinde yüz kişi. Bağırıp, çağırıyorlar. Dini karalamak ve Türkleri rezil etmekle suçlanıyordum. Beni şeytanın ele geçirdiğini söyleyenler oldu. Annem o ihtimal karşısında bir sevindi. Hocaya gitsem, şeytanı bedenimden çıkarsa belki eskiye dönebilirdim. Kitap satışını durdurmamı, kazandığım haram parayı iade etmemi, röportajlarda söylediğim her şeyi geri almamı istediler. Sen ne diyorsun? “Benim fikir özgürlüğüm..” diye cümleye başlıyorum, beş kişi üstüme çullanıyor. Üzerime doğru eller havalanmaya başladı. O noktada  20 yaşındaki erkek kardeşim araya girdi. Her ne kadar benimle aynı fikirde olmasa da, o da üniversite öğrencisi ve fiziksel şiddete karşı. Annem düşüp bayıldı. Ben “Bana bavul verin, gideceğim” diyorum. Nereye gideceğimi de bilmiyorum. Fakat yol açtığım rezillikle yaşayamayacakları için gitmeme de izin vermiyorlardı.  Ne yaptın? Torba bulup içine bir iki giysi tıkıştırıp kapıya gitmeye çalıştım. Önümde etten duvar. Yalvarıyorum gitmeme izin versinler diye ama yok. Polisi aramaya çalıştım. Telefonumu aldılar, kapıyı kilitlediler, poşetlerimi elimden aldılar. En sonunda ben de kendimi kaybettim. Dedim ki “Avazım çıktığı kadar bağıracağım, polis gelecek ve eninde sonunda beni bırakacaksınız.” Saatler süren bir tartışmanın içindeydik. Baktılar geri adım atmıyorum, sabaha karşı kardeşimin yardımıyla beni bıraktılar. O gün bugün, yani geçtiğimiz Mart ayından beri kardeşim hariç ailemden kimseyle konuşmuyorum.  Kitapla ilgili nasıl tepkiler aldın? Hollanda’daki aşırı uç İslamcılardan yüzlerce ölüm tehdidi aldım. Hatta bir tanesi ile yakında davam var. Benzer durumu yaşayan kadınlardan birçok destek mesajı aldım. Kitap çıkar çıkmaz Hollanda medyası büyük ilgi gösterdi; gazetelere, TV programlarına davet edildim. Hollandalılar’dan çok güzel mesajlar aldım; kimi Türk sevgilisinden aynı nedenle ayrıldığını, kimi okulda aynı durumu yaşayan öğrencisi olduğunu anlattı. Aşırı sağcı Özgürlük Partisi Başkanı Geert Wilders, “Bu kızı korumalıyız. O bir kahraman” dedi. Ondan nefret eden birçok göçmenin daha da çok nefretini kazandım.  Korkuyor musun? Tabii. Şapkasız dışarı çıkmıyorum. Ev adresim ortaya çıkacak diye ödüm kopuyor. Toplu taşıma araçlarına binemiyorum. Kitap tanıtımı yapamıyorum, malum reklamı oluyor. Evden çalışarak gazetecilik yapabiliyorum ancak buranın en iyi TV kanallarından iki farklı program teklifi alsam da iş adresim belli olacağı için olumlu cevap vermeye korkuyorum. Sevdiğim işi yapıp bundan para kazanmak benim hayalimdi. Bu teklifleri kabul edebilmek, İslam’la ilgili olmayan yeni kitaplar yazmak istiyorum. Umarım olur. Kitabın Hollanda’da çok satanlar listesine girdi. Ne hissediyorsun?  Sanırım toplumda bilinen görünen bir gerçeği samimiyetle kaleme döken ilk kişi olduğum için kitap çok ilgi gördü. 17 milyonluk Hollanda’da 200 bin sattı. Hala da her hafta 2000 adet satıyor. Almanca, Fransızca ve İtalyancaya çevrildi. Geçen hafta NY Times benimle röportaj yaptı. Hislerim karışık. Kitabın gördüğü ilgi karşısında çok mutluyum, hatta filminin çekilmesi planlanıyor. Öte yandan ölüm tehditleri alınca “Değer miydi?” diye de çok sorguladım. Hiçbir özgürlüğüm kalmadı. Kitabıma evde süs bitkisinden farksız olduğum için “Yaşamak İstiyorum” adını vermiştim ama şimdi gerçekten yaşamak istiyorum. İşin ironik kısmı da bu.