Roger Federer, profesyonel tenisin 20 yılına damga vurmuş bir efsane. Artık 40 yaşında, emekliliği yaklaşıyor. İsviçreli oyuncunun korttaki ve kort dışındaki hayatını, The Master adıyla biyografisini yazan New York Times tenis yazarı Christopher Clarey’le konuştuk
Roger Federer’i ilk ne zaman izlediniz? 1999’daki Fransa Açık’ta. Kariyerinin ilk grand slam maçıydı ve o zamanlar dünyanın en iyi oyuncularından biri olan Avustralyalı Patrick Rafter’a karşı oynuyordu. Tanıdığım bir oyuncu menajeri bana “Bu çocuğu izlemelisin” demişti. Bu, Twitter, Facebook ve Instagram devrinden çok önceydi, şimdiki gibi tenişçileri 12-13 yaşlarındayken izleyemiyordunuz. Roger, ilk seti Rafter’dan aldı. Sonra ivmesini kaybetti. Ama vuruş yeteneğini görebiliyordunuz. Hızını görebiliyordunuz. Hırsını görebiliyordunuz. O yaşta hâlâ bazı davranış sorunları vardı kortta. Öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Buna karşılık kesinlikle mükemmel bir tenisin parıltıları da vardı. Ama o maçı ölçü alıp gelmiş geçmiş en iyi tenis oyuncularından hatta sporculardan biri olacağını tahmin etmenin imkânı yoktu doğrusu. Öfke konusunu nasıl aştı? Bu zor bir süreçti. Zihnini ve duygularını kontrol etmenin yolunu bulması uzun yıllarını aldı. Sanırım bunun bir yolunu bulması gerektiğine karar verdi. Yardım da aldı. Sanırım 16 yaşında ailesinin de teşvikiyle bir psikoloğa gitmeye başladı. Eski bir FC Basel oyuncusu olan genç İsviçreli psikolog Christian Marcolli’ydi bu kişi. Ne üzerinde çalıştıklarının ayrıntılarını hiçbir zaman tam açıklamadılar. Ancak çoğunun kontrol ve dikkatinin dağılmasını önlemek maç sırasında nereye bakması gibi basit şeyler olduğunu biliyorum. Roger’ın hiperaktif bir tarafı da var, bu yüzden bazen odaklanmakta zorlanıyor. İlk grand slam şampiyonluğunu kazandığı 2003’e kadar korttaki duygularını gerçekten kontrol edebildiğini düşünmüyorum.
Video oyunu delisi
Annesi Lynette ve babası Robert Federer ne kadar destekleyiciydi? Bence onu çok desteklediler. Bir kere kendileri de tenis oynamaya hevesliydi. Lynette’in ailenin daha sporcu üyesi olduğunu biliyorum. Roger’ın alabileceği en iyi koçluğu almasını sağladı ve kariyerinin başlarında Basel’deki Old Boys kulübüne gitmesinde etkili oldu çünkü orada gençlere yönelik iyi bir eğitim programı olduğunu biliyordu. İşin mali yönüne gelince, Roger’ın kariyerine aile kaynaklarından epeyce bir pay ayırdılar. Roger küçük yaştayken, antrenörlük için para ödediler, seyahat ve gezi masraflarını karşıladılar. Ayrıca Roger henüz çok gençken, İsviçre Federasyonu da iyi bir gelişim programı uygulamaya koymuştu. Yani onun durumunda ulusal federasyon fonu ve kendi ailesinin bir karması söz konusuydu. Bence ebeveynlerinin planı 20 yaşına kadardı. O yaşa kadar dünya sıralamasında ilk 100’e girmemiş olsaydı, okula geri dönecekti. Yine o gençlik yıllarında çok sıkı bir video oyunu meraklısıymış. Doğru mu? Ah doğru! İnanılmaz. Örneğin Mark Rosset, Roger gelmeden önce 1 numaralı İsviçreli oyuncuydu. Onu bir nevi Davis Kupası stajyeri gibi davet ettiğini çünkü onu kanatlarının altına alıp takıma ısındırmak istediğini söyledi. Ama Roger her zaman odasında PlayStation oynuyormuş. Bu yüzden ondan kibarca evden ayrılmasını istemiş çünkü takıntı derecesinde oynuyormuş. Bence Roger öyle entelektüel, kitap kurdu bir adam değil. Video oyunları onun için harika bir araçtı. Belki bilgiyi işleme ve baskı altında karar verme yeteneği açısından ona yardımcı bile olmuştur.
