Yangın ve sellerin sıklaşacağı Türkiye, iklim değişikliği direncine daha fazla yatırım yapmalı. Ancak ülke bu yatırımları mümkün kılacak uluslararası finansmandan yoksun. Yine de yenilenebilir enerji kapasitesini 10 yılda üç katına çıkarmayı başardılar. Fakat bu çaba da çoğu zaman hafife alınıyor
Son haftalarda Akdeniz’i esir alan orman yangınları Türkiye’nin güney kıyılarını yıllardır görülmemiş bir yıkıma uğrattı. 300’ü aşkın yangında geçmiş yıllardaki ortalamanın neredeyse dokuz katı büyüklüğünde alan yanarken, alevler ilk günlerde yangınla mücadele ekiplerini zor durumda bıraktı. Uzak yakın birçok bölgeden destek teklifi geldi. Bölge halkının yaşadığı dramı herkes gördü. Sekiz kişi hayatını kaybederken Antalya, Muğla, Aydın, Isparta ve Denizli’de yerleşim yerlerine yaklaşan alevler sebebiyle on binlerce kişi tahliye edildi. Manavgat, Marmaris ve Bodrum gibi turistik bölgeler, Covid-19 salgını ve buna bağlı global seyahat kısıtlamaları yüzünden hâlihazırda büyük darbe almıştı; yangınlar olumsuz ekonomik gidişatın üzerine tuz biber ekti. Çevresel kayıplar da iç parçalayıcı. On binlerce çiftlik hayvanı ve ağaç telef oldu; çam ormanlarının ve zeytinliklerin etrafında oluşmuş narin ekosistemler büyük ölçüde yok oldu. Muğla yöresinde çam balı üreten arıların habitat ve ekosistemleri mahvoldu; arıların geri dönmesi on yıllar sürebilir. Olağan dışı orman yangınlarına yol açan koşulların hepsi iklim değişikliğiyle bağlantılı. Kuzeydoğu Akdeniz’deki ortalama sıcaklıklar 1990’lardan bu yana istikrarlı biçimde yükseliyor; bu da şiddetli sıcak hava dalgalarına yol açıyor. En son sıcak hava dalgası 1980’lerden bu yana en yakıcı sıcakları getirdi; ayrıca ülkede 1961’den beri görülen en yüksek sıcaklık ölçüldü. İki yıldır güney kesimlerde yağış miktarının azalmasından kaynaklanan kuraklık, toprağı susuz bırakmış durumda. Türkiye’nin güneyindeki yangınlar söndürülürken, kuzeyde ise başka bir iklim felaketi yaşandı. Sel riskinin yüksek olduğu Karadeniz Bölgesi’ndeki aşırı yağışlar ani taşkınlara ve toprak kaymasına sebep oldu. Kastamonu, Sinop ve Bartın’da onlarca kişi öldü, çok sayıda insan kayıp; binalar ve köprüler yıkıldı. Doğu Akdeniz’de iklim değişikliği yüzünden sıcaklık yükseliyor, yağışlar dengesiz biçimde artıp azalıyor; dolayısıyla sıcak hava dalgalarının daha da ısınması ve yangın mevsiminin dört haftadan altı haftaya uzaması bekleniyor. Aşırı yağışlar daha sık görülebilir. Kısacası, Türkiye’de yangın ve seller sıklaşacak gibi görünüyor.
İklim kararsızlığı
Türk yetkililer bölgenin iklim değişikliğinden en çok etkilenen yerlerden biri olduğunun, üstelik öncelikli olarak tarım ve turizm sektörlerinin etkilendiğinin farkında. Son yangın ve seller durumun ciddiyetini daha da net biçimde ortaya koyuyor; uyum sağlama kapasitesine ve iklim değişikliği direncine daha fazla yatırım yapılması gerekliliği ortada. Ancak Türkiye bu yatırımları mümkün kılacak uluslararası finansmandan yoksun. Ülke, kişi başına GSYİH bakımından dünya ortalamasının altında bulunmasına ve tarihi karbon emisyonunun sadece yüzde 0.6’sından sorumlu olmasına rağmen, yaklaşık 30 yıl önce Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde (UNFCCC) geçiş ekonomileri arasında tanımlandığı için, uluslararası iklim finansmanına erişemiyor. UNFCCC’nin yaptığı tanımlama Türkiye’nin süregelen iklim açmazının temelini oluşturuyor. Bahreyn, Çin, Malezya, Arjantin ve Şili gibi, kişi başına GSYİH’nin daha yüksek ve kıyaslanabilir olduğu ülkeler iklim finansmanından yararlanabilirken, Türkiye haksız yere bu imkânın dışında bırakıldığını düşünüyor. Yine de iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik küresel çabalara ve sürdürülebilir kalkınmaya geçiş sürecine katkıda bulunma ihtiyacı hissediyor. Türkiye bu ikilemi çözmek adına bizzat finanse ettiği ve ulusal çıkarlara öncelik veren iklim tedbirlerine yöneldi. 2015 Paris Anlaşması’nda Türkiye’nin de imzası vardı; ama iklim finansmanına duyduğu acil ihtiyaç sebebiyle, anlaşmaya verdiği onayı pazarlıklarda koz olarak kullanmak için beklemeye aldı.
