Yaz başında, yeşil enerjiyi daha rekabetçi kılan ve karbona dayalı eski teknolojilere göre maliyetini düşüren büyük teknolojik ilerlemelerin süreçteki katkısından bahsetmiştim. Daha bir süre, maliyetli eski tesislerde elektrik üretmek, yeni yeşil santraller kurmaktan ucuza gelebilir ama yeni enerji yatırımları için bu yeni durumun geçerli olduğu açık.
İklim tartışması artık sadece etkileri azaltma maliyetinden ve bu maliyetin hakkaniyetli, siyaseten makul paylaşımından ibaret değil. Aksine, Nicholas Stern’ün G7’ye sunduğu raporda söylediği gibi, “Sıfır emisyonlara ve iklim konusunda dirençli bir dünyaya geçiş, çağımızın en büyük ekonomik, iş ve ticari fırsatını sunuyor.”
Glasgow’daki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi’ne (COP26) üç haftadan az bir süre kalmışken, yeşil enerjideki olumlu gelişmeler iyimserlik için haklı nedenler sunuyor. Ama ciddi bir şerh düşmek gerekiyor.
Yeşil teknolojilerdeki son ilerlemeleri, emisyon azaltmanın küresel kamu malı (GPG) olma niteliğini azalttığı şeklinde yorumlamak kolaycılık olur. Bu küresel kamu malı atmosferde görülen, insan faaliyetine bağlı sera gazı yoğunluklarındaki azalmalarla ölçülüyor. “Azaltım” (mitigation) çabaları sonucu bu gazların daha az birikmesi, hala hakiki bir GPG olmayı sürdürüyor: Getirdiği yararlarda rekabet yok ve dışlayıcı da değil. Teknolojik değişimler bu gerçeği değiştirmiyor. GPG’ye yapılan “ilave” ise şu: Bir ülkenin kendi azaltımı sonucu toplam sera gazı konsantrasyonunu düşürmesi ile herhangi bir yerdeki belli bir azaltım miktarı aynı global faydayı sağlayacak. Aynı zamanda, yalnız başına yapılan bir azaltım hamlesinin net faydası ülkeden ülkeye değişecek. Geçmişte, teknolojik kısıtlar yüzünden GSYİH açısından net fayda hep negatifte kalıyordu. Şimdi ise birçok ülke için giderek pozitif hale geliyor; bu da yeşil dönüşümü gitgide daha uygulanabilir kılıyor.
İş birliği yapmamak büyük risk
Bu nokta mühim; çünkü Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) son raporunda, kendisi için en kârlı kalkınma stratejisini izleyen ülkelerin toplam performansının, iklim değişikliğini kabul edilebilir seviyede tutmak için gereken küresel azaltıma yetmeyeceği açıkça belirtiliyor. Küresel ısınmayla ilgili zarar ve riskler hem daha büyük hem de daha acil hale geliyor; dolayısıyla etkilerinin kapsamı ve değişkenliği de giderek artıyor. Özellikle, iklim değişikliğiyle doğrudan bağlantılı olan aşırı hava olaylarının sıklık ve şiddetinde ciddi yükseliş var. Dahası, tehdidin bu kadar yakın olması, eski santrallerin bir an önce devreden çıkarılması gibi azaltım çabalarına en baştan itibaren azami çaba gösterilmesini şart koşuyor.
Her ülke kendisine uyan kalkınma stratejisini seçecek olursa, işbirliğine dayanmayan bu yaklaşımın sonucunda emisyon seviyeleri kabul edilemeyecek kadar riskli seviyelere ulaşır. Teşvik sorunu ortadan kalkmış değil. Birçok ülkede teknolojinin azaltım üzerinden giderek daha fazla pozitif ekonomik kazanıma imkan vereceği doğru. Ama bu ülkeler, küresel yararları kendi maliyet-fayda hesaplarına dahil etmeleri halinde göz önüne alacakları yoğunluk ve aciliyette bir azaltım motivasyonuna sahip olmayacak.
Bu yüzden, ülkelerin emisyon azaltma çabalarından net ekonomik yarar sağlaması olumlu bir gelişme olsa da ideal küresel çözüm için her ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşıladığı senaryodan daha fazla ve daha hızlı azaltım gerekecek. Aslına bakılırsa, son IPCC raporu ulusal stratejilerin toplamı ile küresel açıdan optimal yaklaşım arasındaki farkın daha da açıldığını gösteriyor.
Maliyet-fayda analizi yetmez
Yeşil enerjinin kârlı olduğunun kabulü belli bir iyimserlik getiriyor ama IPCC raporu, bu iyimserliğin ayaklarının yere basmasını sağlamalı. İklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya dönük yeterli teşviklerin sunulması ve tüm ülkeleri uzun vadede kâr getirecek büyük yeşil yatırımları yapmaya itecek mali kaynakların seferber edilmesi adına çok taraflı çabalara duyulan ihtiyacın geniş çevrelerce kabulünü sağlamalı.
Teşviklere gelince, karbon fiyatlandırması iyi bir itici güç olabilir; belli bir tarihten sonra içten yanmalı motorlu otomobil üretiminin yasaklanması gibi düzenlemelerle birlikte, beklentileri belirleyip yatırımlarda gerekli olan değişimi yönlendirebilir.
Yeni iklim anlatısının maliyet-fayda analizlerinden bağımsız bir boyutu var: Dünyanın her yerinde sivil toplumun etik kaygılara dayalı iddialı iklim politikalarına verdiği destek artıyor. Bu destek, halen ihtiyaç duyduğumuz, iş birliğine dayalı çözümlerin uygulanmasını kolaylaştırmalı.
Dünyanın geleceği için feragat
Gezegeni içindeki tüm canlı türleri ve biyoçeşitlilik ile birlikte şu an olduğu haliyle korumak, birçokları için mutlak bir etik zorunluluk. Gelişmiş ülkelerdeki yeşil hareketlere dahil olan birçok insan, kendi memleketlerinde azaltımın en baştan itibaren azami şekilde uygulanmasını desteklemekle kalmıyor, gelirlerinin bir miktarının yoksul ülkelerdeki yeşil geçişin finansmanına tahsis edilmesine de hazır görünüyor. Böyle bir amaç için kaç kişinin ne kadar paradan vazgeçeceğini kestirmek mümkün değil ama iklim etiği özellikle gençler arasında kayda değer bir siyasi güç haline geldi. Bu durum, hızlı azaltım tedbirlerini destekleme adına gelişmekte olan ülkelere kaynak aktarımı da dahil, ihtiyaç duyulan iddialı iklim politikalarını mümkün kılmalı. Popülist milliyetçiliğin hortladığı bir çağda, yeşil enternasyonalizm giderek güçlenen bir denge unsuru olabilir. COP26 Zirvesi bu tavrın güncel ağırlığına dair anlamlı bir gösterge sunacak. •
© Project Syndicate