Trump’ın zaferi popülist liderleri cesaretlendirecek
ABD seçimlerinde büyük zafer kazanan Trump hiç vakit kaybetmeden kolları sıvadı. Birbiri ardına sistemi kökünden sarsan atamalar yapıyor. Hikaye esas şimdi başlıyor…
Şirin Payzın /
New York
ABD’de hikaye asıl şimdi başlıyor
ABD seçimleri bitti. Trump büyük zafer kazandı. Ancak hikaye esas şimdi başlıyor. Seçimin sonucunu, nedenlerini ve niçinlerini konuşmaya ,tartışmaya daha uzun zaman devam edecekmişiz gibi görünüyor. Demokratlar şokta. Demokrat seçmenler küskün. Trump karşıtı medya ABD’yi nasıl büyük bir felaketin beklediğini anlatmaya devam ediyor. Trump ise zaferinin ardından hiç vakit kaybetmeden kolları sıvadı. Bir biri ardına sistemi kökünden sarsan atamalar yapıyor. Kimin ne dediği, anayasa, siyasi gelenekler umurunda değil. Seçimden önce konuştuğum siyaset yorumcuları, Trump’ı takip eden gazeteciler eğer seçilirse kendisine kayıtsız şartsız sadık isimleri kilit pozisyonlara getireceğini söylüyorlardı. Dedikleri oluyor. Seçim bağışını yüz milyon doların üzerine çıkaran sadık destekçisi Elon Musk’a yönetimi denetleme görevini , sadık kanal Fox televizyonun ekran yüzüne Savunma Bakanlığı’nı verecek kadar sınır tanımayacağını gösterdi. Yerleşik devlet sistemini, yargı düzenini zorlamaya kararlı. ABD’de teamüllere göre Başkan herhangi bir kişinin yargılanması için talimat veremiyor. Daha doğrusu veremiyordu. Trump bunu da değiştirmekte kararlı. Kendisine dava açan savcılardan öç almaktan bahsediyor, bürokrasiyi hainlerden , teröristlerden temizleyeceğini açıklıyor, derin devletin bitirme sözü veriyor. Devletin güvenlik birimlerinden “ kirli ,yolsuz, başa bela olanları ” temizleyeceğini, kendisine sadık olmayan bürokratları atacağını iddia ediyor. Ne kadarını yapabilir? Zaman gösterecek. Ama seçimlerde topladığı güç, pek çok şeyin eskisi gibi kalmayacağını bize gösteriyor. Başkanlık sisteminin olmazsa olmazı denge ve denetlemenin ortadan kalktığı , keyfi ve anti demokratik uygulamaların konuşulacağı günler ufukta.
New York ‘da ki finans dünyasının, yatırımcının nabzına bakarsak işte orada nabız normal atıyor. Trump’ın ABD ekonomisine iyi geleceğini düşünenlerin kimi açıkça, kimi ise utangaç cümlelerle geleceğe pozitif baktıklarını söylüyorlar. Gündemlerinde demokratik sistem krizi değil ekonomiye çok iyi gelecek, çılgın projeleri olan , biraz deli dolu ama en azından pragmatik ve karizmatik liderin ekonomiye nasıl bir gaz vereceği var. İş dünyasında endişe yok . Çünkü tek adam rejimi , kontrolsüz bir yönetim ne anlama geliyor henüz tecrübe etmediler. İş dünyası kadar ülkedeki iş gücünü oluşturan göçmenler de demokrasi elden gidiyor gibi bir endişeye sahip değiller çünkü bir numaralı endişeleri işleri ve düzgün yönetilecek ekonomi.
ABD’nin demografik dağılımı değişiyor dolayısıyla demokratik talepler, gelenekler , yerleşik düzenden beklenen de eskisi gibi değil. Texas’ta petrol arama işinde çalışan Meksikalıdan , Chicago’da Gazze için eylem yapan Filistinliye, kadın tacizine dur diyen Mee to hareketinin erkek aktivistinden, Iowalı kadınlara inanılmaz geniş yelpazede ve demografiden oy alan Trump göçmen sorununu bitirsin diye olabilecek en radikal ismi , aileleri ayırmaktan , çocukları ailelerinden koparmaktan bahseden Tim Holan’ı “kitlesel sınırdışı “ programının başına getirdi. New York’un en şık caddelerinden Madison ‘da bir zamanların en lüks, en elit mekanı Roosevelt Otel modern zamanın Elis adası haline gelmiş, her gün binlerce yeni göçmen ölümle yaşam arasında soluğu bu otelde alıyor.
