Wuhan’da salgın ortaya çıktığında, ‘bir tür grip’ olduğunu söyleyip pek de önemsemediği için hala eleştiriliyor. Bu sebeple Onkolog Dr. Yavuz Dizdar aşıya da mesafeliydi, ama gözümüzün önünde aşıyı yaptırdı. Hem de pek çok kişinin küçümsediği Çin aşısı Sinovac’ı tercih etti. Dizdar, Sinovac’ı tercih etmesinin sebebini şöyle açıklıyor: “Bu bildiğimiz klasik aşı. İlkokulda bize yapılanlar gibi. Yan etkileri az çok belli. Biontech olacaksın deseler olmazdım. Yan etkilerinin ne olacağını bilemeyiz. Üstelik Avrupa’da bu aşıyı olan 33 yaşlı hayatını kaybetti. Bu bile uzak durmak için yeterli”
Mine Şenocaklıminesenocakli@gmail.com Yeterli dozda aşı gelecek mi gelmeyecek mi o bile belli değil ama biz darı ambarında tavuk misali hangisi en iyisi, hangisi tehlikeli tartışıp duruyoruz. Ve üstüne üstlük ülke nüfusunun neredeyse yarısı, yüzde 48.5’i aşı olmaya pek de niyetli değil, en azından anketler böyle söylüyor. Böyle bir kafa karışıklığı içinde İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Onkolog Dr. Yavuz Dizdar’ı aradım. Konu sağlık oldu mu, hangi dert olursa olsun ne söyleyeceğini her zaman merak ettiğim bir tıp insanı olduğu için... “Aşı olmalı mı, olmamalı mı?” sorusuna cevap aramak için gidecektim söyleşiye. Saati kesinleştirmek için aradığımda, sorumun cevabını vermişti bile. “Erken gelebilirsin, sabah saat 8’de aşı olacağım, sonrasında sohbet ederiz” deyince, şaşırdım kaldım pek çok kişi gibi... Açıkçası Dizdar’ın bugüne kadar yaptığı açıklamalar sebebiyle aşı olacağına pek ihtimal vermemiştim. Bırakın beni, en yakın çalışma arkadaşlarının bile ağzı açık kaldı! Aşı sonrası odasına giderken, koridor boyunca, “Hocam gerçekten aşı oldunuz mu?”, “Aşı olduğunuzu söylüyorlar, yok ya inanmam!”, “Hocam maske bile takmazdınız, aşı oldunuz mu sahi?” soruları bize eşlik etti.
“Bu deneye ben de katılmak istedim”
Ben de çalışma arkadaşları kadar şaşkınım. Söyleşiye başlarken aynı soruyu tekrarladım. “Hiç beklemiyordum aşı olacağınızı... Neden?” diye girdim söze. Sıralamaya başladı sebeplerini. Öncelikle meslektaşları, çalışma arkadaşları aşı olduğu için. Üstelik İstanbul Tıp Fakültesi’nin de talebi var ki, “Rica bile etseler, zaten olurdum” diyor. Bir sebebi daha var, onu da açıklıyor: “Şu ana kadar adı geçen aşıların hiçbiri uzun süreli Faz 3’ü bitirmedi. Dolayısıyla, hiçbirimiz selametle aşı olduğumuzu söyleyemeyiz. Bu sebeple oldum, bu deneye katılmak istedim.” Aşıların henüz ne tür yan etkilerinin çıkacağının bilinmediğini, bunun için daha zaman gerektiğini, bu sebeple de hiçbir aşının tam olarak güvenli sayılamayacağını vurguluyor Dizdar ve ekliyor: “Aşıyı oldum şimdi. Ama ben birkaç saat sonra ortaya çıkacak tipik aşı yan etkilerinden bahsetmiyorum. Kolda ağrı, ateş, halsizlik gibi etkiler zaten normal. Benim dediğim üç ay, beş ay, bir yıl sonra nasıl yan etkilerin ortaya çıkacağı... Belki de çıkmayacak ama bilemeyiz.”