Bir taşla iki kuş peşinde
Artan enerji talebi, enerji ithalatına bağımlılığı ve yenilenebilir enerji potansiyeli düşünüldüğünde, Türkiye iklim tedbirleri arasında beklendiği gibi enerjiye odaklandı ve bu sektörde etkileyici bir ilerleme kaydetti. 10 yıl gibi kısa bir sürede su gücü, güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam elektrik üretimi içindeki payı yüzde 17’den 46’ya çıktı. 2023 için belirlediği yenilenebilir enerji hedefine beş yıl öncesinden varmakla kalmadı, güneş, rüzgar ve jeotermal enerji kapasitesini 10 yılda üç katına çıkardı; bu kapasitenin 2020’lerin sonuna kadar her yıl yüzde 10 artması bekleniyor. Türkiye ayrıca 2023 itibariyle enerji tüketimindeki büyümeyi de yavaşlatma yolunda ilerliyor. Bölgeye bakıldığında, Fas ve Suudi Arabistan – bugün için en iddialı yenilenebilir enerji hedefine sahip olan iki Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) ülkesi – 2020’lerin sonuna kadar elektrik üretimlerinin yarıdan fazlasını yenilenebilir kaynaklardan sağlamayı amaçlıyor. Birleşik Arap Emirlikleri de yüzde 44’lük bir orana ulaşmayı planlıyor; ama onlar bu hedef için yüzyıl ortasını işaret ediyor.
‘Sıfır atık’ gündemde yok
Yine de MENA içindeki komşularına kıyasla Türkiye’nin yenilenebilir enerjiye dönük çabası çoğu zaman hafife alınıyor. Yorumcular genellikle Türkiye’nin Paris Anlaşması dahilindeki mütevazı taahhütlerini yerine getirme gayretini görmezden gelip, anlaşmaya onay vermemesine vurgu yapıyor. Benzer şekilde, Türkiye’nin 2023 yılına kadar yedi milyar yeni ağaç dikmeyi kapsayan iddialı ormanlaştırma planı ve başarılı Sıfır Atık Projesi de yurt dışında nadiren gündeme geliyor. Türkiye’nin çevre konusundaki çabalarının bu derece görmezden gelinmesinde kendi kabahati de var. Doğal gaz ithalatını sona erdirmek için kömür kaynaklı elektrik üretimini artırması ve Avrupa’ya yapılacak doğal gaz ihracatının merkezlerinden biri olma hedefi, Türkiye’nin çevresel değil jeopolitik kaygılara öncelik verdiğinin iki örneği. Birçok uzman, Türkiye güneş enerjisi maliyeti bakımından dünyanın en avantajlı yerlerinden biriyken, Karadeniz ve Akdeniz’de doğal gaz arama çalışmalarının sürdürülmesine anlam veremiyor. Türkiye’nin enerji dönüşümünü yerel medyaya yansıtma biçimi de gerekli payeyi görmesini engelledi. Yapılan çalışmalar karbon emisyonlarını azaltan temiz kaynaklara geçiş olarak değil, enerji bağımsızlığına yönelik bir hamle olarak sunuluyor. Ama zaman Türkiye’nin aleyhine işliyor. 2017 itirabiyle iklim kaynaklı ekonomik zararın 2 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Ülkenin yaşadığı ikilem daha da karmaşık hale gelecek gibi; çünkü iklim değişikliğinin bazı etkileri, gidişatı körükleyen kısır döngülere yol açıyor. Türkiye’deki yangınlar sırasında çıkan dumanın yol açtığı milyonlarca ton karbondioksit emisyonu, Filistin’in toplam yıllık emisyonuna eşit. Azalan yağışlar barajlardaki elektrik üretimini azalttığından, fosil yakıta yönelim artıyor.
Başarının tek yolu birlik
Türkiye bildiği yolda yalnız ilerlemeyi sürdürebilir; ama iklim sorunlarını aşmak için mümkün olan her desteği alması ve her ortaklığı oluşturması gerekiyor. Türkiye’nin tek ihtiyacı uluslararası finansmana daha fazla erişim veya Avrupa Birliği ile daha fazla iş birliği değil; aynı iklim riskleriyle karşı karşıya olan Doğu Akdenizli komşularıyla dayanışmayı da artırması gerekiyor. Yeni kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu, çatışmalarla ayrışan bölgenin aslında ortak çıkarlar için iş birliği yapabileceğini gösterdi. Dayanışmanın kapsamı, müşterek iklim sorunlarını çözmeye yönelik bir ortaklığı içine alacak şekilde genişletilebilir. Avrupa Birliği’nin doğal gaz alımına dönük ilgisi giderek azalıyor. Bu şartlarda, Forum AB’ye doğal gaz ihracatına odaklanmak yerine faaliyet alanını temiz enerji, su ve tarım gibi sektörlere genişletirse daha kritik bir rol oynayabilir. Ayrıca Türkiye, Suriye ve Lübnan gibi ülkeleri bünyesine katması halinde daha etkili ve kapsayıcı bir bölgesel organizasyona dönüşebilir. Özellikle Türkiye sadece kendi coğrafyasını kullanarak değil, yenilenebilir enerji ve su yönetimi alanlarındaki deneyimini paylaşmak suretiyle de foruma pozitif katkı yapabilir. Türkiye ve Yunanistan alevlerle mücadele sırasında destek için yüzünü dost ve komşularına dönmüşken, kaynakların bir araya toplanması ve bilgi paylaşımı Doğu Akdeniz’deki herkesin yararına olur. Hatta yangın ve iklim değişikliğine karşı birlikte mücadele etmek, eski hasımların farklılıkları bir kenara bırakmasını, karşılıklı güven tesisini, hatta bu kadim ve güzel bölge için bir sürdürülebilir kalkınma rotası belirlenmesini mümkün kılabilir. * Makalenin orijinalinehttp://www.aljazeera.com/opinions/2021/8/20/burning-forests-and-burning-coal-turkeys-climate-conundrum adresinden ulaşabilirsiniz.