Kapıda görevli Muhammed 18 katlı otelde Ukrayna’dan Afrika’ya, Meksika’dan Suriye’ye binlerce göçmenin çoluk çocuk barındığını anlatırken “ Trump mümkün değil göçmenleri sınır dışı edemez. Ülkede iş yapacak adam kalmaz dese de endişeli bekleyişin olduğunu söylemeden de edemiyor”.
Kapitalizmin merkezinde utanç anıtı gibi yükselen Roosvelt oteli, San Francisco sokaklarında çadırlarda yatan binlerce evsiz, Trump’ın Amerika’yı yeniden şahlandırmasını , savaşları sona erdirmesini bekleyen milyonlarca seçmen.
Peki demokratlar bundan sonra ne yapacaklar ? Nerede hata yaptılar? Hangi değişimi göremediler? Demokratların hatalarından çıkarılacak çok ders var. Popülist liderlere karşı seçim kazanmak istiyorsanız ne yapmanız ya da neleri yapmamanız gerekiyor New York Üniversitesi Tarih bölümü öğretim Üyesi Doçent Ayşe Baltacıoğlu Brammer ile konuştuk.
New York Üniversitesi Tarih ve Ortadoğu-İslam Araştırmaları Bölümlerinden Yardımcı Doçent Ayşe Baltacıoğlu-Brammer ile Trump’un zaferini ve bu seçimin bize öğrettiklerini konuştuk. Okurken Türkiye’deki seçim dinamiklerine dair de benzerlikler bulacaksınız. Popülist liderler nasıl kazanıyor? Kendini solda, sosyal demokrasi tarafında tanımlayan partilerin hataları neler? ABD seçimlerinde bunun izlerini sürdük.
Bir adım geri çekilip baktığınızda bBir tarihçi olarak bu seçimin siyasi tarihe geçen sonuçları neler?
Herkes, seçimin sonucunun birbirine çok yakın olmasını bekliyordu. İki partiden de büyük bir zafer beklentisi yoktu. Hem adaylar hem de medya ve siyasi yorumcular, başa baş bitecek bir seçim havası yaratmıştı. Ancak sonuç büyük bir sürpriz oldu. Trump, ezici bir zafer elde etti. Kimse bu kadar büyük bir farkla kazanacağını öngörmüyordu.
Trump’ın zaferini incelediğimizde, toplumun farklı kesimlerinde ve çeşitli demografilerde Kamala Harris’e kıyasla çok daha iyi bir performans sergilediğini görüyoruz. Beyaz seçmenlerden siyah seçmenlere, Latin Amerika kökenlilerden Arap kökenlilere, Meksikalılardan Amerika’nın yerlilerine kadar geniş bir yelpazede oylarını önemli ölçüde artırdı. Hangi toplumsal gruba bakarsanız bakın, beklenenden daha fazla destek kazandı. Öte yandan, Kamala Harris’e baktığımızda yalnızca senede 100 bin dolardan fazla kazananlar arasında performansını bir önceki seçimlere göre artırdığını görüyoruz. Bu durum, Demokratların gerçeklerden koptuğunu ve halkın gündeminden giderek uzaklaştığını gösteriyor. Demokrat Parti, elitlerin ve zenginlerin partisi olarak görülme imajından kurtulamadı.
Şahsen Demokratların elitlerin partisi olduğunu düşünmüyorum; ancak maalesef bu imajı değiştirmek için yeterince çaba göstermediklerine inanıyorum. Bu seçim, Demokratlar için adeta bir “uyandırma zili” işlevi gördü. İnsanlar “Benim için en önemli mesele ekonomi ve göç” diyorsa, bunu dikkate almak ve dişe tırnağa dokunur politikaları toplumun geneline hitap edecek bir şekilde tanıtmak zorundasınız. Siz ne derseniz deyin, ekonomik göstergelerin olumlu olduğunu savunsanız da eğer insanların evde hissettikleri, markette ya da pazarda deneyimledikleri sizin söylediklerinizle uyuşmuyorsa, onları daha somut konuşmalar ve programlarla ikna etmek zorundasınız. Harris, bunu başaramadı, devamlı adını “opportunity economy" koyduğu bir şeyden bahsetti ama altını dolduramadı.
