Çin, Doğu Türkistan’da üç çocuktan fazlasına izin vermediğinden doğum için Türkiye’ye gelen Uygur kadınlar bir daha geri dönememiş. Beş yıldır İstanbul’dalar. Bu sürede ülkelerindeki çocukları kamplara yerleştirilmiş, eşleri hapse atılmış, dönerlerse aynı son onları da bekliyor
Pınar Çıtak Koygun
Çin’in yıllardır Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerine uyguladığı kötü muamele sürekli gündemde olmasına rağmen görmezden geliniyor. Çoğu Uygur Türkü İstanbul’un muhtelif semtlerinde yaşıyor. Buraya gelme sebepleri ise, Çin’in ayrımcı politikalarından kaçmak ve Çin yasalarına göre doğması yasak olan çocukları, yani yasak çocuklar. Çin, Doğu Türkistan’da devlet memurları için bir, şehirde yaşayanlar için iki, köyde yaşayanlar için üç çocuk sahibi olma kuralını getirmiş durumda. Doğu Türkistanlı annelerin çoğu bilerek ya da bilmeyerek üçüncü, dördüncü çocuğa hamile kalmış. Pasaportlarıyla Türkiye’ye gelip doğumlarını burada yapmışlar. Ancak Çin yönetimi bu durumu tespit edince hem Doğu Türkistan’da kalan çocuklarından hem de eşlerinden olmuşlar. Anneler çaresiz, eşleri hapiste, çocukları ya kampta tutuluyor ya da akıbetleri belli değil. Türkiye’de ayakta kalmaya çalışan annelerin tek isteği çocuklarından ve eşlerinden bir haber alabilmek. Ülkelerine dönmek ise şu an onlar için için bir hayal.
Dönersem beni de hapse atacaklar
Amine Memtimin, 2016’da doğum yapmak üzere eşiyle birlikte Türkiye’ye gelmiş. Gelirken altı aylık hamileymiş, yanına üç yaşındaki kızını da almış. Dört, altı ve sekiz yaşında olan çocuklarını ise eşinin kız kardeşine emanet etmiş. Eşi doğumdan sonra Doğu Türkistan’a dönmüş, bir daha da ne onunla ne de çocuklarıyla iletişim kurabilmiş. Sadece eşinin 15 yıllık hapis cezasına çarptırıldığını biliyor. “Ben dönsem beni de hapse atacaklar” diyen Amine Memtimin’e göre yaşadıklarının tek sebebi üç çocuk kuralına karşı gelmek: “Bazı işçilere iki, köylülere üçten fazlası yasak. Bunu bilmeyerek hamile kaldım. Beş sene geçti. Çocuklarımdan haber alamıyorum, eşim de hapiste. Beş senedir çocuklarımın sesini duyamadım. Onların sesini duymak için mücadeleye devam edeceğim. Beş seneden beri bekledim, sesi gelir kendisi gelir diye. Ama olmadı. Hayatta olup olmadıklarını bile bilmiyorum.“ O beş sene bir ömür gibi geçmiş Amine için. Gözlerinden dökülen yaşlara hakim olamıyor. Çaresizliği duruşundan, bakışından anlaşılıyor. “Her kapıya gidiyorum. Çocuklarımın sesini duymak için yardım edecek kimse çıkar mı diye. Bir şey yapamıyorum çocuklarımın acısından paramparça oldum. Her gün sokaklardayım“ diyor ağlayarak. Daha önce bir işte çalışmış ama şu anda Zeytinburnu’ndaki evinin kirasını karşılayamıyor. Kirayı bazen kardeşi veriyor; bazen de dernekler aracılığıyla kira yardımı alıyor. Amine’nin ülkesine dönmekten yana umudu da yok: “Dönsem, beni havalimanından bırakmazlar. Oradaki akrabalarımızla görüşürsek onları da hapse atıyorlar. O yüzden onlar da bizi engelliyor; telefonlarımıza çıkmıyorlar. 60 yaşındaki annem ve erkek kardeşlerim de hapiste. Anneme 2016’da Türkiye’ye geldiğinde 10 senelik hapis cezası vermişler. Buraya seyahat için gelmişti. 3 ay kaldı döndü. Hiçbir suçu yok.”
