Uzmanlar anlattı: Nükleer tesis saldırılarında radyoaktif sızıntı tehlikesi var mı?

ABD’nin İran’daki nükleer tesislere saldırmasının ardından sızıntı riski tartışma konusu oldu. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, şu ana kadar tespit edilen bir radyasyon artışı olmadığını bildirdi. Peki bu tür saldırılarda sızıntı riski nasıl engelleniyor? Gerçekten bir tehlike yok mu?

ABD’ye ait B-2 tipi hayalet bombardıman uçaklarının İran’daki Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerini hedef alması, nükleer güvenlik ve radyasyon sızıntısı riskine ilişkin endişeleri yeniden gündeme taşıdı.

Saldırıların ardından Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndan (IAEA) yapılan açıklamada, “Fordo özelinde tesisin dışındaki radyasyon seviyesinde bir artış bildirilmediği” ifade edildi. Suudi Arabistan da bölgede radyasyon artışı tespit edilmediğini açıkladı.

IAEA Başkanı Rafael Grossi ise pazartesi günü kurumun başkanlar kurulunu olağanüstü toplantıya çağırdığını duyurdu.

Olası bir sızıntının nasıl engellendiği, varlığı durumunda bunun nasıl tespit edildiği sorularına yanıt ararken Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Yücel, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü’nden Nükleer Uzman Prof. Dr. İskender Atilla Reyhancan ve Enerji Politikaları Analisti Özgür Gürbüz'e ulaştık.

'Tarihte bu kararları alabilenler, bugün de alabilir'

Prof. Dr. Haluk Yücel, nükleer tesislere yönelik bombardımanın arkasında jeopolitik ve tarihsel nedenler olduğu kadar İran’ın enerji ticaretindeki rolünün de etkili olduğunu vurguluyor. “İran’ın petrol-doğalgaz enerji kaynakları ve bunun ticaretinin daha çok Çin üzerinden yapılıyor olması da bir soru işaretidir. Tarihsel olarak da baktığımızda, Hiroşima ve Nagasaki’ye atom bombası atabilen karar vericiler, İran yeterince söz dinlemiyorsa en azından nükleer tesislerindeki altyapıyı çökertmek için ağır bombardıman yapabilecekleri çok şaşılacak bir şey değil” diyor.

Özgür Gürbüz ise "İsrail ve ABD’nin İran’a saldırısı kadar, bu ülkelerin İran’daki nükleer tesisleri hedef alması da sorunlu. Bombalan tesislerde nükleer santrallarde olduğu gibi devam eden bir nükleer reaksiyon olmadığı için Fukuşima veya Çernobil nükleer santral kazalarında olduğu gibi büyük miktarda bir radyasyon sızıntısı olmaz. Ancak bu sahalarda radyasyon içeren ve onlar kadar riskli olabilecek kimyasal maddeler olduğu da unutulmamalı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı da (UAEA) saldırılardan sonra yaptığı açıklamalarda tesiste hem radyolojik hem de kimyasal sızıntı olduğunu, solunması durumunda ölümcül olabileceğini belirtmişti. Sınır ötesi etkiler beklenmese de bölgesel bir kirlenmeden bahsedilebilir" diye konuştu.

Sızıntı riski nasıl engelleniyor?

Her iki uzmana göre sızıntı riski hiçbir zaman tamamen sıfırlanamaz; ancak tesislerin yapısal özellikleri, izleme sistemleri ve hedef seçimi riski azaltıyor.

Prof. Dr.  İskender Atilla Reyhancan, tesislerin dayanıklılığına dikkat çekiyor:

“Reaktörlerin ve nükleer maddelerin bulunduğu yapılar genellikle yüksek yoğunluğa sahip kalın betonarme ve çelik korumalıdır. Hatta bazıları yer altına gömülüdür. Acil durumlarda bu tesislerde tasarıma esas yapısal önlemler bulunur. Çoğu zaman saldırılar doğrudan reaktör kalbi veya zenginleştirme tesisinin ana üretim yerlerine değilde, destek altyapılarına (havalandırma, soğutma gibi) yönelik olabilir. Bu da nükleer sızıntı riskini azaltmak içindir.”