Üç kuşak rakip
Zirvede ve zirveye yakın olduğu 20 yıl boyunca erkek tenisinde birçok değişiklik oldu. Yeni ortama adapte olmayı nasıl başardı? Federer’in büyüklüğü konusundaki en büyük argümanlarından biri bu: Hem Sampras-Agassi nesline hayrandı ve onlarla oynayabildi hem de kendisine meydan okuyan kendi kuşağından Hewitt, Safin, Ferrero gibi isimlerle. Daha sonra ortaya çıkan Djokovic ve Nadal’a karşı oynadı. Ve şimdi, kariyerinin en sonunda Çiçipas’a ve o kuşaktaki gençlere karşı oynadığını görebiliyorsunuz. Bence avantajı, genç yaştan itibaren gerektiğinde oyununu ayarlayabilmek için becerilere sahip olmasıydı. Eğer bazı temel zaafları olsaydı, bu zamanla anlaşılırdı. Bu sebeple oyununu ayarlayabildiğini, daha dip çizgi stiline gidebildiğini düşünüyorum. 2003’te bir numaraya ilk yükseldiğinde daha az maç oynaması, oynarken diri olması ve antrenmanları konusunda çok akıllı olması gerektiğini çok erken fark etti, Ve fitness koçu Pierre Paganini ile beraber harika bir iş çıkardılar.
Erkekler eskiden ağlayamazdı
Federer’in hâlâ çok duygusal bir sporcu olduğunu biliyoruz. Hâlâ öyle midir? Maçlar sırasında Roger’ın zihnini okumak gerçekten ilginç olurdu. Bazı oyuncular muhtemelen oldukları gibi oynuyor. Roger’ın ise belli ki kişiliğinin bir kısmını kontrol etmesi ve en iyi tenisini oynayacak şekilde onu bastırması gerekiyordu. Yenilgiler kadar galibiyetlerden sonra da duygularını dışa vurduğunu görürsünüz. Ayrıca belki 20 yıl önce, 30 yıl önce dünya çapında bir erkek süperstar sporcunun kortta bu kadar açık açık ağlaması ve bu kadar duygusal olması kolayca kabul görmezdi. Ama bence Roger bunu daha kabul edilebilir hale getirdi. Bence bu iyi ve çok insani bir durum. Ağır bir yenilgiden aile hayatına nasıl öyle çabuk geçebiliyor? Bence ailenizin turnuvalarda yanınızda olması, bu geçişi daha hızlı yapmanızı sağlıyor çünkü buna ihtiyacınız var. Çünkü çocuklarınız maçı kaybettiğiniz için şikayet ettiğinizi duymak veya bir yenilgiden sonra sizi üzgün görmek istemiyor. Onlar annelerini babalarını görmek istiyor. 2004’te, 2005’te zaten birçok grand slam turnuvası kazanmıştı. Gerçekten ne zaman saha dışında para kazanmaya başladı? Bu bence kariyerinin başlarında bazı kararların karşılığı. Ama bence 2000’lerin ortalarında Tony Godsick ve IMG ajansını yeniden işe aldıktan sonra gerçekten ciddi para kazanmaya başladı ve gerçekten büyük sözleşmeler yapabildi. Zaten bir devamlılığı vardı, IMG ve Godsick onun zarafetini ve İsviçreli olmasını da bir avantaja çevirmeyi başardı. Rolex gibi İsviçreli çokuluslu şirketlerle anlaşmalar yaptılar. Roger için de tenisin oyun tarafı kadar iş tarafını da anlamak önemliydi ve kontrol sahibi olmak istiyordu. Şu anda para konusunda son derece iyi durumda. 2018-2019 döneminde yeni bir teklif almadığında Nike’tan ayrılmak zor olsa da Uniqlo ile ve daha sonra İsviçre ayakkabılarıyla anlaşma konusunda oldukça iyi iş çıkardı. Haberlere bakılırsa da yüz milyonlarca dolarlık anlaşmalara imza attı. Onunla çok kez seyahat ettiniz. Lüks bir hayat mı sürüyor? Ah, evet, yani, güzel bir hayatı var. Mesela Roger ile röportajı Paris’te, Place de la Concorde’daki Crillon Hotel’de yapıyorsunuz. Normal oyuncu otelinin çok üzerinde bir yerdir. New York’taki röportajlarımız da lüks otellerden birindeydi. Ve seyahatteyken çok iyi bir hayat yaşıyor. Ama onunla yüz yüze görüştüğünüzde ve onunla konuştuğunuzda, bir Airbnb’deymiş gibi hissedersiniz. Kişiliği her zaman ortamla uyuşmuyor. Onunla yüz yüze konuştuğunuzda çok alçakgönüllü görünür.
