Pınar Çelikel
pinar@gazeteoksijen.com Afrika her zaman çok uzak diyarlarda bir peri padişahının sarayı, bir masal ülkesi gibi gelir biz büyük şehir insanına. Mesele uzaklık değildir. Sunduğu olağanüstü tecrübelerdir. Modern çağın iletilerini en aza indirip insanı kendiyle baş başa bırakmasıdır. Hepimize ‘cazip’ gelen şey temelde basitliktir. Avrupa insanın yıllar önce kaybettiği ve geri kazanabilmek için doğada trekking turlarına, meditasyon/ yoga derslerine, Hindistan’a yapılan aşram seyahatlerine binlerce dolar harcadığı basitlik/ sadeliktir. Doğanın içinde olmak, hayvanlara yakın hissetmek, çadırda konaklamak, bozulmamış bir kültürü tanımak… Arkadaşlar arasında “Afrika’dan sorumlu devlet bakanı,” diye tanımladığımız, sanat danışmanı Melis Terzioğlu ile aylar önce, bilmem kaçıncı Kenya seyahatini planlarken denk gelmemiz ile başladı her şey. 20 yıldır tanıdığım, Melis, birkaç kez gittiği Ol Pejeta isimli bir ‘koruma alanı’nı ballandıra ballandıra anlatmıştı o gece. Büyülü atmosferden, dev hayvanlara yakın olmaktan, kendini nasıl iyi hissettiğinden söz etmiş,
“Safariden çok daha fazlası” demişti: “Bir gönüllü tatili.”
Malum böyle hikayeler anlatılınca, “Bir dahakine bana da haber ver,” denir. Sonra da bir türlü şartlar uygun olmaz ve hayaller rafa kalkar. Bu sefer öyle olmadı. Benim gibi, “ben de gelmek istiyorum” diyen 4 kişi daha vardı. Sonra bize bir dört kişi daha eklendi. Hatta dört kişi daha. Malum son iki yıldır hepimizin derdi tüm bu olanlar arasında “iyi hissetmek”, hayattan mola almak, kendimize dönmek. Belki de o yüzden birkaç hafta önce Nairobi uçağına binerken 13 kişi olmuştuk. Hemen hemen herkesin daha önceden Afrika tecrübesi vardı. Aylar öncesinde bağış olarak kabul edilen ücretler yatırılmış, 8 günlük programımız ayarlanmıştı. Arada bir turizm acentası yoktu. Direkt Ol Pejeta ile yazışıp kendi tatilimizi kendimiz planladık. Orta-Doğu Afrika’daki doğayı ve hayvanları koruma alanlarından biri olan Ol Pejeta’da sekiz gün geçirip özellikle soyları tükenmekte olan beyaz gergedanlar ile tanışacaktık. Dünyada bir trend haline gelmesine pek sevindiğim “gönüllü turizmi”nin bir çeşidiydi yaptığımız. Yani sadece tatil yapmayacak Ol Pejeta’ya fayda sağlamak için gönüllü çalışacak, destek olacaktık. Plan buydu. Ama beklediğimizden çok fazlasını bulduk. Önce magazin hikayesi: Kenya’nın başkenti Nairobi’ye 4 saat uzaklıktaki Nanyuki kasabasında konumlanan Ol Pejeta Conservancy’nin eski sahibi tanıdık bir isim. Adnan Kaşıkçı. Bu 114 bin dönüm alan, Kaşıkçı’nın 1970’li yıllarda Afrika’daki yatırımlarındanmış. Ta ki bir gece kumar masasında kaybedene kadar. Sonrasında çok el değiştiren bu çiftlik/ koruma alanı 2003’ten bu yana Fauna and Flora International gözetiminde yönetiliyor. Özenle korunan doğal hayatta soyu tükenmek üzere gergedanlar, filler, aslanlar, zebralar, farklı ceylan türleri var. Destekçilerle, bağışla gelen ziyaretçilerle kendi kendine yetebilen bir düzeni sürdürüyor. En önemli konu hayvanların güvenliği. Bu nedenle de en çok parayı güvenliğe harcıyorlar. Yıllık 1.5 milyon dolar. Hayvanlar 120 km uzunluğunda elektrikli tellerle korunuyor. Aman sakın hapis edildiklerini düşünmeyin. Diğer koruma alanları ile yaratılan koridorlarla bir hayvan Doğu Asya’da istediği gibi dolaşabiliyor. Ama her zaman takip ediliyorlar. Ol Pejeta’nın 250 kişilik bir koruma kadrosu var. Gündüz ve gece 42 silahlı korucu nöbet tutuyor. Çünkü hala bir filin dişi ya da bir gergedanın boynuzu için pusuda bekleyen kaçakçılar var. Bu geniş alan bölgelere ayrılmış durumda. Her hayvan türünün tercihi doğrultusunda aslında doğal olarak şekillenmiş bu durum. Filler HQ Gate civarında takılmayı seviyorlar, zürafalar Bush Camp civarında, hippo’lar için doğru mekan Ewaso Campsite. Şempanzeler, gergedanların da bir çeşit mahalleleri var.