Öyle bir acı ki artık nefes alamıyorum
Meryem Abdülhamit 47 yaşında. Beş yıl önce kızı Reyhan ve karnındaki bebeğiyle Türkiye’ye gelmiş. Şubat 2016’da Türkiye’ye gelen Abdülhamid, kürtaj yaptırmak istemiş ancak sağlık sorunları nedeniyle yaptıramamış. Dördüncü çocuğuna hamile olduğu için çareyi Türkiye’ye gelmekte bulmuş: “Çin’in verdiği pasaportla kanuni yollarla Türkiye’ye geldim. Hamile olduğum için iki çocuğumla gelmek zorunda kaldım. Eşim ile diğer çocuklarım arkamdan gelecekti. Ben geldikten iki ay sonra, küçük kızımın pasaportu çıktı ama geri aldılar. Eşimin pasaportunu da aldılar. Biz Türkiye’ye geldik diye, eşimi hapse attılar. Beş yıldır küçük kızımdan haber alamıyorum. Babasız, annesiz, kimsesiz, sahipsiz beş yıldır yalnız yaşıyor. Çocuk bayramları, kurban bayramları nasıl geçti bilmiyorum. Beş senedir o kadar acılar yaşıyorum ki, nefes alamıyorum.“ Meryem Abdülhamit, bu beş yılda kanunların sürekli değiştiğini ve geri dönemediğini söylüyor: “Çocuk acısı hiçbir şeye benzemiyor. Bu acıya dayanamıyorum. Vatanımı özledim, kardeşlerimi özledim, eşimi özledim ama çocuk özlemi bambaşkaymış. Çin’de hiçbir suç işlemedim. Kızımın da suçu yok, benim de suçum yok. Çin kendisi izin verdi de geldim. Neden ben haber alamıyorum kızımdan?“
İnsanlık susmasın bize yardım etsin
Reyhan Ahmet, annesi Meryem Abdülhamit ile Türkiye’ye geldiğinde 18 yaşındaymış. O da kardeşlerinden haber almak istiyor. Hem üzgün hem de öfkeli: “Siyasi bir amacımız yok. Anneler çocuklarının sesini duymak, hayatta olduğunu öğrenmek istiyor. Normal bir insan gibi yaşamak istiyor. Şu an Türkiye’de doğan bir kız kardeşim var. Yasak çocuk. Babasının kim olduğunu bilmiyor. Babasının sevgisinden haberi yok. Bu dünyada çocuklar anne ve babalarına hasret büyüyor. İnsanlığın susmasını değil, bize yardım etmelerini istiyoruz.”