Bill Gates ile yakınlar
Irkçılık gibi bazı sosyal ve politik konularda sesini çok yükseltmediği konusunda eleştiriliyor. Buna katılır mısınız? Bu konuda çok dikkatli. Bu konularda derin düşüncelere sahip biri mi, bilmiyorum. O daha çok bir spora odaklı aile babası. Bir tür Michael Jordan vari bir yaklaşım. Belki de şu anda içinde bulunduğumuz çağı temsil eden ideal bir şampiyon değil. Günümüzde, sporculardan bu konularla ilgilenmelerinin istendiğini ve Naomi Osaka, LeBron James gibi isimlerin platformlarıyla sosyal olarak gerçekten etki yarattığını görebilirsiniz. Belki Roger aynı yetenekle bugün spora girseydi farklı kararlar verirdi ve bu konular hakkında daha fazla ses çıkarırdı. Ancak, son yıllarda fosil yakıtlara yatırım yapan İsviçre bankasıyla bağlantılarına dair birkaç şey olduğunu düşünüyorum. Bazı eleştiriler aldı, hemen bir açıklamayla cevap verdi. Tenisten sonra onu nerede göreceğiz? Son birkaç yılda bunu biraz gördük aslında. Çünkü çok az maç yapıyor. Bence İsviçreli ayakkabı şirketinin durumu, ne tür anlaşmalarla ilgilendiğinin göstergesi. İlişki kurabileceği, dokunabileceği ve hissedebileceği şeylere yatırım yapıyor ve bu tür şeylerle ilgileniyor. Bence, hayırseverliğe devam etmenin en iyi yolları hakkında kendini sürekli eğitiyor. Vakfı için büyük planları olduğunu biliyorum ve şöhretini ve dünya çapındaki bağlantılarını vakfın gücünü artırmak için kullanmak istiyor. Gösteri maçları sayesinde Bill Gates ile çok vakit geçirdi. Gates’ten çok şey öğrenebilir. Bir dağ evine ya da göl evine çekileceğini ve çok fazla golf oynayacağını zannetmiyorum. Bence dünya çapında faal olacak, fark yaratmaya çalışacak.
En büyük üç zaferi
Sanırım 2009 Fransa Açık şampiyonluğunu saymak lazım. Sanırım Roger onunla listeyi gözden geçirdiğimde temelde aynı fikirdeydi. Sonra 2017 Avustralya Açık, kariyerinin o aşamasında yeniden kazanmanın özel anlamı sebebiyle. Bu ikisi kesin. Sonra da bir Wimbledon zaferi olmalı. Oradaki ilk şampiyonluk özel olmalı bence.
En acı üç yenilgi
Roger’ı acımasız yenilgiler de aldı. Muhtemelen en büyüğü, Rafael Nadal’a kaybettiği 2008 Wimbledon finaliydi. Alacakaranlıkta biten o harika maç. 2019’da Wimbledon’daki final bir diğeri. Belki de bazı açılardan en küçük düşürücü maç, açıkçası, 2008 Fransa Açık finalinde yine Rafa’ya karşıydı. Sanırım üç sette sadece altı oyun kazanabilmişti. Bu, herhangi bir büyük maçta aldığı en büyük hezimet.
Eyvah yine mi Messi!
Altın Top’u yine Messi aldı. Yedinci kez. Başka isimler varken niye Messi? Bunun için ödülün kim tarafından ve nasıl verildiğine bakmak gerek. France Football dergisi 1956’dan beri Ballon d’Or (Altın Top) ödülünü veriyor. Bu tarihten beri aralıksız verilmesi (Pandemi yılı 2020 hariç) sayesinde futbol dünyasının en prestijli ödülü kabul ediliyor. 1995’ten önce sadece Avrupalı oyuncular kazanabiliyordu bu ödülü. 1995’te Avrupa’da oynayan tüm oyunculara açıldı. 2007’den beri ise küresel bir ödül haline geldi. 2008’den beri Ronaldo-Messi ikilisi Altın Top üzerinde âdeta bir hegemonya kurdu. Messi yedi, Ronaldo ise beş kez kazandı ödülü. Bu ikilinin arasına sadece 2018’de Hırvat Luka Modric girebildi. 2021’de ödülü bir kez daha Messi’nin kazanması soru işaretlerini beraberinde getirdi. Peki nasıl oldu da 11 Temmuz’dan sonra doğru dürüst bir performansı olmayan Messi bir kez daha kazandı? Öncelikle bu ödül France Football’un kendi bünyesindeki bir jüri tarafından verilmiyor. Halen 180 ülkeden 180 medya mensubu Altın Top için oy kullanıyor. Bu sayı ödülün verildiği ilk yıl sadece 16’ydı. Bu 180 ülke arasında İngiltere, Brezilya, Almanya gibi büyük futbol ülkeleri kadar Haiti, Aruba, Cibuti gibi futbol haritasında pek yeri olmayan ülkelerin gazetecileri de var. Ödülün kriterlerine gelince, France Football’un belirlediği üç kriter var: Birincisi o takvim yılı içindeki kolektif ve bireysel başarılar. İkinci kriter oyuncunun klası: Yani sahadaki davranışları. Son kriter ise kariyer. Puanlamaya gelince, her jüri üyesi beş kişilik bir liste veriyor. Birinci oyuncuya altı puan veriliyor, diğerleriyse dörtten bire puan alıyor. Anladığımız kadarıyla bu yıl Messi’nin 613 puan toplayıp 580 puanlı Lewandowski’yi geride bırakmasının asıl sebebi çok parlak kariyeri. Yani üçüncü sıradaki kriter ilk sıraya çıkmış 2021’de. Çünkü Messi bireysel açıdan çok kötü bir yıl geçirmese de 2021’de Copa America dışında önemli bir turnuva kazanamadı. PSG’ye transferiyse henüz verimli olmuş değil.