Suç siz de kimde ?
Suçlu Harris mi? Açıkçası, asıl suçun Biden’da olduğunu düşünenlerdenim. Çekilmekte geç kalması, büyük bir bencillik örneğiydi. İlk başta sadece bir dönem görev yapacağına dair söz vermişti, ancak bu sözünü tutmadı. Kamala Harris’ten ise çok kısa bir sürede harikalar yaratması beklendi. Harris başlangıçta oldukça iyi bir çıkış yaptı, çünkü Biden halk tarafından pek sevilmiyordu ve onun yerine kim geçse başlangıçta büyük bir destek alacaktı. Kamala Harris de bu desteği kazandı, ancak sonrasında bu desteğin altını doldurmayı başaramadı.
Teni koyu kadın Başkana Amerikan halkı hazır mıydı sizce ? Siyah erkek seçmen oy vermedi örneğin.
Amerikan toplumunun ataerkil ve ırkçı tarihini hepimiz biliyoruz. Elbette bu durum şimdi elli-100 yıl öncesine göre oldukça değişti, ancak kadın ve erkek eşitliğinin tam olarak sağlandığını söylemek de mümkün değil. Harris’in kadın olması bir etken olabilir, fakat başarısızlığını yalnızca bu nedene bağlamak yeterli olmaz. Örneğin, Kongre’ye seçilen kadın adaylara baktığımızda, Harris ile aynı partiden yarışıp onun aldığı oydan daha fazlasını alan kadınlar var. Ayrıca, kürtaj hakkının korunması için oy verip ardından başkanlık seçiminde Trump’a destek veren bir kitle de mevcut. Bu durumlar, Harris’in seçim kaybını yalnızca kadın ya da siyahi olduğu gerekçesiyle açıklamanın yetersiz olduğunu gösteriyor.
Kimlik politikaları konusunda ne düşünüyorsunuz? Ne kadar etkili oldu bu seçimde ?
Demokrat Parti içindeki kimlik politikalarını en öncelikli mesele haline getiren bir kesimin, toplumun büyük bir bölümünü yabancılaştıracak kadar aşırıya kaçtığını düşünüyorum. Bazen öyle detaylarla uğraştılar ki, örneğin çocuklar için bir etkinlik düzenlenecekse "kardan adam mı diyelim yoksa kardan insan mı?" gibi konular bir mesele haline geldi. Sokaktaki insanlar da dönüp "Senin derdin bu mu? Benim derdim ekonomi, işsizlik," der oldular.
Elbette "kardan insan" denilsin diye uğraşanlar aynı zamanda yoksulluğun bitmesini, ırkçılığın sona ermesini, cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını ve temel hakların korunmasını istiyorlar; fakat aşırı ve abartılı söylemler ortaya çıktığında, bu önemli mücadele etkisini yitiriyor. Sokaktaki insana bu meseleyi anlatmakta zorlandılar ve üstten bir dil kullandılar. Dili değiştirmek, anlatımı sadeleştirmek ve mesajı tabana yaymak gerekiyor. Aksi halde ben "Param yok" diyorum, sen "Kelimeleri tartışalım" diyorsun. Bu da zaten bu hassas konulara mesafeli olanları daha da uzaklaştırdı.
Demokratların en büyük hatası, sınıf ayrımına, gelir adaletsizliğine odaklanmak yerine, sınıf kavramını bir kenara bırakıp meseleleri sadece cinsiyet, etnik köken ve din ekseninde tartışmaya yönelmek oldu. Bu durumda, temel ekonomik sorunlara odaklanmadan toplumsal sorunları çözmek mümkün olmuyor. Sınıfı mefhumunu gözardı ederek ilerleme sağlanmıyor.
Türkiye’de de benzer durum yaşanmadı mı?