Gelelim bir haftanın nasıl geçtiğine ve neler yaptığımıza?
1. gün
Nairobi’den 4 saatlik zorlu bir yolculuk ile varılıyor Ol Pejeta’ya. Kapıdan girerken güvenliğin en önemli şey olduğunu anlıyorsunuz. Genel bilgilendirme toplantısından önce grup kalacağı yerlere dağılıyor. Farklı konaklama seçenekleri mevcut Ol Pejeta’da. En standart olanı The Stables isimli küçük kulübeler. Eğer 6 arkadaş birlikte geliyorsanız müstakil bir ev olan Pelican’da kalabilirsiniz. Ya da sevgilinizle gelecekseniz. Sweetwaters Serena Camp’ta lüks çadır tecrübesini de seçebilirsiniz. Biz kalabalık olduğumuz için gurubumuz bu üç alana yayılıyor. Birbirimize yemeklere, içkiye gidip hepsini görmüş oluyoruz.
2. gün
Göl kenarındaki geleneksel Afrika evi Pelican’nın nefis terasında sabah kahvaltısıyla başlıyor gün. Evde size özel aşçınız ve servis elemanlarınız oluyor. İşe başlarken önce 4’er kişilik gruplara ayrılıyoruz. Bizim grubun başlangıcı “Vahşi Hayata Giriş” ile oluyor. Ol Pejeta hayvanların yerleşimine göre dört bölgeye ayrılmış durumda. İki gün görevimiz Ol Pejeta’da istatistik işinden sorumlu olan Alfred’e 1 ve 4. bölgedeki ot yiyen hayvanların sayımı konusunda yardım etmek. Bu sayım düzenli olarak haftanın üç günü yapılıyor. Bu verilerle önemli tablolar oluşturuluyor. Sayım sırasında tüm gün üzeri açılabilen Toyota ciplerde ayaktayız. Benim elimde dürbün, Seçkin Pirim’de uzaklık ölçer, Ömer Sanda’de pusula ve Ebru Döşekçi’nin elinde kayıt yapılan bilgisayar. Araç yavaş yavaş gidiyor ve herhangi bir hayvan gördüğümüzde duruyoruz. Kayıt ediyoruz. Mesela: 200 metre, 40 derecede Thomson gazelle, 6 adet. 2si dişi. Yanında 2 Buffalo var. İkisi de dişi. Otluyorlar. Otlar orta boy. Saatler süren bu işe sadece bir yemek molası veriyoruz. Akşam uzun yıllardır Ol Pejeta’yı yöneten Richard Vigne ve eşi Sarah’nın evine yemeğe davetliyiz. Bu öyle bir ev ki bahçesine filler oynamaya geliyor. 25 yıldır Afirka’da yaşayan Richard aralık sonunda Ol Pejeta’dan ayrılıyor. İşleri biraz daha büyütüyor, Afrika’nın en önemli kurumlarından ALU School of Wildlife Canservation’u yönetecek.
3. gün
Ücüncü gün aynı işi 2 ve 3. bölgeler için yapıyoruz İlk saatlerde Alfred’e, sık sık “Bu hangi tür gazel’di?”,“Şu karşıdaki zürafa dişi mi, erkek mi?” diye sorarken ikinci günün sonunda daha 1 km’den hepsini şıp diye tanımaya başlıyoruz. İki günde toplam 120 farklı kayıt tutuyoruz. En çok gördüğümüz hayvanlar bufalo (1175), Thomson gazelle (500), impala (300), Grand gazelle (200), fil (45), zürafa (16), beyaz gergedan (12) oluyor. Toplamda ise iki günde 2900 hayvan kayıt altına alıyoruz. Ot yiyenlere alışıyoruz evet ama herkesin aklı elbette et yiyenlerde. Aslan görmek için sabırsızlanıyoruz. Tam akşam yemeğini bitirirken iki kızın akşam yürüyüşüne çıktığı haberi geliyor. Biniyoruz arabamıza yanlarına gidiyoruz. İki kız önde, biz arkada uzun bir yürüyüş yapıyoruz. Ara ara arkalarına dönüp baktıklarında hepimizde yüzler gülüyor.
