19 Nisan 2024, Cuma
16.07.2021 04:30

Yeri geldi direndi, yeri geldi dilendi

Dilek Öğretmenin Samsun'un bir köyünden Londra'ya uzanan öyküsü

2002 yılında köy öğretmenliğine başlıyor. Tayini çıkan birleşik sınıflı, virane haldeki Samsun Kumköy İlkokulu’nu kısa sürede özel okul kıvamına getiriyor. 2012’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Yılın Öğretmeni seçiliyor. 2015’de Eğitim Nobeli Global Teacher Ödülü’ne aday gösterilerek dünyanın en iyi öğretmenleri listesine adını yazdıran ilk Türk oluyor. 2019’da Avrupa Parlamentosu Lider Kadın Ödülü’nün sahibi oluyor ve Dünyanın En İlham Veren Sekiz Kadını’ndan biri seçiliyor.   Bu hafta Londra’dayız, konuğumuz Dilek Livaneli. Livaneli ile yeni çıkan kitabı “Bir Dilek Yetmez”i ve Kumköy’den Londra’ya uzanan öyküsünü konuştuk. Öğretmen olmaya nasıl karar verdiniz? Çocukluk hayali. Küçükken iki kardeşimle öğretmencilik oynardık ve ben hep öğretmen olurdum. Onlara ders anlatır, ödevlerini yapardım. Küçükken oynadığımız oyunlar, gelecekteki meslek seçimlerimiz ile ilgili çok güzel ipucu veriyor aslında. Kumköy İlkokulu’na tayininizden başlayalım. O ilk günü gözümüzde canlandırır mısınız? Samsun’a atandığımda bu kadar uzak köyler olduğunu bilmiyordum. Patika bir yol, kuş sesleri, ıssızlık, ileride dalgalanan bir bayrak... Okulun bayrağın bulunduğu yer olduğunu anladığımda ağlamaya başladım. Hiç böyle hayal etmemiştim okulumu. Okula vardığımda, pencereden gülerek bakan çocukları gördüm.“Yaşasın köyümüze öğretmen gelmiş” diye bana koştukları an gözyaşlarımı sildim ve köy okulu öğretmenliği ile yüzleştim. Nasıl bir şey köy okulu öğretmenliği? Tek başınasınız ve bir kadınsınız. Müdür de sizsiniz, öğretmen de, memur da, hizmetli de... Herkesin ilkel ve imkansız dediği bir ortamda ışık saçmak, bir değişim dönüşüm yaratmak istiyorsunuz. Okuldaki henüz ilk günümde bu sorumluluğu hissettim.  Avrupa Parlamentosu Uluslararası Lider Kadın Ödülü’ne uzanan yolculuk, ilk gün bahçede Atatürk büstü olmayışına kafayı takmanızla başladı değil mi? Hem de nasıl bir kafaya takma. Okulumu Atatürk büstüne kavuşturma hikayem kısa film olur. Büstü gece yarısı askeriyeden aldık, kaidesini kurduk, yerleştirdik ve altın sarısı varakladık. Sabah oldu öğrenciler okula geldiler, yıllardır derslerde dinledikleri Atatürk’ü bir büst şeklinde bahçede görünce çok şaşırdılar. Bir kısmı “Öğretmenim büstümüzü altın sanıp çalmasınlar” dedi. Öyle tatlılardı ki... Ders anlatırken pencereden, köy halkının gelip büstümüzü incelediğini, etrafındaki çöp ve yaprakları temizlediğini, çevresindeki çiçekleri suladığını görüyordum. Sonra bayrak direği, tuvaletler, hobi odası, spor alanları, teknoloji odası derken, Kumköy İlkokulu kaç yılda özel okul kıvamına geldi?  