Kamptaki kızını TikTok’ta gördü
Kalbinur Dursu 37 yaşında bir ev kadını. Beşinci çocuğunun fotoğrafını elinde tutuyor: “Buraya hamileyken gelmiştim. Beş senedir hiçbir şekilde onlara ulaşamıyorum. Yalnız kalmayayım, yaşlanınca sahip çıkanım olsun diye fazla çocuk doğurmak istedim. Bu yüzden köyden şehre taşındık. Şehirdeki koşullar köy gibi sıkı değildi, hamileliğimi gizleyebildim. İstanbul’da geldiğimde en küçük çocuğum sekiz aylıktı, en büyüğü 13 yaşındaydı. 2017’de ablamla konuştum o zaman da çocuklar şehirdeydi. Ondan sonra çocuklarımı köye götürmüşler. Bu çocuğum toplama kampında. Çinli bir öğretmen bir video çekmiş. Ben kızımı oradan tanıdım. Adı Ayşe, saçlarını kesmişler. Sadece beş çocuğumdan bir tanesinin fotoğrafını gördüm diğer çocuklarım hayatta mı değil mi nasıl yaşıyorlar bilmiyorum. Eşim Türkiye’ye geldi 10 gün kaldı gitti. Türkiye’ye gelecekken eşime 15 yıl hapis verildi diye duydum, yaşıyor mu öldü mü bilmiyorum. Ben bu videoyu gördükten sonra tek başıma çocuklarımı aramaya başladım. Orada muhabirler evime kadar yaklaştı ama Çin polisi bir şekilde engelliyor. Çin devletinden şunu istiyorum. Çocuklarımın hiçbir suçu yok, hepsi 18 yaşından küçük. Hatta Çin devleti ‘Çocuklar ve anne babalar ayrı devlette olursa çocuklar, anne babanın yanında olmalı’ diyor. O kanuna devlet imza atmış. Benim çocuklarımla telefonda konuşmamı sağlasın. Hayattalar mı öldüler mi haberini bana versin. Çocuklarımın hepsinin pasaportu var, yanıma gelmelerine müsaade etsin.
Başka evde saklanıp gizli doğum yaptım
41 yaşındaki Fatma Emir, Urumçi’de yaşıyordu. Kocası işçi olan Emir işçilerin ikiden fazla çocuk yapamadığını anlatıyor. Üçüncü çocuğuna hamile kaldıktan sonra hamileliğini gizlemek için evden hiç çıkmamış. Ailenin tek çocuğu olan Emir, anne ve babasının yaşlı olduğunu bakacak kimseleri olmadığını, bu yüzden fazla çocuk yapmak istediğini anlatıyor: “Başka evlere kaçarak gizli gizli doğum yaptım. Şu an bir küçük çocuğum var orada. Dört çocuğum yanımda. 2016’da seyahat için geldim. Kızım Hatice Mahmut’un vatandaşlığını aldıramamıştım. Kocama bıraktım. 2017’de eşimin kardeşinden haber geldi ‘Abimi polisler götürdü’ diye. Nereye götürdüler, o da bilmiyor. Çocuğum babaannesine verilmiş. 2017’den sonra hiç haber alamadım. Burada terzilik yaparak çocuklarıma bakmaya çalışıyorum.”
Beş yılda tek bir telefon konuşması
42 yaşındaki Nisa Abdülim ise 2016’da eşiyle umre için gittikleri Suudi Arabistan’da pasaport krizi yaşayınca Türkiye’ye gelmiş. Ne Suudi polisinin Çin’e iade ettiği eşinden ne de ülkesinde bıraktığı dört ve altı yaşlarındaki iki çocuğundan haber alabiliyor. Yaşadıklarını anlatırken duygularını dizginleyemiyor, konuşmakta güçlük çekiyor: “Çok özledim çocuklarımı, geceleri uyuyamıyorum. Taakatim kalmadı. Kendimi yakmayı bile düşündüm. Türkiye’ye getirmek istiyorum onları. En son 2016’da telefonla konuştuk, çocuklarım ‘Ne zaman geleceksiniz?” diye sordu. Bir daha da konuşamadık...”
Ünlü markaların ‘pamuk’ direnişi
Son dönemde Uygur Türklerine yapılan ayrımcılık dünyaca ünlü lüks giyim ve spor markalarını da hareket geçirdi. Markalar, Sincan’da üretilen pamuğu almayacağını açıkladı. Dünyaca ünlü giyim markaları Çin’de internetten bir bir temizlenirken, televizyonda da H&M ve Nike gibi markaların göründüğü sahneler sansürlendi. AB’den Çin’e gelen yaptırım kararı da, Uygur Türklerine yönelik ayrımcı davranışların bir göstergesi. Son olarak hafta içinde Doğu Türkistan’daki zulme dikkat çeken Meral Akşener ve Mansur Yavaş, Çin Büyükelçiliği’nin hedefi oldu.