4. gün
Ekvatordayız. Bu nedenle gün birden doğuyor ve birden batıyordu burada. Sabahları evin terasında oturup gölden su içmeye gelen hayvanları izlemek en büyük zevkimiz. Ama iş beklemez. Günün konusu zebralara takviye gıda vermek. Ol Pejeta’da ciddi bir zebra nüfusu var. Zebralar ve Gravi’s zebralar olarak ikiye ayrılıyorlar. Türleri tehlike altında olanlar Gravi’s’ler. Onları Mickey Mouse’a benzeyen kulakları, karınlarının altının beyaz olmasıyla ayırabilirsiniz. Madem ki doğal ortamlarındalar neden takviye gıdaya ihtiyaç duysunlar ki? Çünkü bufalolar bütün yararlı otları yiyorlar ve Gravi’s’lere yeterli besin kalmıyor. O gün patronlarımız Michael ve Rosaline idi. Bu besleme işini haftada üç gün yapıyorlar. İkisi de Naiorbi Ünivesitesi’nde ‘wild life’ okumuşlar. Birlikte 17 zebra sayıyoruz. Taşıdığımız vitaminli otları yemelerini izliyoruz.
Öğleden sonra ise ekibin kullandığı takip ekipmanlarını kullanmayı öğreniyoruz. Cipin tepesine çıkıyoruz, elimizde takip anteni, sinyal dinleyerek erkek aslanın peşinde dolaşıp duruyoruz. Sonunda buluyoruz yakışıklı oğlanı.
5. gün
OlPejeta’nın takip köpekleriyle tanışma günü 05.00’te başlıyor. Kahvaltı öncesi Morani köpek bölümüne gidip önce 8 kulübe temizliyoruz. Kahvaltı sonrası ise köpeklerin antremanlarının bir parçası oluyoruz. Ömer ve ben silahlı iki korucu eşliğinde 3 kilometre yürüyüp arazide kayboluyoruz. Malum arazide karşımıza her an bir aslan ya da gergedan çıkabilir. Yanınızda silahlı biri olmadan buralarda yürümek akıl karı değil. O sırada Melis ve Eda da bizi aramak için köpeklerle ve diğer korucularla peşimize düşüyorlar. Ama terslik bu ya koruma alanına birilerinin izinsiz girdiğinin ihbarı geliyor. Bizim antreman yarım kalıyor. Köpeklerin oraya gitmesi gerekiyor. Yine de bence tüm haftanın en güzel anları öğleden sonra dokuz yaşındaki Eagles Bay ile iki saati at sırtında geçirmem oluyor. Öğretmenim David, 15 yıldır Ol Pejeta’da atlardan sorumlu. Hemen her gün atla çevreyi dolaşıyor. Şöyle düşünün göz alıncaya kadar bomboş bir ovadasınız ve atın üzerinde yavaş yavaş ilerliyorsunuz. Karşınızda zebralar, yanınızda deve kuşları var. Sizi görünce kafalarını kaldırıp bakıyorlar. Nefis.
6. gün
Ol Pejeta’yı Doğu Afrika’daki diğer koruma alanlarından ayıran ve öne çıkartan özelliği soyu tükenmekte olan beyaz gergedanların çoğunun bu alanda yaşıyor olmaları. Son erkek beyaz gergedan Sudan’ın 2018’de ölümünden hemen önce spermlerinin saklanmış olması bu soyun devamı için son ümit. Altıncı gün sabahı yürüyerek beyaz gergedanlara yaklaşacağız. Yine yanımızda siyahlı korucular. Sonsuzluğun ortasında yürümeye başlıyoruz. Elimizde dürbün karşılaştığımız gergedanları not ediyoruz. Bize eşlik eden korucular her birini ismiyle hatta karakter özellikleriyle tanıyorlar. Bir tarafta kalabalık bir bufalo sürüsü, neredeyse 50 tane. Diğer yanda 4 büyük siyah gergedan. Bizim orada olmamızdan rahatsız olup bize doğru koşmaya başlıyorlar. O sırada koruculardan biri silahını havaya ateşliyor. Minicik bir çalının ardına saklanmış durumdayız. İşte o an, vahşi hayatta her an tetikte olmamız gerektiğini anladığımız an. “Bizi burada istemiyorlar,” diyor korucumuz. Gitme vaktinin geldiğini anlıyoruz. Çok korktuğumu gizleyemeyeceğim. Yine de öğleden sonra ot yinen hayvanların gerekli tuz ihtiyacını sağlayabilecekleri istasyonlara takviye tuz götürme görevimizi de ihmal etmiyoruz. Elimizde kürekler pembe tuzları toprakla karıştırıyoruz.
