"Fonksiyonel tıpla önce kendimi iyileştirdim"

Fonksiyonel tıp alanında dünyaca ünlü Amerikalı Dr. Mark Hyman geçen hafta İstanbul’daydı. Dr. Hyman, Oksijen için Amerikan Hastanesi Fonksiyonel Tıp Bölüm Başkanı Dr. İrem Ergün’ün sorularını yanıtladı

Fonksiyonel tıp, kronik hastalıkların kök nedenlerini saptayıp bunların düzeltilmesine odaklanan bütünsel bir tıp bakışı. Organ odaklı değil sistem odaklı yaklaşarak hastalığın tedavisinden çok, temelde yatan sorunun iyileştirilmesini amaçlıyor. Bu konuda dünyanın en önde gelen isimlerinin başında ABD’li tıp doktoru Mark Hyman geliyor. Oksijen okurlarının yakından tanıdığı Dr. Mark Hyman, Amerikan Hastanesi’nin davetlisi olarak geçen hafta İstanbul’daydı. “Ölümsüzlük: Geriye doğru yaş almanın sırlarını keşfedin” başlıklı bir konferans verdi, üç saat boyunca fonksiyonel tıp bakış açısıyla yaşam süresini iyileştirmek ve beyin sağlığı hakkında tavsiyeler verdi. Hyman,  İstanbul’dan ayrılmadan önce her hafta podcast’lerinden derlenen sağlık yazılarıyla konuk olduğu Oksijen’in sorularını yanıtladı. Dr. İrem Ergün: Uzun yıllardır fonksiyonel tıpla uğraştığınızı biliyoruz. Bu yolculuğa nasıl başladınız? Dr. Mark Hyman: Beslenme ve zindelik her zaman ilgimi çekmiştir. Lisans öncesinde beslenme okurken bir doktora öğrencisiyle birlikte kalıyordum. Arkadaşım bana “Nutrition Against Disease” adında bir kitap verdi. Kitabı okuyunca, yiyeceklerin ilaç olarak kullanımı üzerine düşünmeye başladım. Sanırım 1960’larda yazılmıştı. Aslında benim beraber yaşadığım insanlar bunu zaten yapıyordu; her gün beraber yemek pişiriyor, gerçek, organik şeyler yiyorduk; bahçemiz vardı. Beslenme her zaman ilgimi çekmişti. Sonra, doktor olmadan önce yoga eğitmeni oldum. 

‘Cıvadan zehirlendim’

