Alp Ulagay
alp.ulagay@gmail.com İngiltere Milli Takımı, Euro 2020’nin finalinde İtalya’ya üstelik de seri penaltı atışlarıyla kaybedince kabak genç siyah oyuncuların başına patladı. Maçın bitiş düdüğünden itibaren sosyal medyada ıkrçı hakaretlere maruz kaldı Rashford, Sancho ve Saka. Özellikle üç oyuncunun Instagram postlarının altına maymun emojisi paylaşanların, hakaret edenlerin sayısı çoktu. Aynı zamanda, Manchester şehrinde Marcus Rashford’lu duvar resmi de kısmen tahrip edildi. Sonrasında büyük bir destek vardı Rashford’a ve arkadaşlarına. Duvar resminin altı bir çiçek bahçesi haline geldi. Keza takım arkadaşlarından, teknik direktörlerinden, Futbol Federasyonu’ndan, medyadan ve taraftarın çoğundan destek gördüler. Peki İngiltere’de özellikle başarısızlıkta su üstüne çıkan bu ırkçılık futbolla ne kadar iç içe? Gelin önce İngiltere özelinde bu durumun gelişimine bakalım. Bundan 30-40 yıl önce durum bugünkünden çok farklıydı. Mesela 1978-79 sezonunda West Bromwich Albion takımı İngiltere tarihinde ilk kez ilk 11’de üç siyah oyuncuyu; Regis, Cunningham ve Batson’u oynatınca yer yerinden oynamıştı. Paul Rees’in üç oyuncunun hikâyesini anlatan Three Degrees kitabından insanın kanını donduran anekdotlar vardı: Üç siyah oyuncunun sahaya bir tükürük yağmuru altında çıkması, sürekli maymun seslerine maruz kalması inanılır gibi değildi. Buna karşın üç oyuncu çok başarılı bir sezon geçirmişti.
Muza tekme
1980’lerde de İngiltere’nin holiganizm dalgası içinde ırkçılıktan kurtulması pek mümkün olmadı. Liverpool’un siyah yıldızı John Barnes’ın Everton tribünlerinden fırlatılan muzu tekmeleme anı o günlerin sembol fotoğrafıydı. İki yıl önce Manchester yakınlarındaki ofisinde röportaj yaptığım eski İngiliz milli oyuncu Viv Anderson, o dönemde pek mücadele etme şansının olmadığını anlatmıştı: “Eğer sahaya çıkmayacağımı söyleseydim, kariyerime devam edemezdim. O dönemde bir futbolcu olabilmemin tek yolu da oynamaya devam etmek ve tribünlere kulağını tıkamaktı.” Türkiye’de bir sezon Beşiktaş forması da giymiş Les Ferdinand’ın hatıraları da pek farklı değildi. Amatör liglerde maruz kaldığı ırkçı hakaretleri daha dün gibi hatırlıyordu: “17 yaşında amatör bir futbolcu olarak İngiltere Amatör Takımlar Kupası yarı finalinde Wisbech adlı bir takıma karşı oynadım. Top ne zaman bana gelse ‘Zenciyi vurun! Zenciyi vurun!’ diye bağırıyorlardı. Hem de bütün stadyum!” Bu durum 1990’lardan itibaren yavaş yavaş değişti. 1993’de “Kick It Out” derneğinin başlattığı kampanyalarla futboldaki zihniyet değişmeye başladı. Bununla beraber, İngiltere’nin saygın sosyologlarından Aston Üniversitesi Onursal Profesörü Ellis Cashmore’a göre futboldaki ırkçılığın azalması, İngiltere liginin uluslararası hale gelmesiyle açıklanabilir: “Thierry Henry veya Patrick Vieira gibi o kadar çok iyi siyah oyuncu vardı ki 1980’lerde siyah oyuncuları yuhalayan taraftarlar ırkçı davranarak aptal gibi görüneceklerdi. İngiliz toplumunda ırkçılığın muhtemelen yüzeyin altında hâlâ olduğunu düşünüyorum. Tamamen yok olmasını beklemek mantıksız olur. Ama artık futbolda görünür ve duyulur olduğuna inanmıyorum.”
Yorumcular da değişti
Gerçekten de yıl boyunca binlerce spor etkinliğine ve de futbol maçına ev sahipliği yapan İngiliz statlarında bugün toplu halde ırkçı tezahüratlar ve hakaretler işitmek artık mümkün değil. Yaklaşık üç yıldır Londra’da yaşıyorum, onlarca spor etkinliğine gittim seyirci ve gazeteci olarak. Bilhassa kozmopolit kimliğe sahip Londra’da ırkçı bir hareket ve tezahürata şahit olmadım. Bu sürede bazı futbol maçlarında bireysel ırkçılıklar oldu. Bunun sorumlusu taraftarlar derhal cezalandırıldı. Mesela 2018 sonunda Arsenalli oyunculara muz fırlatan Güney Kıbrıs kökenli Tottenham taraftarı 500 sterlin para cezasına çarptırıldığı gibi dört sezon boyunca da stattan men edildi. Benzer şekilde Chelsea kulübü, rakip oyuncu Sterling’e hakaretini tespit ettiği beş taraftara çeşitli sürelerde stattan men cezası verdi.
