18 Nisan 2024, Perşembe
12.02.2021 06:00

Yaşanmış gerçek bir ağaç “korkutma” hikayesi

Şubat ayı geldi, Bodrum bahçelerinde faaliyet başladı. Ağaçlar budanıyor, bazılarının yerleri değiştiriliyor ya da yenileri dikiliyor. Size küsmüş ağaçlar içinse edebiyata başvurabilirsiniz

Geçen yıl tam bu zamanlar Samed Behrengi’nin “Bir Şeftali Bin Şeftali”sini karıştırıyordum. Çoktan unuttuğum ağaç kesme hikayesini tekrar okuyunca aklıma hemen Cevat Şakir’in yazdıkları geldi. Şakir 1886 Girit doğumlu, Behrengi 1939 Tebriz, ama ikisi de aynı gelenekten bahsetmiş diye dikkatimi çekti. Halikarnas Bahçıvanı’na göre (koca Cevat Şakir gerçekten de Bodrum Belediyesi’nin kadrolu bahçıvanıydı) bitkilerde ölüm korkusu vardır. Normalinden çok meyve veren bir ağaç görürseniz gidin bakın der Şakir, ağacın dibi ya kurtlanmış ya da mikroplanmıştır, “Gidiyorum, bari arkamda soy bırakıyım” dercesine böyle davranış sergiler. “Atma Balıkçı, din kardeşiyiz” diyeceklere de şunu sorar Cevat Şakir: Domates yapraklarını niçin çalı ile çırparız? Daha fazla ürün versin diye. Lahananın, marulun beli niçin iple sarılır? Göbek bağlasın diye.  Budamanın asıl amacı nedir? Bitkiye az da olsa ölüm korkusu vermek için…  “Ben çok gördüm” der Balıkçı, “Bir adam eline baltasını alıp, bir ağacın yanına dikilir. Oradan geçmekte olan öbür köylü sorar: Hayrola Memet, ne yapıyorsun? Bu ağacı keseceğim Amet! Peki ama niye, ne suç işledi ağaççık? Baksana bu yıl pek meyve vermedi! Yahu vazgeç seneye daha çok verir. Ağaç sahibi kesecekmiş gibi ağaca çentik atar, öteki yanına gelip onu önlemeye çalışıyormuş gibi yapar. Eylem işe yarar, ertesi mevsim aynı ağaç daha çok ürün verir.”

Protesto edildik

Bunları düşünürken gözüm bizim bahçedeki iki limon ağacına takıldı. Bir hata edip yerlerini değiştirdiğimizden beri protesto ediyorlar bizi; kaç kıştır toplasanız 20 meyve vermediler. Güçlenirler diye budadık, işe yaramadı. Etraftaki yeşilliği seyrelttik, olmadı. Keçi gübresi, kimyasal gübre; hiçbiri kâr etmedi. Toprağa saplanmış iki odun parçası gibi inatla öylece durupdurular karşımızda. Behrengi’nin çocuk kitabını kenara koyduktan sonra “Acaba mı” dedim, “Biz de bir denesek mi?” Depodaki keseri alıp eşime götürdüm. Aslında hiç böyle skeçlerde rol alacak biri değildir, ama işin içinde Cevat Şakir var deyince biraz ikna oldu. Geçtik ağaçların başına. Gülmemeye çalışarak eşim “Hıı artık kesip atıcam bu limonları” diyor, ben de “Aman kıyma bey, bir yıl daha deneyelim” diye yalvarıyorum. Biraz tehdit biraz gırgır derken bir iki çentik attık ikisine de, oyunumuzu bitirdik.
İşte “Fete du Citron”a katılmayı hak eden kahraman limonlarımız… Fransızlar Limon Festivali’ni 90 küsur yıldır her şubat ayının ortasında Cote d’Azur’daki Menton kentinde düzenliyorlar. Bir de yanına Mimoza Kutlaması’nı ekleyip her yıl yüz binlerce turist çekiyorlar
İşte “Fete du Citron”a katılmayı hak eden kahraman limonlarımız… Fransızlar Limon Festivali’ni 90 küsur yıldır her şubat ayının ortasında Cote d’Azur’daki Menton kentinde düzenliyorlar. Bir de yanına Mimoza Kutlaması’nı ekleyip her yıl yüz binlerce turist çekiyorlar
Birkaç ay sonra baharın sıcak günleri başladı. Bir baktık gerçekten iki limon ağacı patlamış, dallar çiçek dolu. İnanamadık gözlerimize; ya meyveye dönmeden hepsi dökülürse diye korktuk, ama öyle olmadı. Her ikisi de pıtrak pıtrak başlarını verdiler, sonra o kapari gibi taneler birer küçük yeşil lime oldular. Bütün bir yaz ve sarı yaz hiç ellemedik. Dallarında sarardılar, yavaş yavaş şişmanladılar.