Dr. İrem Ergün: Kaç yıl önceden bahsediyoruz? Dr. Mark Hyman: 38 yıl; yani neredeyse 40 yıl önce. Yoga henüz popüler değildi. O zamanlar Çin ve Asya tıp sistemleri, Budacı tıp üzerine çalıştım. Bu sayede şifa ve iyileşme konusunda hep farklı bir perspektifim oldu: Her şeyin denge ile ilgili olduğunu gördüm. Sonra tıp fakültesine girdim ve gerçek bir doktor oldum. Ancak entegre tıp, bütüncül tıp konusuna geri dönmek ilginç geliyordu. Çin’de yaşadıktan sonra cıva zehirlenmesi yüzünden çok hasta oldum. Kendimi iyileştirmenin yolları üzerine düşünmek zorunda kaldım. Karşıma fonksiyonel tıp çıktı ve fonksiyonel tıp çalışmaları sayesinde hem kendimi hem de hastalarımı iyileştirebildim. Sonrasını herkes biliyor.  Dr. İrem Ergün: En çok ilgilendiğiniz konulardan biri uzun yaşam. Son birkaç aydır dünyadaki en uzun yaşam süresine sahip insanların bulunduğu, en iyi yaşam koşullarına sahip bölgeleri geziyorsunuz. Profesyonel gözlemlerinizi çok merak ediyorum. Bize biraz bahseder misiniz?  Dr. Mark Hyman: Sardinya’ya gittim. Barbagia gibi bazı bölgeler kıyı tarafından kapalı ve izole; yani dışarıdan birinin gelip burada yaşayanlarla temas kurma ihtimali yok. Gelenek, toplum ve yaşam tarzı açısından binlerce yıla dayanan kesintisiz bir tarihleri var. Yaşam ve beslenme tarzlarının, sağlıklı olmaya katkıda bulunacak şekilde olduğu açıkça görülüyor. Organik gıdalarla besleniyorlar. Atalarından kalma çeşitli sebzeler, koyun ve keçi ürünleri, çok yüksek antioksidan oranına sahip şaraplar tüketiyorlar. Verna ve Capelli gibi antik tahıllardan yapılan gıdalar yiyorlar. Yani yedikleri ve bunları hazırlama biçimleri çok önemli. Gıdanın ilaç olduğunu anlamışlar; belki tam olarak böyle bir kavramları ve fikirleri yok ama hayvanları kesmeden önce nasıl besleyecekleri üzerinde konuşuyorlar; peynir yapmak için koyun ve keçileri belli şekilde, özellikle de gıda kalitesini yükseltecek şekilde, taze bitkilerle beslemeleri gerektiğini biliyorlar. Yani aslında bu ilişkinin farkındalar. Yaşamları ise doğal aktivitelerle geçiyor. Bölge çok tepelik olduğundan, koyunları her yere götürüyor, dağ tepe yürüyorlar.  Dr. İrem Ergün: Bizim şehir yaşamımızdan tamamen farklı. Dr. Mark Hyman: Tamamen farklı. Ayrıca, stres düzeyleri çok düşük. Çobanlardan birine stres yaşayıp yaşamadığını sordum, “Bazen gece keçinin biri kaçıyor, gidip bulmam gerekiyor…” dedi. Stresi bundan ibaret. Ayrıca bir araya geliyorlar, yani bir nevi cemaat yaşamları var. Herkes birbirine yardım ediyor. Biri koyun kırkacak oldu mu bütün arkadaşları gelip, o günü kırkım günü yapıyorlar. Ya da ava birlikte gidiyorlar; festivaller yapıyorlar. Mesela biz de Ağustos’ta böyle bir festivale katıldık. Her aile farklı bir yemek getiriyor; derin bir cemaat ve bağlılık duygusu var. Yaşlılar asla yalnız bırakılmıyor; aileleri, dostları var, başkalarıyla birlikte iyi vakit geçiriyorlar; huzurevi yok. Dolayısıyla tüm bu gelenekler, doğal beslenme biçimleri, hareket etme tarzları, stres olmaması ve birliktelik duygusu onları uzun yaşatıyor.  Dr. İrem Ergün: Sardinya’ya veya İkarya’ya taşınmayı düşünüyor musunuz? Dr. Mark Hyman: Olabilir; siz de gelmek ister misiniz? Dr. İrem Ergün: Bazı hastalarım bana İkarya’da bambaşka bir hayat olduğunu, adada “citta slow” kavramına uygun yavaş bir yaşam olduğunu söyledi. Çok hoşuma gidiyor. Yani evet, böyle bir yere taşınabilirim.  Dr. Mark Hyman: Evet, bizde Okinawalıların tabiriyle “acele hastalığı” var. Bizim her şeyimiz hep acil, ama orada böyle değil. Örneğin “ne zaman geliyorsun?” diye sorunca, geç geleceğim ama tam vaktini bilemem manasında deyimler kullanıyorlar.  Dr. İrem Ergün: Bağırsak sağlığı en çok odaklandığımız alanlardan biri. Vücudumuzdaki en önemli rahatsızlıkları iyileştirmeye bağırsaklardan başlıyoruz. Son dönemde bağırsak florası ve faunasına bağlı bazı hastalıklar ortaya çıkıyor ve bu konuda çalışmalar yapılıyor. Özellikle bağırsak ile akıl hastalıkları ve psikolojik bozukluklar arasındaki ilişki için ne söylemek istersiniz?  Dr. Mark Hyman: Tarih boyunca bağırsağı sadece besinleri emen bir atık işleme sistemi olarak gördük; sonra bağırsaktaki bakterilerin sağlığımızla yakından ilişkili olduğunu düşündük. Ama son yıllarda, mikrobiyomun genel sağlığımız için çok önemli olduğunu fark ettik. Mikrobiyom, vücudumuzdaki enflamasyona ve genel sağlığımıza dair en önemli belirleyicilerden biri. Psikolojik ve mental sorunlara gelirsek, mikrobiyom ile akıl sağlığı arasında çok sıkı bir bağ olduğunu biliyoruz. Mikrobiyom ile otizm, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve obsesif kompülsif bozukluk arasında da bağlantı var. Bu yüzden insanların bağırsaklarını sağlıklı hale getirerek birçok sorunu gidermek mümkün.  Dr. İrem Ergün: Genetik çeşitliliğin sağlık üzerinde kritik etkisi var. Genetik bozuklukları nasıl tedavi ediyorsunuz? En çok karşılaştığınız genetik varyasyonlar neler?  Dr. Mark Hyman: Yaklaşık 20 bin genimiz var. Çoğu gende 5 ila 7 milyon varyasyon görülüyor. Artık genlerimizin kaderimiz olmadığını biliyoruz. Belki genlerin kendisini değiştiremiyoruz, ama gen ifademizi değiştirebiliyoruz. Hangi genlerin açılıp hangisinin kapatılacağını belirlemek mümkün. Yediklerimizle, stres, uyku vs.’den hareketle hastalık yapan veya yarı yarıya hastalığa yol açan genleri dönüştürebiliyoruz. Tüm bunları yaparak sürekli biçimde genlerimizle temas halinde oluyoruz. Yani genlerimizi değiştiremiyoruz ama geçmişimizi ve geleceğimizi değiştirebiliyoruz. Örneğin ailenizde Alzheimer hastalığı varsa ya da Alzheimer’a yol açan genleriniz varsa, yaşam tarzınızı ve diğer faktörleri değiştirerek bu sorunu yaşama riskini azaltabilirsiniz. Diyabet veya obezite genleriniz varsa, beslenmenizi değiştirerek bunları değiştirmek mümkün.  Dr. İrem Ergün: Takviyeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Dr. Mark Hyman: Takviyeler işe yarayabiliyor. Genlerinizdeki varyasyonlar aynı zamanda birbiriyle iyi arkadaş olan enzimlerle ilgili. Bütün genetik kodun üçte birini enzimler, yani enzimlerin kodlanma biçimi belirliyor. Tüm bu enzimler besinlerin bir parçası ve bu varyasyonlar, insanların yeme miktarına göre belirleniyor. Bazıları çok fazla B vitamini tüketirken bazıları çok daha az tüketiyor. Yani buradaki esas konu kişiselleştirme; bu yüzden varyasyonlara bakarken gen testini kullanıyoruz. Down Sendromu gibi sabit, değiştiremeyeceğimiz genetik bozukluklar var; ancak beslenmeyi ve yaşam tarzını değiştirerek kişinin genel sağlığına etki etmek mümkün.  Örneğin, tıpta yaygın kabul gören uygulamalardan biri PKU, yani fenilketonüri testleri. Genetik bir rahatsızlık olduğu için yeni doğan her bebeğe bu test yapılıyor. Beslenmelerinde fenilalanin adlı aminoasit olmayabileceği, diyetle normale dönebilecekleri biliniyor. Ancak fenilalanin varsa, zihinsel engelli olabilir, yeterince gelişemeyebilir ve tüm bu sağlık sorunlarını yaşayabilirler. Yani burada sabit bir genetik bozukluk var; ama vücuda giren şeyleri değiştirerek sonuca etki edebilirsiniz. 