Evet, aynen yaşandı. Uzun bir süre AKP tabanını "göbeğini kaşıyan adam" olarak nitelendirdiler. Benzer şekilde, Amerika’da da Trump seçmenine otomatik olarak "ırkçı" damgası vuruluyor. Ancak bu seçmen kitlesi, en azından büyük bir kısmı, "Irkçı olduğum için değil, ekonomiden şikayetçiyim, göçmen politikalarında daha somut çözümler istiyorum, bu yüzden Trump’ı destekliyorum" dediğinde “hayır, beyaz ve ırkçı olduğun için oy verdin” deniliyor. Sonuçta ortada bir diyalog kalmıyor; herkes kendi köşesinde konuşur oluyor.
Başka hatası neydi Kamala Harris’in ?
Seçim kampanyasında, Liz Cheney gibi bazı Cumhuriyetçileri öne çıkarması ve "Benim de silahım var" gibi aslında kendi tabanına hitap etmeyen, tuhaf beyanatlarda bulunması, onun siyasi duruşunu sağlamlaştırmak yerine zayıflattı. Soldan merkeze kayma çabası, bu tür hamlelerle kendi seçmen kitlesinde hoşnutsuzluk yarattı ve sonuç olarak başarısız bir stratejiye dönüştü zira karşı takımdan da kimseyi ikna edemedi. Bu tür adımlar, seçmenleri etkilemek yerine, politik duruşunun netlikten uzak olduğu algısını güçlendirir diye düşünüyorum. Benzerini son genel seçimlerde Türkiye’de yaşadık.
Göçmen sorunu ciddi bir başlık. Amerika’da çalışan göçmenler Trump’a oy verdiler. Meksika’ya sınırı olan eyaletlerde Trump çıktı sandıktan. Kamala Harris’in petrol arama işine karşı olması işimizi kaybeder miyiz korkusunu getirdi.
Evet, aynı durum pek çok eyalatte yaşandı. Göç meselesi burada çok önemli. Göçmen kökenli insanların neden Trump’a oy verdiklerine şaşırmamak lazım. Latin Amerika kökenli, İspanyolca konuşan insanlar, Amerika’da beyazlardan sonra en büyük etnik grubu oluşturuyor; hatta siyah Amerikalılardan bile daha fazlalar. Fakat bu kişilerin çoğu artık yeni göçmen değil. Geldikleri ülkeyle bağları yalnızca yedikleri yemek ve konuştukları dil gibi kültürel unsurlarla sınırlı. Dolayısıyla, bu insanlardan klasik göçmen davranışları bekleyemezsiniz.
Birçok kişi, sınırdan geçen insanların yaşadığı zorlukları düşünmeden, onlardan "Ben başardım, herkes başarabilir" demesini bekliyor. Ancak gerçekçi olmak gerekirse, birçoğu "Ben geldim, başkası gelmesin" diyor. Bunun nedenini anlamayan üst orta sınıf ya da elit kesim, göçmen kökenli birinin nasıl Trump’ın göçmen karşıtı politikalarını destekleyebileceğine şaşırıyor.
Sandığa gitmeme tercihi de fazlaydı.
Biden’ın geçtiğimiz seçimde aldığı oy sayısıyla bu seçimde Kamala Harris’in aldığı oy sayısı arasında belirgin bir fark var. Demokrat seçmenlerin çoğu, elbette Trump’a oy vermedi; ancak bir kısmının sandığa gitmediğini düşünüyorum. Gidenlerin pek çoğu da ben gibi oy kullanırken içlerinde tam bir destek hissi olmadan oy verdi. Bu durum, Demokrat Parti’nin kendi tabanını yeterince motive edemediğini ve seçmenlerinin güvenini tam anlamıyla kazanamadığını gösteriyor.
Trump’ı Erdoğan dostum diye kutladı. Orban şampanya patlattı. Marine Le Pen, Alman aşırı sağ lideri Alice, Ardı ardına popülist liderler kazanıyor. Bir tarihçi olarak dünyanın durum hakkında nasıl bir okumanız var?
Gidişat iyi değil, ancak "bittik, mahvolduk" diyenlerden de değilim. Fakat şu gerçeği net bir şekilde görmemiz gerekiyor: Ortada büyük bir açık var, karşılanmamış bir ihtiyaç söz konusu. Dünyada, özellikle Amerika’da ve Türkiye’de, ciddi bir gelir adaletsizliği mevcut.
Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum her geçen gün daha da büyüyor; para mevhumu toplumun geniş kesimleri için neredeyse anlamını yitirmiş durumda. Amerika’nın en zengin 200 kişisinin elindeki servet, yüzyıllarca saysanız bitmeyecek kadar büyük. Buna karşın, geniş bir kesim geçmiş nesillere göre çok daha zor şartlarda yaşıyor.
Örneğin, birçok kişinin anne ve babası kendi evini 30lu yaşlarda alabilmişken, kendileri bugün kira ödemekte zorlanıyor. Üniversitelerde okuyabilmek için anne-babalarına kıyasla çok daha büyük meblalı borçların altına girip bu kredi borcunu ödemek için yıllarca çalışmak zorunda kalıyorlar. Burada büyük bir sorun var. Bu sorun, yalnızca bireysel zorlukları değil, toplumsal dengesizlikleri de beraberinde getiriyor.
Bu sorunu kendisi hem çok zengin hem de hakkında dosyalarca yolsuzluk iddiası olan Trump’ın çözmesini mi bekliyorlar?
Hayır, elbette Trump bu sorunu çözemeyecek. Ancak insanların duymak istediklerini daha etkili bir şekilde ifade etti. Harris’in ekonomik programı kimseyi ikna edemedi, insanların kaygılarını gideremedi. Üstelik Harris’e "Biden’dan daha farklı ne yapacaksınız?" diye sorulduğunda, en fazla izlenen televizyon programlarından birinde "Aklıma bir şey gelmiyor" dedi. Böyle bir şey olabilir mi? Bu yanıt, birçok seçmenin güvenini sarsarak Demokratların halkın ihtiyaçlarına karşı duyarsız olduğu algısını pekiştirdi.
Trump’ın seçilmesi popülist liderleri daha da güçlendirecek gibi görünüyor.
Bu duruma kimlerin sevindiğine bakmak gerek, çünkü burada tablo oldukça net. Trump’ın zaferi, otoriter eğilimli ya da popülist söylemleri benimseyen liderlerin kendi pozisyonlarını daha güçlü hissetmelerine yol açıyor. Dünya genelinde benzer bir çizgide siyaset yapan liderler, Trump’ın yeniden sahneye çıkmasını kendi politikalarına verilen bir destek olarak yorumluyor olabilirler. Bu, onların milliyetçi ve halktan yana görünme çabalarını daha da cesaretlendirebilir. Trump’ın zaferi, dünya çapında popülist dalganın yenilenmesi ve bu liderlerin kendi ülkelerinde daha fazla cesaret bulması anlamına geliyor.
Özellikle göç, ekonomik eşitsizlik ve küreselleşme karşıtı söylemlerle öne çıkan popülist liderler, Trump’ın seçilmesini kendi politikalarını haklı göstermek için kullanacaklardır. Bu durum, uluslararası siyasette daha fazla kutuplaşmaya ve iş birliğinden uzak bir yaklaşıma neden olabilir. Kısacası, Trump’ın seçilmesi yalnızca Amerika’daki değil, dünyadaki siyasi dengeleri de etkileyen bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor.
Ortada imparatorluk hayalleri kuran çok popülist lider var. Özellikle onlar herhalde . Tarihçi olarak bu dönemi nasıl analiz edersiniz?
Derslerimde de bu konuyu tartışıyoruz. İmparatorluk nedir? İmparatorluk sadece 19. yüzyıla kadar gördüğümüz ve sonrasında ortadan kalkan bir kavram mıdır, yoksa Amerika gibi ülkeler bugün hâlâ bir imparatorluk olarak değerlendirilebilir mi? Amerika’nın, imparatorlukların dili ve tarihsel yaklaşımlarını kullanarak küresel sahnede işlerini yürüttüğünü düşünüyorum; bu yüzden, ABD'yi aslında bir imparatorluk olarak değerlendirebiliriz. Bu yaklaşım, günümüzde "imparatorluk" kavramının nasıl yeniden tanımlanabileceği üzerine de önemli sorular ortaya koyuyor.