Tecrübeli gazeteci Max Hastings, 11 Eylül’ü takip eden günlere odaklanan bir makale kaleme aldı. İşte Bloomberg’de yayımlanan o yazının bazı bölümleri: 11 Eylül’ü takip eden aylarda, ABD’nin savaş ağaları, Amerika’nın gücüne kıyasla El Kaide ile ilişkilendirilebilecek ve vurulması güvenli hedeflerin ne kadar yetersiz olduğundan şikayet ediyordu. Dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, “Vuracak bir şeyimiz olmalı… Vurulacak çok fazla El Kaide hedefi yok” diyordu. Rumsfeld ile beraber Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve birkaç kişi, hedeflerini genişletmek için ölümcül çağrıda bulundular: Amerika’nın düşmanlarını yok etmek ve Müslüman dünyanın büyük bir bölümünde hegemonyasını güvence altına almak. Ardından neler olduğunu tekrar tekrar yazmaya gerek yok. İngiliz ordusunun o dönemki komutanı General Sir Mike Jackson’ın 2002 sonbaharında, İngiliz kuvvetlerinin de katılacağı Irak işgalini planlamak için Washington’da yapılan toplantıdan döndükten sonra yaptığı konuşmayı hiç unutmuyorum. Jackson kısa ve öz bir şekilde şöyle diyordu: “Bağdat’a gitmek işin kolay kısmı. Ama Amerikalıların daha sonra ne yapacaklarına dair hiçbir fikirleri yok.”
Aşiretleri çözemediler
Hem Afganistan’dan hem de Irak’tan alınan ilk önemli ders, Batı istihbaratında hala düzelmeyen kurumsal başarısızlıkları ortaya çıkardığıdır. Ne CIA ne de İngiliz SIS, Müslüman dünyasındaki siyasi hamleler için kritik olan aşiret ve aile ağlarını şimdiye kadar kavrayamadı.
Toby Harnden, “First Casualty” (İlk Kayıp) kitabında Afganistan’da dolanıp hava saldırılarını yöneten CIA üyelerinin hemen hemen hiçbirinin yerel bir dil bilmediğini savaştaki önemli kişileri tanımadığını ortaya koydu. 2001’de CIA, Özbek savaş ağası Abdul Raşid Dostum’u kahramanlık statüsüne yükseltirken, Craig Whitlock’un yeni kitabı “Afganistan Belgeleri”nde Dostum, ABD ordusu tarafından cani bir alçak olarak nitelendiriliyor. Askeri operasyonlarda PowerPoint sunumları yasaklanmalı.
Komutanlar ve kurmayları arasında her şeyi bilme yanılgısını teşvik ediyorlar. Birkaç yıl önce Helmand eyaletindeki İngiliz tugay karargahının operasyon odasını ziyaret ettim. Halleri, Amerikalı meslektaşlarına çok benziyordu: Bir düzine gerçek ve olası savaş alanının drone ve karadan canlı yayınlarını gösteren duvar ekranlarının önünde sıra sıra asker oturuyordu.
Halkın ne düşündüğünü bilmiyorlar
Bilgi ve kontrol etkileyici görünüyordu. Ama operasyon sonrası raporlardan sahada savaşan askerlerin bir sonraki sokakta veya köyde neler olup bittiğini ya da yerel halkın ne düşündüğünü bilmediği anlaşılıyordu. Avustralyalı kontrgerilla gurusu David Kilcullen, 2009 yılında yayınlanan “The Accidental Guerrilla” (Kazara Gerilla) kitabında savaşa ideolojik nedenlerle değil, sadece heyecan için katılan Afganların çokluğuna vurgu yaptı.
Kitapta, 2006 yılında ABD özel kuvvetlerine saldıran Taliban üyelerine katılan bir grup genç çiftçiye yer verildi. Daha sonra gençlerin neden silah seslerine kapıldığı sorulan bir kabile üyesi söyle diyordu: “Orta Afganistan’da genç olmanın ne kadar sıkıcı olduğunun farkında mıyız? Bu, gençlerin yaşadığı vadide yıllardır olan en heyecan verici şeydi. Kenarda durup beklemek onlar için utanç verici olurdu.” Alametifarikaları insan öldürmeyi bilmek olan askerler, mesele bir ülke inşa etmeye geldiğinde korkunçlar. Bir dahaki sefere bir ülkenin yeniden kurulmasını istediğimizde generalleri göndermeyelim de kimi yollarsak yollayalım. Askerler böyle bir göreve örneğin tesisatçılardan veya web tasarımcılarından daha uygun olsun ki?