Medya da geçmişe nazaran çok daha özenli. Televizyon kanallarında ırkçı ifade kullanan spiker veya yorumcunun kariyerine devam etme imkânı yok. Zaten sunucu ve yorumcular yaklaşık 10 yıldır çeşitliliğe göre seçiliyor. Futbolcuların da iyi örgütlendiğini hatırlatalım: Geçen yazdan bu yana, Black Lives Matter hareketini desteklemek için her maçın başlama düdüğünden önce diz çökme eylemini devam ettiriyorlar. Üstelik beyaz oyuncular da bu kampanyayı destekliyor. Geçen yıl Burnley kaptanı Ben Mee kendi kulübünün taraftarlarının ırkçı tutumundan dolayı utanç duyduğunu açıklamaktan çekinmemişti. Milli takım oyuncularından Harry Maguire geçen ocak ayında ırkçılık karşıtı bir açıklama yayınlamıştı.
Johnson’ın partisinden yükselen ırkçılık
Peki futbol kurumları ve futbolcular ırkçılık karşıtıyken, medya bile politik doğruculuk çizgisine gelmişken neden futbolcular hâlâ sosyal medyada ırkçı hakarete ve tacize maruz kalıyor? Bunun bir sebebi hükümetin ve iktidardaki Muhafazakâr Parti’nin ikircikli tavrı. Daha Euro 2020 başlarken İçişleri Bakanı Priti Patel, maç öncesi diz çökme eylemini “politik”olarak nitelemiş ve taraftarların oyuncuları yuhalama hakları olduğunu söylemişti. Yine Muhafazakâr Parti milletvekili Lee Anderson da diz çökme eylemi sebebiyle milli takımı protesto ettiğini açıklamıştı. Futboldaki ırkçılığa karşı açık bir tavır almaktaki bu tereddüt gizli ırkçıları da cesaretlendiriyor.
Profesör Cashmore ise sosyal medyadaki ırkçılığın futbolla doğrudan ilişkisi olmayabileceği kanaatinde: “Bence bu bir futbol sorunu değil. Bu bir ırkçılık sorunu. Sosyal medya futbol taraftarıymış gibi davranan kişiler bunlar. Üç İngiliz oyuncuya ırkçı mesajları gönderen kişilerin futbolla bir ilgisi olduğunu kim biliyor? Şöyle düşünüyorlar: ‘Biz futbol taraftarıymışız gibi davranacağız ve sonra da suç futbolun üstüne kalacak.’ Bence olan buydu.” Belli ki İngiltere’de ırkçılık sorununun tamamen silinmesini beklemek biraz kolaycılık olacak. Futboldaki etkileriyse 30 yıl önceye nazaran çok daha az. Ancak kurumların iş birliğine siyasi destek gelmezse böyle başarısızlık dönemlerinde futbolculara yönelik ırkçılığın hortlamasının önüne geçilemez.
Euro 2020’nin “daha” listesi
• Daha hızlı:
Modern futbolcular özellikle de forvetler ve kanat oyuncuları ilk 5 metrede çok hızlılar, maç içinde de 15-20 metrelik deparlar atıp 35 km/s’lik sürate çıkabiliyorlar. Tüm oyuncular hızlı, dolayısıyla oyun takım halinde çok hızlı. • Daha akıcı: Hem takımların hem hakemlerin ve VAR’ın katkısıyla olsa gerek 20-30 yıl önceye göre daha akıcı bir oyun var. 1990 Dünya Kupası’nda 40’a ulaşan, Euro 2004’te de 37.9 olan maç başına faul sayısı 22.1’e kadar düştü. • Daha gollü: Avrupa şampiyonalarının en az 8 takımla oynanmaya başlandığı 1980’den bu yana en gollü turnuvayı izledik. Gol ortalaması 2.78’e ulaştı ve Euro 2000’deki 2.74’lük rekoru geride bıraktı. Hele 2016’daki 2.12’nin çok üzerinden bir ortalama gördük. 1980’den bu yana en gollü Euro oynandı. • Daha kolektif: Bireysel takılan oyuncuların takımları başarısız oldu Euro 2020’de. Ronaldo’lu Portekiz, Mbappé’li Fransa, Bale’lı Galler çok erken veda ettiler turnuvaya. Kısacası takım oyunu yine zirvede.