“Sinovac, bildiğimiz klasik aşı”
Tamam deneye katıldığını anladım da, neden Sinovac? Her ne kadar şu an ülkemizde Çin aşısından başka alternatif olmasa da niye diğerleri değil? Pekala bekleyebilirdi. Hele ki bundan birkaç hafta öncesinde, “Önce antikor testi olacağım. Eğer negatif çıkarsa, Alman ya da Çin hiç fark etmez, hangi aşı olursa olsun yaptıracağım” demişken... Niye fikir değiştirdiğini soruyorum. “Çin aşısı bildiğimiz, ilkokulda bize yapılan aşılar gibi. Hani kızamık, boğmaca aşısı gibi... Şimdilerde çokça gündeme gelen zatürre aşısı gibi. Yani etkisiz hale getirilmiş virüsün vücuda zerk edilmesi. Vücut onu tanıyor ve antikor üretiyor. Mantığı basitçe bu. En azından ne olduğunu biliyoruz. Pek çok hastalık bu aşılarla çözüldü. Sözgelimi çiçek hastalığının kökü böyle kurutuldu” diyor. Peki ya diğerleri? Şu herkesin pek methettiği m-RNA aşıları hakkında ne düşünüyor? Ona göre bir bilinmez hala bu aşılar... “Kendi ürettikleri sentetik RNA molekülerinin insan vücuduna transfer edilmesi üzerine kurulu bir mantığı var bu aşıların. Sonuçta genetik bir malzemenin nakli söz konusu ve vücudun bu genetik transfer sonrası bağışıklık reaksiyonu üretmesi bekleniyor. Çin aşısında ise vücuda giren öyle ya da böyle virüsün kendisi... Diyeceğim, RNA bazlı aşılar henüz çok yeni. Yan etkileri konusunda hiçbir fikrimiz yok. Vücutta nasıl çapraz reaksiyonlara sebep olacak bilmiyoruz. Ki zaten Norveç ve Almanya’da bu aşıları olan yaşlılardan 33’ü hayatını kaybetti. Bu bile tek başına uzak durmak için yeterli değil mi? Şimdilik kimseye de önermem. SinoVac bu aşılara göre çok daha güvenli” diyor Dizdar.”
“Hayatta kalmak için aşı oldum!”
Tamam, m-RNA bazlı aşılardan uzak duralım. Peki SinoVac’tan da uzak durması gerekenler var mı? Dizdar’a göre, 40 yaşın altı ve 80 yaşın üstündekiler aşı olmamalı. En azından yan etkileri netleşene kadar beklemeliler. Zira 40 yaş altı için ileride üreme sorunları ortaya çıkabilir. Çocuk yapmak isteyenler aşı olmak için acele etmemeli. 80 yaş üstüne gelince, “Zaten onlar çok kırılgan, bırakın ileride beklenmeyen bir etkiyi, aşının normal etkileri bile ölümcül olabilir onlar için” diye uyarıyor. Bunu anladım. Peki bu yaş grupları dışındakiler niye olsun ki, neden tüm yan etkiler anlaşılana kadar beklemesinler? Cevabı çok net ve aslında sağlıktan çok gündelik hayata ilişkin: “Ben hayatta kalmak için aşı oldum! Onlar da hayatta kalmak istiyorlarsa mecbur olacaklar. Sözünü ettiğim oyunun içinde olmak, normal hayatını yaşamak... Aşı olmazsanız belediye otobüsüne bile binemeyeceksiniz. Bir restoranda yemek yiyemeyeceksiniz. Üniversitede derslere giremeyeceksiniz. Özgürlüğünüz olmayacak. Ya bana da bulaşırsa diye manyakça bir korkuyla yaşayacaksınız. Yani yaşarken öleceksiniz!”
Mecbur kalmadıkça maske takmıyor!
İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki yeni açılan aşı merkezine birlikte gidiyoruz. Yavuz Dizdar aşının ilk dozunu yaptıracak. Kapıdan içeri adım atıyoruz ki, uyarı geliyor. Aşı gözetmeni Sedat Sönmez, “Hocam, maskenizi takın” diyor... Zaten maske elinde, uyarıyı ikiletmiyor, hemen takıyor Dizdar. “Bazı hastalar da uyarıyor, hatta içlerinden beni şikayet edenler bile oldu. Maske takmıyorum diye... Tamam, yüksek risk ortamındayım. Ama küçücük bir odada aksıran tıksıran bir sürü hastanın etrafa saçtığı partiküllerden maskeyle korunma şansım var mı? İşte bu yüzden benim aşılanmam mantıklı...” diyor. Sıra aşıya geliyor. Tecrübeli hemşire Canan Şentürk Taş’ın eli o kadar çabuk ve hafif ki, şipşak olup bitiyor. Ben koskoca iğneyi görünce yüzümü buruşturuyorum, Dizdar “Vallahi hiç acımadı” diyor.
Kedi ve köpeği olanlar çoktan aşılanmış olabilir
Hocam, gerçekten de kediler ve köpekler bizi bu virüsten koruyor mu? Kesin koruyor. İlk zamanlar böyle bazı çalışmalar yapıldı. Prof. Ahmet Rasim Küçükusta’nın da açıklamaları var, ‘Evinde evcil hayvan besleyenler daha avantajılı’ diye. Kesinlikle öyle. Çok hijyenik olanlar evde hayvan beslemiyorlar. Oysa kedi köpekle kendimizi bir şekilde aşılamış oluyoruz. Köpek gelir başını göğsünüze koyar, kedi gelir kucağınıza oturur. Dolayısıyla öyle ya da böyle aşılanma şansınız oluyor. Çünkü bu hayvanlarda Covid 19’a akraba ama hastalık yapmayan virüsler var. Peki bu virüsten korunmak için ne yapabiliriz? Elbette maske, mesafe ve hijyene dikkat edeceğiz. Ama sürekli korunarak bağışıklık kazanamazsınız. Sizin benim göremediğimiz kadar çok hijyenik kalanlar var. Sürekli evini çamaşır sularıyla silenler, içeri girer girmez yıkananlar, toza toprağa dokunmayanlar... Oysa çok izole yaşayanlar bu virüsle birden karşılaştıklarında daha sıkıntılı durumlar ortaya çıkabiliyor. O yüzden ben diyorum ki, yavaş yavaş kendi kendinize aşılanın. Maskenizi takın ama tek maske takın. Yavaş da olsa virüsle karşılaşmanız gerekiyor. Azıcık virüsten bir şey olmaz. Tam tersine aşılanabilirsiniz.
Biftek yiyerek aşılanamazsınız uykuluk yiyin
Hocam, adınız kokoreçle birlikte anılır oldu ama yine de soracağım, kokoreç de aşı kaynağı mı gerçekten? Tabii… Sonuçta aşılamayı gıda yoluyla dışardan da yapıyorsunuz. Ama bunu biftek yiyerek yapamazsınız. Bağırsaklar için ikinci beyin denir biliyorsunuz, çünkü tam bir hafıza merkezi ve aynı zamanda antijen deposu. Bağırsakların iç tabakasının altındaki doku olduğu gibi bağışıklık dokusu. Biz peyer plakları diyoruz bu dokuya... Ağızdan aşılamanın mantığı da budur. Siz aşıyı ağızdan uyguladığınız zaman o ince bağırsağı çevreleyen peyer plakları tarafından işlenerek vücuda sunulur. Dolayısıyla siz bazı aşıları mide asidinden geçirtebiliyorsanız eğer, ağız yoluyla da aşılama yapabilirsiniz. Bunun en bilineni polio, çocuk felci aşısıdır. Bir kesme şekerinin üzerine birkaç damla aşı damlatır yedirirseniz çocuğa, aşılanma şansı olur. İşte kokoreç ve işkembe yemede de aynı mantık var. Bu bizim mutfağımıza özgü bir şey tabii. Peki uykuluk da aynı şeyi yapıyor mu? Kesinlikle… Çünkü uykuluk dediğimiz şey aslında bağışıklık sistemini kontrol eden ana merkez ve orada aşı için hazır olarak işlenmiş bir sürü bileşen var zaten. Dolayısıyla siz uykuluk, işkembe ya da kokoreç yiyerek bu aşıyı dışarıdan hazır olarak almış oluyorsunuz. Çünkü bu gıdaların içindeki bakteri ve virüsler tamamen pişirilerek yok edilemiyor. Yani sıkça kokoreç, işkembe yiyenler aşılanmış olabilir mi? Büyük olasılıkla. Bunu özellikle Covid için söylemiyorum. Ama bu insanların sindirim sistemleri ve dolayısıyla bağışıklık sistemleri diğerlerine göre daha avantajlı.