7. gün
Sona yaklaştıkça nasıl bir organizasyona dahil olduğumuzu çok daha iyi anlıyoruz. Tecrübelere sayısal bilgiler eklemek için Morani Information Center’ı ziyaret ediyoruz. Hemen ardıdan da iki gözünü birden kaybetmiş olan beyaz gergedan Baraka’yı ellerimizle besliyoruz. Üstelik 27. doğum günü o gün. Her gün bizim için ikiye ayrılıyor. Sabah başka bir alanda, akşam başka bir alanda çalışıyoruz. Yedinci günün öğleden sonrası çalılar arasında yürüyüşe ayrılıyor. Sıra kuşları gözlemlemekte. Onlarca kuş çeşidine bakıyoruz dürbünle. Sonra Patrick’in Afrika’nın Kuşları kitabından kontrol ediyoruz gördüklerimizi. Hangi hayvanın hangi otu, neden yediğini konuşuyoruz. Biraz daha ileri gidip fil dışkısı ile gergedan dışkısı arasındaki farklara bile uzanıyoruz. Önemli olan buradaki yaşam döngüsünün tamamını anlamak.
8. gün
Son gün suratlarımız biraz asık. Bir önceki akşam Sudan’ın kaybettiği hayat mücadelesini anlatan filmi izleyip uyuduğumuz için sanırım. Ayrıca artık iyice yorulduk. Günlerdir erkenden kalkıyor ve cidden fiziksel olarak da çalışıyoruz. Hippopotamlar’ın sevdiği nehirden başlıyoruz günün aktivitelerine. Nehir kenarındaki çiçekler, bitki örtüsü ve ağaçlar diğer konularımız. Öksürüğe hangi bitki iyi gelir, yaraları hangisi kolay kapatır gibi konuşmalar eşliğinde saatlerce yürüyoruz. Ardından ver elini şempanzeler. Günlerdir yol kenarlarında ailece gördüğümüz şempanzeleri bu sefer oyun alanlarında izliyoruz. Her ne kadar “deneyim” peşinde olsak da turist olduğumuzu unutmuyoruz ve son gün Ol Pejeta’nın içindeki Ekvator çizgisine, son yıllarda hayatını kaybedenler gergedanlar için yapılan mezarlığa da uğruyoruz. Günlerdir önünden geçtiğimiz ama bir türlü uğramaya fırsat bulamadığımız Morani Restoran’da geç bir öğle yemeği ile Ol Pejeta maceramızı bitiriyoruz.
Gönüllü Turizm’i Nedir?
Son zamanlar seyahat etmeyi yaşam biçimi haline getirenler arasında hızla yayılan bir tarz. Afrika’dan örnek verelim. Bir turizm şirketini arayıp “ben Kenya’ya safariye gitmek istiyorum,” deyip parayı ödemek işin eski yolu. Yeni yönelim Afrika’da sürdürülebilirliği destekleyen bir koruma alanı, bir yardım derneğine bağış yapıp, belirli bir süreyi onlar için çalışarak geçirmek. Bu süre içinde o kurum dünyamız için ne yapıyor, yerel üreticiler nasıl çalışıyor görmeniz mümkün. Hem gerçekten oradaki hayatın içinde oluyorsunuz hem de işe yaradığınızı hissediyorsunuz. Bu tarzın Güney Amerika, ya da Uzakdoğu versiyonlarını da düşünebilirsiniz. Uzaklara gitmek istemeylenler için Anadolu’daki kurumlarla birlikte çalışmak da bir yol. İlk adım nereye gitmek istediğiniz ve nasıl faydalı olabileceğiniz konularına karar vermek.
Fotoğraflar: Ömer Sanda & Ali Ergün