20 Nisan 2024, Cumartesi
09.07.2021 04:30

Yaz kokulu kitaplarla dünya turu

Geçen sezonun liste başı olmuş ve okunmaya fırsat bulunmadığı için yaz tatiline çıkarken bavula ilk atılan kitapları yine başımızın üstünde, ancak ayrı bir yerde tutalım şimdilik. Çünkü asıl olarak tüm zamanların “Yaz kokulu” kitaplarıyla bir yolculuğa çıkıyoruz

Başlangıç noktamız ise Murathan Mungan’ın Yaz Geçer adlı şiir kitabı… Yaz Geçer, baştan sona bir yaz mevsimi gibi geçer ve “Yaz Bitti” şiiriyle de biter. Yaz ruhunu büyük bir güçle okuyucusuna geçiren Yaz Geçer’in, en sevilen metinsel-şiirlerinden “Terastaki Havlu” ise hem ‘yaz’ın hem de bir aşkın ilk günlerinden bahseder.  Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik  ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda.  Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu.” Denizi, doğayı ve yaz mevsimini kutlamak için Sait Faik’in tüm eserleri de vazgeçilmezdir. Çünkü o her şeyden önce bir ‘adalı’ yazardır, Burgazada’nın yazarıdır. Satırlarından bahar ve yaz fışkırır. Öte yandan İstanbul tutkunu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u ise, hem bütün bir yaz mevsimi boyunca İstanbul’u hem de Adalar’ı anlatır.  Dünya edebiyatında yaz  mevsimi boyunca Avrupa seyahatine çıkan genç kadın kahramanlar ise çok gözdedir. E.M. Forster, Manzaralı Bir Oda’da yalnızca Floransa’yı gezen kahramanı Lucy’den değil, burada bulunan bir grup İngiliz’den oluşan turist topluluğundan da, eşsiz Floransa manzaraları eşliğinde söz eder. Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm’ü ise ilk bakışta yaza yakışmayan ‘ölüm ve yaşlılık’ gibi temaları işliyor olmasına rağmen, harika Venedik tasvirleri ve güneşin altında ışıl ışıl parlayan kumsallarıyla yine de bir yaz kokusu taşır. Mann’ın yazar kahramanıyla birlikte bizi de Venedik’te sokak sokak meydan meydan dolaştırdığı Venedik’te Ölüm gibi; Ian Mc Ewan da Yabancı Kucak adlı romanında bu kez artan bir gerilim ve korku duygusuyla bizleri ara sokaklara sürükler. Şeytan ruhlu bir kadın ve erkeğin elinde oyuncak olan, tatildeki genç ve sevimli bir çiftin hikayesi ilerledikçe şehrin pusu da kalınlaşır.  Ama her şeyden önce, yaz demek Akdeniz demektir aslında! Yani Homeros demektir, Odysseia ve İlyada demektir. Homeros’un satırlarında eski Yunan’a giderken, Sappho’nun şiirlerini de ihmal etmemek gerekir. Konumuz Akdeniz olunca, tabii Panait İstrati’nin Akdeniz’ine de mutlaka göz atmak gerekir. Akdeniz, biraz da Ege adaları demektir. Ve akla hemen John Fowles’ın Büyücü’sünü getirir. Fowles, Büyücü’de bir Yunan adasında geçen gizemli, zaman zaman ürkütücü ancak bir o kadar da görkemli ve lezzetli bir öykü anlatır.  Adalardan tekrar Türkiye sahillerine geçmek için Azra Erhat’ın Mavi Yolculuk’u ile Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Mavi Yolculuk Defterleri eşliğinde önce bir Mavi Yolculuk’a çıkıp, oradan Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’una uğrayalım. Zaten Bodrum’un derinliklerine, bir Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın bir de Selim İleri’nin (özellikle de Her Gece Bodrum’u) külliyatını okumadan gerçek anlamda dalınmaz. Türkiye sahillerinden Mısır’a doğru uzandığımızda Laurence Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü (Justine, Balthazar, Mountolive, Clea) karşılar bizi. Buram buram Akdeniz kokar bu dörtleme. Justine, Kahire’nin egzotik mekanlarında dolaştıkça, uçuşan etekleri de bize Akdeniz’in, Mısır’ın, İskenderiye’nin kokularını taşır.  Kuzey Afrika’dan tekrar Avrupa’ya uzanalım Fransa ve İtalya üzerinden. Fernando Pessoa’nın Uzaklıklar Eski Denizler’i, sırf adı için bile okunmaya değer. Marguerite Duras’nın Hindiçini’nde geçen kendi genç kızlığından izler taşıyan Sevgili’sinin egzotizmine, yazarın hep uzakları çağrıştıran, deniz kokusu taşıyan Cebelitarık Denizcisi ile Bir Yaz Akşamı On Buçukta ve Yaz Yağmuru adlı romanları eşlik eder. Yaz biraz da yol demektir, yolculuk demektir! Jack Kerouac’ın Yolda’sı okur okumaz yollara düşme arzusuyla doldurur okurunu. Che Guevera’nın Motosiklet Günlükleri ise Che’nin ilk gençlik yıllarında motosikletle bir baştan diğerine kat ettiği Güney Amerika yolculuğunu anlatır.  Amerikalı Tennessee Williams da Güney’in ‘sıcak’ havasının insan ruhları üstünde yaptığı etkileri gösterir; tıpkı Kızgın Damdaki Kedi’de olduğu gibi. Williams’ın Mrs. Stone’un Roma Baharı ise orta yaşı geçmekte olan bir oyuncunun dramını, nefis Roma tasvirleri eşliğinde anlatır. Evet, yeniden Avrupa’dayız. Ancak ne ilginçtir ki Avrupa’yı en güzel Amerikalı yazarlar anlatmıştır ve bu Amerikalı yazarlardan biri vardır ki işte o yalnızca yaz mevsimini anlatmakla kalmaz, “20’ler ve 30’lar”ın en şaşaalı partilerinden, lüksten ve şıklıktan da görkemli bir şekilde bahseder. F. Scott Fiztgerald’dır o. Ve başyapıtı Muhteşem Gatsby’den Caz Çağı Öyküleri’ne dek hemen her eseri yaz kokan okumalar için ideal olsa da, içlerinden özellikle birisi bizi Fransız Rivierası’nın benzersiz şıklığına doğru bir yolculuğa çıkartır. Buruktur Gece, annesiyle yaz tatiline Fransız Rivierası’na gelen genç bir kadının zengin ve şık bir çiftle tanışıp, onlardan büyülenmesini anlatır. Riviera demişken François Sagan’ın aynı adla filme de uyarlanan nefis Hoş Geldin Hüzün’ü hiç unutulur mu… Fransız Rivierası’nın o meyvemsi ve deniz kokulu atmosferinde geçen bu buram buram yaz kokulu ama bir hayli de buruk tatlı romanda baba kız tatile çıkan Cécile ve Raymond, Fransız Rivierası’nda bir villa kiralar. Tatillerine, Raymond’un genç ve güzel sevgilisi Elsa da eşlik edecektir. Okuldan ve derslerden uzakta, ilk duygusal yakınlaşmaların sıcaklığı ile Akdeniz’in tadını doyasıya çıkarmakta olan Cécile’in huzuru, babasının bir emrivaki ile yazlığa davet ettiği, yıllar önce kaybettiği annesinin de eski bir arkadaşı olan Anne’ın gelişi ile bozulur.