Yoğurt, salep ve bozayı sık tüketin
Söz kokoreç ve uykuluktan açılmışken, bu salgından korunmak için başka ne yememizi önerirsiniz? Geleneksel beslenme dışında özel bir tavsiyem yok. Peki yoğurt bu hastalığa da iyi gelir mi? Gelir. Niye iyi gelir biliyor musunuz? Çünkü sekresyonu artırıyor. Yani bu hastalıkta içinizde biriken ifrazatın akmasını sağlıyor. Yoğurdu ekşiterek yerseniz daha da iyi. İfrazatı daha da artırıyor. Yoğurttan başka? Boza ve salep de öyle. Salep biraz pahalı ama bu üçü solunum sisteminin yapışkan salgısını söktürüyor. Balgamı söktüremiyorum burama yapıştı kaldı dersiniz ya onu ciddi anlamda söktürüyor. Bir de keçiboynuzu var. Biliyorsunuz, Covid-19 eğer içine girecek hücre bulamazsa ölüyor. İşte bu virüsün etkisiz hale gelmesine neden olacak birtakım bileşikler salep ve keçiboynuzunun içinde doğal olarak var. Nasıl ki, bağırsaklar için prebiyotikler var, bunlar da akciğerlerin doğal prebiyotikleri. Siz bu iki gıdayı alırsanız akciğerlerdeki o faydalı bakterileri sağlam tutacak, besleyecek, dolayısıyla virüsün çoğalmasını engelleyecek bir ortam yaratıyorlar.
“Üreme çağındakiler Covid aşısı olmamalı”
Hocam, konuştuk ama önemli bir konu, biraz açabilir miyiz, kimler aşı olmamalı? Virüs yeni. Biz bu virüsle daha önce karşılaşmamışız. Dolayısıyla oluşturacağı tabloyu sadece solunum sorunu olarak algıladık şu ana kadar, fakat başka reaksiyonlar da oluşturabilir. Aşı da bu reaksiyonu tetikleyebilir. O yüzden zaten “18 yaşın altı olmayacak” dediler. Ama bana kalırsa üreme çağındaki ve üreme beklentisi içinde olanların da olmaması gerekir. En azından geciktirsinler. Önce bizler olalım, bir bakalım yan etki olacak mı, ondan sonra bakarlar. Zaten aşı peyderpey gecikmeli geliyor. Bence 80 yaşın üzerinde ve kırılgan olanlar da olmamalı. En azından temkinli olmalı. Zaten altta yatan ciddi hastalıkları olup da her an başları sıkışacak olanların da olmalarını önermem. Kronik hastalığı olanlar, mesela 2 ayda bir ciddi KOAH atakları geçirenler aşı konusunda temkinli davranmalılar.
Aşıların içinde civa yok artık
Aşı karşıtlarının en çok dikkat çektiği konu aşıların içindeki civa. Çocuklarda otizme yol açtığı söyleniyor... Bu aşıların içinde de civa var mı? Aşılarda civadan genel olarak vazgeçildi artık. Sinovac’ta bildirildiği kadarıyla zaten yok. Bu aşının içinde yardımcı olarak alüminyum tuzu var. Bakıyorum, bu kadar alüminyumu ben tencereden de alıyorumdur diyorum. Ondan korun, bundan korun, o da bir yere kadar...