Aynen bir legonun parçalarının bir bir yerine oturması gibi, her yıl farklı bir değişim ve yapılanma gündeme geldi ve bu 10 yıl boyunca devam etti. Hatta “özel okul da neymiş” dercesine. Bugün sorsanız, okul için yine yapacak bir şeyler bulurum. Bir yandan birleştirilmiş sınıfta çocuklara iyi bir eğitim vermeyi de başardınız.Dilek öğretmen ne zaman ders yapıyor?” diyenlere en güzel cevap öğrencilerimin başarıları oldu. Bilgi yarışmalarında dereceler aldılar, burslar kazandılar, gittikleri okullarda okul birincisi oldular. Üstelik beş sınıf bir arada, dört sınıf bir arada eğitim gördükleri halde. Onlar yaşayarak, gezerek, görerek, eğlenerek öğrendiler. Akademik başarı öğretmenin asli görevi. Önemli olan bunun üstüne bir şeyler koyabilmek. Ben öğrencilerime bilgi yüklemesinden çok bilgiye nasıl ulaşacaklarını, matematik problemlerinden önce hayattaki problemleri nasıl çözeceklerini, özgüvenli olmayı, kendini iyi ifade edebilmeyi öğretiyorum.  Yetmedi anneleri de eğittiniz. İki yıl boyunca, okul çıkışlarında köy kadınlarına okuma-yazma öğrettim ve sonunda köyde okuma-yazma bilmeyen kadın kalmadı. Annelere aile eğitimi kursları başlattım. Bir velimiz ortaokulu dışarıdan bitirdi. Köyde ilk defa bir kadın sürücü ehliyeti aldı. Hiç sinemaya gitmemiş köy kadınlarını ilk kez sinemaya, tiyatroya, operaya götürdüm, şiir dinletileri yaptım. Hayatında şiir okumamış kadınlar şiir yazdı ve okudu. Köyümüze her yaz farklı ülkelerden gönüllü eğitmenler getirtip İngilizce kamplar yaptık.  Siz tüm bunları yaparken motivasyonunuzu kırmaya çalışan birçok kişi oldu değil mi? Hem de nasıl… En çok da “Memleketi sen mi kurtaracaksın?” sorusuyla karşılaştım. “Dersine gir çık” diyenler de cabası. Ben her zaman şartları zorlayan biriyim. Tabii ki devlet belli ödenekler sunuyor ama benim onu bekleyecek mecalim yoktu. Sosyal girişimcilik ruhuyla, yardımlar alarak bir değişim süreci başlattım. Yeri geldi direndim, yeri geldi dilendim. Kapıdan kovdular bacadan girdim. “Yaa bu kadın ne kadar çok konuşuyor, ne kadar çok şey istiyor” dediler. Ama yılmadım. Çünkü ben kendim için hiçbir şey istemedim, okulum için, öğrencilerim için, köy halkı için istedim.  Devlet memuru da girişimci olur dercesine... Tabii. Girişimcilik köy öğretmenliğinin olmazsa olmazı. Öğretmen kültürü yakından tanır, ihtiyaçları belirler. Ben de muhtardan, imamdan, en küçük esnaftan en büyük iş adamına kadar herkesin yardımını istedim. Mailler attım, videolar gönderdim, mektuplar yazdım, telefon açtım. Okul için harcadığınız mesaiyi düşünürseniz eşiniz, çocuklarınız isyan etmedi mi? Her çalışan annenin yaşadığı zorlukları yaşadım. Eşim yorulduğumu düşünüyor, en çok da mesai saatleri dışında çalışıyor olmama takılıyordu. “Sıradan öğretmen olamaz mısın?” diye sorup durur, kendi çocuklarımdan çaldığım zamanları sorgulardı. Bir süre sonra bu problemi bilinçli bir zaman yönetimiyle hallettik.  Okulun geldiği hal ilk Milli Eğitim’in dikkatini çekti ve “Yılın Öğretmeni” ödülünü aldınız. Tüm bu çabaların Türkiye sınırlarını aşacağını tahmin eder miydiniz? Yaptığım hiçbir değişim hareketini ucunda ödül olabileceğini düşünerek yapmadım. Kendimi hep ne istediğini bilen, çalışkan bir öğretmen olarak hayal etmiştim ama bu kadar mücadeleci olabileceğimi ben de bilmiyordum. Günün birinde 127 ülke, 5 bin öğretmen arasından dünyanın en iyi 50 öğretmeni arasına seçileceğimi ya da Dubai’de düzenlenen Dünya Eğitim sempozyumunda üç yıl üst üste Türkiye’yi temsil edeceğimi hayal bile edemezdim. Kumköy’den ayrıldığınız günü anlatır mısınız? Sağlam bir sistem kurunca, yerinize gelenler sistemi devam ettirebiliyor. Bu açıdan içim rahattı. Bir de bu mutlak bir ayrılık değildi, bir elim bir ayağım hep orada olacaktı. Yine de vedalaşırken yediden yetmişe herkesle duygusal anlar yaşadık, sarıldık, ağlaştık. İnsanlar yaptıklarınızı unutabilirler ama hissettirdiklerinizi unutmazlar.  