Ordu isteyen AB Balkanlar’a baksın

AB’nin bağımsız güvenlik çabalarını yazan Almanya eski Dışişleri Bakanı, Balkan ülkelerine dikkat çekiyor

Avrupa Birliği’nin içinde “stratejik özerklik” ihtiyacına dair hararetli tartışmalar var. Brüksel’deki AB kurumlarında, Paris ve diğer başkentlerde şu görüş hakim: Küresel siyasi ve ekonomik güç dengesi Kuzey Atlantik’ten yeni bir eksene doğru kayıyor.  Ama Hint-Pasifik bölgesi Avrupa’ya çok uzak. Fransa Pasifik’te bir güç haline gelmek istese bile, artık bunun için gereken kuvvetten yoksun.  18. veya 19. yüzyılda değiliz. 21. yüzyılda Pasifik’teki güçlü bir devlet gerçekten de Fransa’nın denizaşırı topraklarına yönelik saldırgan emeller beslese, Fransa buna karşı etkili bir savunma tesis edemez. II. Dünya Savaşı’nda Japonya karşısındaki İngiltere’ye benzer bir duruma düşer, yani tamamen ABD’ye bağımlı olur.  AB esasen küresel bir güç olmadığı için, küresel güvenlik konusunda istikrarı sağlayacak bir kuvvet de olamaz. AB’nin de karşılaştığı çokça zorluk ve tehdidi var ancak bunlar öncelikli olarak yanı başındaki komşulardan geliyor ve genellikle kendi iç çatışmalarından kaynaklanıyor. Yani AB kendi savunması için hala Amerika’nın güvenlik taahhüdünün inanılırlığına bağımlı... “Stratejik özerlik” tartışması sebepsiz değil. ABD’nin son yıllardaki politikaları bu taahhüdün inanılırlığını sorgulanır hale getirdi. Ama Avrupalılar transatlantik güvenliğe katkı yaparak karşılıklı savunma ilkesini güçlendirmek istiyorsa (bence istemeliler), her şeyden önce kendi muhitlerine bakmaları gerekiyor.  Bugüne kadar AB’nin elinde gerçekten etkili olan bir tek güvenlik politikası aracı vardı: Birliğe katılma vaadi. Ancak 2004 yılında kıtanın doğusunu kapsayan genişlemeden bu yana, Macaristan ve Polonya’daki milliyetçi hükümetlerin yarattığı iç krizlerle uğraşmak zorunda kaldı; her iki ülke de AB hukukunun üstünlüğünü reddederek birliğe doğrudan karşı koydular.  Her halükarda büyüme süreci, sürtüşmeler ve iç reformları yapmadaki beceriksizlik nedeniyle fiilen durdu. AB güvenlik ve dış politika konularında bağımsız bir role kavuşmasını sağlayacak araçlardan kendini mahrum bırakmasına rağmen, “stratejik özerklik” çığırtkanlığına başladı. Buradaki çelişkiyi görmek gerek.  Kosova Savaşı'ndan 10 yıl sonra, 2013’te Hırvatistan AB’ye kabul edildi. Bölgedeki diğer ülkeler söz konusu olunca bu vaatten caymak ya da sonraki katılımları çıkmaz ayın son çarşambasına ertelemek feci sonuçlara yol açabilirdi. Türkiye’nin gerçekten de Avrupa’nın bir parçası olup olmadığı tartışmalı bir konu olarak görülebilir ama Batı Balkanlar konusunda böyle bir tartışma yok. Bölgedeki istikrarsızlığın bütün kıtayı tehdit eden bir tehlike arz ettiğine dair bir şüphe de söz konusu değil. Süper güçler arasındaki yeni rekabetle ilgili dinamikler de var. Rusya ve Çin, AB’ye karşı Balkan kozunu oynama konusunda ne kadar hevesli olduklarını şimdiden göstermiş durumda. AB’nin bölgeye verdiği geçmiş vaatlere duyulan güven buharlaşacak olursa, bunun arkasından agresif milliyetçiliğin hortlaması ve neticede savaşa dönüş koşullarının oluşması muhtemel. Avrupa’nın güvenlik ve dış politikasının kendisini kanıtlaması gereken yer Hint-Pasifik değil, Balkanlar. Üstelik Avrupa’nın buradan yüzünün akıyla çıkması bütün Batı’nın yararına olur. © Project Syndicate
Batıkent metrosunda patlama yaşandı Dervişoğlu'ndan 'Bakırhan'a alkış' sorusuna yanıt: Bahçeli’nin yaptığı hiçbir şey beni şaşırtmaz Bakanlık satışını yasakladı 1 milyon Türk'e serbest dolaşım Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Yetişkin filmi izleyip sıcak çatışmaya giriyorlar