Limona sulu şappak derler

Kasım’dan beri kullanmamıza rağmen şu an iki ağaçta en az 120 limonumuz var. Mis gibi kokuyorlar. Üstelik herhangi birini koparıp sıktığınızda usare miktarı yüzde 25’in de üzerinde, yüzde 35’lerde çıkıyor.  Öyle gurur duyuyorum ki “sulu şappak”larımızla (Bodrum halk dilinde limon) pandemi yüzünden iptal olmasa iki kasa hasadımızı alıp, “Fete du Citron”a katılırdım. “Bakın” derdim dünyanın bütün limoncularına, “Bu limonlara iyi bakın. Hiç ümit yok sandığımız anda çıktılar. Sizi yok ederiz dediğimizde çoğalmaya başladılar. Yaraladığımızda güçlendiler. Aslında bunlardan çok güzel Boğaziçi limon kolonyası olur, ama şimdi kim anlatacak size Boğaziçi’ni…” ***

Ya kefil ya balta

• Ağaç korkutma deneyini kaleme alan ilk kişi 12’inci yüzyılda yaşamış Endülüslü botanik alimi İbn Avvam. Sevilla doğumlu alim, Terceme-i Kitabü’l-Filaha kitabında bir kişinin keser gibi yaparken diğerinin de ağaca kefil olması gerektiğini yazıyor. • Bir başka adete göre ağaç sahibi yanına yardımcı oyuncu almadan baltasını kızdığı ağaca saplar, bir hafta sonra gidip “Seni kesecektim, ama vazgeçtim. Yine meyve vermezsen seneye keserim” der ve bu korkutma da amacına ulaşırmış. • Yunan mitolojisine göre her ağacın bir perisi, yani Dryad’ı var. İnsanlarla da ilişki kurabilen Dryad’ların görevi kendi ağacını bütün kötülüklerden korumak. Çünkü inanışa göre ağaç ölürse perisi de ölüyor. 

Beyni yok ama zekası var

dagder.org.trdeki bir yazıya göre baltayla darbe alan ağaç sitokin hormonu salgılıyor. Sitokin hormonu ağacın köklerinden topraktaki mikroorganizmalara kadar sistemde büyük bir kalkışma başlatıyor ve ağaç daha verimli hale geliyor. Ağaçların sadece salgıladıkları kimyasallarla değil, elektrofizyolojik sinyallerle de zeka belirtisi gösterdiğini araştıran yeni bir branş çıktı ortaya: Bitki Nörobiyolojisi. Floransa’daki Uluslararası Bitki Nörobiyolojisi Laboratuvarı Direktörü Stefano Mancuso,Zekâ, problem çözebilme yetisi ise, bitkiler karşılaştıkları problemleri çözmekte inanılmaz derecede usta. Evet, bir beyinleri yok, ama dış kaynaklı streslere karşılık verme yetenekleri var” diyor. ***

Geçtiğimiz hafta posta kutumuza düşen iki Bodrum önerisi

1- Karaada'da yaşam başlasın Osman Öndeş* Bodrum’da tepelerden denize, yani Osmanlı’nın eski İstanköy’üne, günümüzün Kos Adası’na bakınız. Geceleyin parıltılı ışıklarını ben her gece hüzünle seyrediyorum ve sonra sol tarafta kalan benim “Bayrak Ada” dediğim, ama ruhu kara birinin Karaada adını verdiği yemyeşil adanın yalnızlığına bakarak üzülüyorum. Adalarda yaşamayı öğrenmeliyiz. Doğasını bozmadan, uygarca yerleşmesini becermeliyiz. Oraları da Türkiye hudutları içindedir. Muhteşem bir belgesel izledim; “Bodrum’un Suskun Çanları”… İnternetten bulabilirsiniz. Adamlar kaç asır öncesinde çevremizdeki adacıklara bile manastır yapmışlar. Biz ise sadece “Adalara çivi çakmak ihanettir” diyenleri seyrediyoruz. Yunanlı en küçük adacığı bile iskan ediyor, devlet yerleşeni teşvik ediyor. Derim ki biz de artık doğaya saygılı bir Bayrak Adası mimarisi ve yerleşim planı tasarımıyla bu işe başlayabiliriz. *Deniz Harp Okulu mezunu, yayınlanmış çok sayıda araştırma inceleme kitabı bulunan gazeteci yazar. 2- Sarnıçlar turizme açılsın Aynur Durmuş* Oksijen’in ilk sayısında dediğiniz gibi Bodrum “çeyiz sandığı” zengin bir belde. Bir ara ben de Bodrum’daki sarnıçları yazmak istedim ve ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden birileriyle paylaştım. Onlar da Bodrum İmar Müdürlüğü ile birlikte sarnıçlarla ilgili bir çalışma yaptılar ve yavaş yavaş sarnıçlar bakıma alındı. O dönemde bir çoğunu gördüm, sarnıçlarla ilgili yazılar okudum, hatta Barlar Sokağı’ndaki bir evin giriş zemininde -kim bilir belki bir sarnıçtan doldurulan- kuyumsu sistemi farkettim. Su kıtlığıyla alakalı yapılan pek çok uyarıya rağmen sarnıçlar şu an kullanım dışı ve Bodrum, şebeke suyuna bağlanmış durumda. O nedenle benim gönlümden geçen bu sarnıçların Bodrum’a özgü mutfak ürünlerinin ikram edildiği ya da Bodrum’u yansıtan sanatsal ürünlerin satıldığı yerler olarak organize edilmesi. *Osmanlı tarihiyle ilgili araştırmaları odatv.com’da da yayınlanan emekli bir Bodrumlu.