Covid’de D vitamini önemli

Dr. İrem Ergün: Fonksiyonel tıp Covid-19’a nasıl yaklaşıyor? Fonksiyonel tıp perspektifinden bakınca, hangi iyileştirici yaklaşımların Covid-19’u önlediği veya azalttığı söylenebilir?  Dr. Mark Hyman: Fonksiyonel tıpta sadece hastalığa yol açan etkene değil, hastalığı geçiren kişinin genel sağlığına da bakıyoruz. Covid-19’u antiviral benzeri ilaçlarla tedavi etmeyi deneyebiliriz. Ama esas olan söz konusu hastaya ve kişinin genel sağlığına bakmak. Bu yüzden fonksiyonel tıp insanların genel sağlığını düzenlemek için güzel bir yol. Beslenme kalitenizle, doğru besinleri alarak, stresi azaltıp egzersiz ve uykuyu düzenleyerek sağlığınızı optimum hale getirmek önemli. Tüm bunlar bağışıklık sisteminizi de etkiliyor. D vitaminini ele alalım. D vitamini seviyeniz düşükse, Covid yüzünden hastalanıp ölme ihtimaliniz yüzde 70 artıyor. D vitamini seviyeniz yüksek ve iyiyse, koronavirüs kaynaklı yoğun bakım ve ölüm ihtimaliniz yüzde 94 ila 97 oranında azalıyor. Benzer şekilde, selenyum seviyesi düşük olan bir kişinin Covid-19 yüzünden hastaneye yatma ihtimali, selenyum seviyesi yüksek olan birinden 5 kat fazla. Dolayısıyla, Covid kapmamak veya hastalığı ciddi geçirmemek için direnç yaratmak adına, beslenme ve yaşam tarzımızı nasıl kullanacağımıza dair çok şey biliyoruz. Kısa süre önce aşı oldum; ama ilk yıl herkes gibi ben de aşısızdım. Maruz kalacağımı biliyordum. Tamamen izole değildim; bir sürü insanla bir araya geldim. Elbette hasta olabilirdim, ama mesela kızımı, onun erkek arkadaşını görmeye gittim; kızım da oğlum da soğuk algınlığı geçiriyordu, hepsi hastaydı. Bir hafta onlarla aynı evde kaldım, beraber kampa gittik. Ama hasta olmadım.  Yani temelde yatan faktörlere müdahale ederek kendimize Covid’e karşı dirençli hale getirebileceğimizi anlamamız gerek.
Batıkent metrosunda patlama yaşandı Dervişoğlu'ndan 'Bakırhan'a alkış' sorusuna yanıt: Bahçeli’nin yaptığı hiçbir şey beni şaşırtmaz Bakanlık satışını yasakladı 1 milyon Türk'e serbest dolaşım Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Yetişkin filmi izleyip sıcak çatışmaya giriyorlar