Çin, kamplarda mesleki eğitim verildiği iddiasında
Birleşmiş Milletler’e göre 1 milyon civarında Uygur Türkü Çin’in ‘eğitim merkezi’ olarak dünyaya lanse ettiği toplama kamplarında tutuluyor. İnsan hakları örgütlerine göre Çin, Uygur Türklerinin din başta olmak üzere pek çok özgürlüğünü kısıtlıyor. Çin’in tanıdığı 55 etnik gruptan biri olan Uygur Türkleri yaşadıkları bölgeyi Doğu Türkistan olarak nitelendiriyor. Çin ise buna karşı Sincan Uygur Özerk Bölgesi adını savunuyor. Sincan Özerk Bölgesi’nin en önemli özelliği ise, doğalgaz ve petrol açısından zengin olması. Sincan aynı zamanda tarihi İpekyolu’nun da geçiş noktası.
ABD de eleştirmişti
Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Çin’in Sincan’da soykırım yaptığını dile getirmesinin ardından, Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği’nden yazılı bir açıklama yapıldı. Açıklamada “Birkaç gün önce, eski ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Çin’in Sincan’da (Xinjiang) “soykırım” yaptığını iddia etti. Bu temelsiz ve önyargılı bir safsatadır, insan hakları kisvesi altında Çin’in iç işlerine müdahale eden ve Çin’in güvenliğini ve istikrarını baltalayan alçakça bir eylemdir, ahlak ve vicdana ihanet ve meydan okumadır.” denildi.Çin Uygur Türkleri’nin tutulduğu toplama kamplarını, mesleki ve teknik eğitim verilen kamplar olarak niteliyor.
Amaç Müslüman azınlığın nüfusunu kontrol etmek
Çin 2016 yılından bu yana Uygur Türkleri üzerinde sıkı bir doğum politikası uyguluyor. Müslüman azınlığın nüfusunun artmasını bu yolla kontrol altına almak istiyor. Uygur Türkü annelerin anlattıkları da bunu doğruluyor. Her mahallede bir ofis oluyor. Evli kadınlara her ayın başında ilaç veriliyor. Kadınlara doğrum kontrolü için spiral takılıyor. Kimi kadınlar hamile kaldıktan sonra hamileliğini gizliyor. Karnı büyüyen kadınlar başka bir şehre giderek doğum yapıyor. Eğer kadının yasak olan çocuğu dünyaya getirdiği tespit edilirse, para cezası veriliyor; iş yerinden çıkarılıyor, erkeklere ise hapis cezası veriliyor. Bazı kadınların çocuklarının götürüldüğü de söyleniyor. Kadının hamile olduğu öğrenilirse göbekten yapılan bir iğneyle çocuğun düşmesi için uğraşılıyor. Ya da yasalara göre, hamile kadının kürtaj olması gerekiyor. Meryem Abdülhamid, bunları bire bir yaşadığını aktarıyor.
Kısırlaştırma da var
Sincan’daki toplama kampları ve Uygur Türkleri üzerine araştırmalar yapan Alman akademisyen Adrian Zenz’in yayınladığı rapora göre, ikiden fazla çocuğu olan kadınlar zorla doğum kontrolü yöntemlerine maruz bırakılıyor ya da kısırlaştırılıyor. Araştırma resmi bölgesel veriler, politik belgeler ve Sincan bölgesindeki Müslüman kadınlarla yapılan röportajlara dayanıyor. Araştırma bu politika sonucunda Uygur Türkü Müslümanların yaşadığı iki büyük bölgede, 2015 - 2018 arasındaki düşüş oranı yüzde 84 olarak gerçekleştiğini 2019’da da bu düşüşün devam ettiğini gösteriyor. Adrian Zenz Çin karşıtı olmakla suçlanıyor.