Londra’ya göç etme fikri nasıl ortaya çıktı? “Göç” demeyelim, benimkisi daha çok “Köyden İndim Londra’ya” hikayesi. Beni dünyanın ‘’En İyi 50 Öğretmeni’’ arasına seçen ve onursal başkanlığını eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın üstlendiği Varkey Gems Vakfı’nın merkezi Londra. Konferanslarda beni dinleyenler arasında iş insanları, CEO’lar ve vakıf başkanları oluyordu. “Başarını küresel boyutlara taşı!” diye destek olmak istediler. Onlar sayesinde buradayım. Neredeyse, doksan farklı milletten insanın birlikte yaşadığı ve eğitim aldığı bir şehir Londra. Ben de International School of London’da öğretmenlik mesleğimi devam ettiriyorum.  Kumköy’den, International School of London’a geçiş nasıl oldu? Eğitim elçisi olarak birçok uluslararası konferansta konuşmacı oluyordum ama hep tercüman eşliğinde. Önce bursla sağlam bir dil eğitimi aldım. Yüksek lisansını Londra’da yapmış olan eşime de burada iş imkanları doğunca çoluk çocuk kendimizi Londra’da bulduk. 35 yaşından sonra yüksek lisansımı bitirdim. Uluslararası Montessori Derneği’ne bağlı okullarda uygulamalı eğitim fırsatları ve Lifetime Learning Vakfı’ndan aldığım iki yıllık “Okul Performans Analizi” bursundan sonra, International School of London’a geçtim. Beyin göçü her zaman, ülkeyi terk etmek anlamına gelmiyor, değil mi? Beyin göçüne inanmıyorum. Ne beynim, ne kalbim ne de ruhum göç etti. İnsanlar hayatlarının belli dönemlerinde farklı deneyimler yaşamak isteyebilirler. Bu çok doğal. Hele de söz konusu eğitimse. Ben Londra’da yaşamaya başladıktan sonra etki alanımı daha da genişlettim. Amerika’dan, Avusturya’dan, Almanya’dan global bağışlarla Türkiye’de ihtiyacı olan köy okullarına ulaştım.  Bu kitabı niye yazdınız? Hedefim Dilek Öğretmenleri çoğaltmak, kırsal eğitim modelimi Türkiye başta olmak üzere dünyada yaygınlaştırabilmek. Ancak bu kitabı yalnızca Türkiye’deki bir milyondan fazla öğretmen, yedi binden fazla köy öğretmeni, dört yüz binden fazla öğretmen adayı için yazmadım. Toplumun her kesimine ilham vermeyi amaçladım. Karşılaştığım tüm zorlukları ve bu zorlukların üstünden nasıl geldiğimi herkesin okumasını istedim. Hele de bu zamanda yılmayan ve umut veren gerçek hayat hikayeleri duymaya ihtiyacımız var.   Türkiye’de atanamayan o kadar çok öğretmen var ki... Gençler neden öğretmenlik mesleğini seçsin? Kapanan köy okulları yeniden açılsa, atama sorununa bir nebze faydası olur. Köy öğretmeni olmanın en güzel yanı, iletişim ve liderlik becerilerinizi ön plana çıkararak toplumda birleştirici bir etki yaratabilmenizdir. Ayrıca her akşam evlerde sizden bahsedilir, sofrada sizin adınız geçer. Öğretmenlik gönül işi, vicdan işi, nesillere dokunma işi. Etrafımızda gördüğümüz her güzel şey eğitimin, her kötü şey ise eğitimsizliğin eseri. Bu uğurda kendini gerçekten çevresini aydınlatmaya adayan nesle ihtiyacımız var.