Prof. Dr. Yücel ise Türkiye’de bu tür durumlar için devrede olan sistemlere işaret ediyor:

“Bu konuda yetkili kurum olan Nükleer Düzenleme Kurumu 7gün/24 saat esasına göre RADİSA (Radyasyon Uyarı ve Alarm) sistemleriyle bir radyasyon izlemesi yapıyordur. Uranyum zenginleştirme tesislerinden çıkabilecek yüksek radyotoksikliğe sahip UF6 gaz formunun tutunumu sağlayacak kimyasal filtreleme yöntemiyle numune toplanıyor olması gerekir.”

'Hedef altyapılar olabilir'

Prof. Dr. Reyhancan, nükleer saldırılarda çoğu zaman reaktör çekirdeği yerine destek altyapıların hedef alındığını vurguluyor:

“Çoğu zaman saldırılar doğrudan reaktör kalbi veya zenginleştirme tesisinin ana üretim yerlerine değil, destek altyapılarına (havalandırma, soğutma gibi) yönelik olabilir. Bu da nükleer sızıntı riskini azaltmak içindir.”

Prof. Dr. Yücel de benzer şekilde, saldırıların hedefinde asıl olarak sistemin felç edilmesi amacı olduğunu düşünüyor:

“Henüz herhangi bir nükleer malzeme vurulmamıştır. Bunun yerine bu tesislerin yardımcı sistemleri veya elektrik iletim hatları vurularak, tesisi çalışamaz ve felç etmeye yönelik stratejik bir savaş taktiği akla geliyor.”

Sızıntı olup olmadığı nasıl anlaşılıyor?

IAEA’nın hızla yaptığı açıklamalar, izleme sistemlerinin küresel düzeyde yaygınlığıyla açıklanıyor. Özgür Gürbüz IAEA'nın teknolojisini şöyle açıklıyor: 

"IAEA dünyanın herhangi bir yerinde radyasyon sızıntısı olduğunda bu bilgileri Uluslararası Radyasyon İzleme Sistemi’ne (IRMIS) üye 50 ülkenin izleme istasyonlarındaki verilere dayanarak alıyor. Türkiye de üyelerden biri. Aslında her ülkenin benzer radyasyon izleme istasyonları var, sınır ötesinden gelen tehditleri de genelde böyle öğreniyoruz. İran’da ise zaten IAEA ekipleri ve izleme için kurulmuş ekipmanlar var. Çünkü İran Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) gibi birçok uluslararası sürecin bir parçası. Zaman zaman sorunlar yaşansa da bir bilgi akışı var. "

Reyhancan, kurumun kullandığı teknolojiyi şöyle özetliyor:

“Uydu görüntüleri, yerel ölçüm istasyonları, doğrudan iletişim ve CTBTO ağı kullanılır. Bu ağ; 170 sismik istasyon, 11 hidroakustik istasyon, 60 infrasound istasyonu ve 80 radyoizotop istasyonundan oluşur.”

Yücel ise yerinde gözlem ihtimaline işaret ediyor:

“UAEA’nın İran’da gözlemci uzmanları bulunması gerekir. Onlar, İranlı yetkililerle birlikte yerinde ölçüm yapabilirler. Radyoaktif sızıntı riski yok diye hızlıca açıklama yapılıyorsa, bunun anlamı henüz herhangi bir nükleer malzeme vurulmamıştır. Bunun yerine bu tesislerin yardımcı sistemleri veya elektrik iletim hatları vurularak, tesisi çalışamaz ve felç etmeye yönelik stratejik bir savaş taktiği akla geliyor”

Tehlike tamamen geçti mi?

Uzmanlara göre kısa vadede riskler kontrol altına alınmış olsa da, uzun vadeli etkiler ihtimal dışı değil.

Yücel, özellikle UF6 gazının taşıdığı radyotoksik riske dikkat çekiyor:

“Çernobil’de ve Fukuşima Nükleer kazalarında olduğu gibi ilk andaki ortaya çıkan radyonüklit envanteri (I-131, Cs-137, Cs-134, radyoaktif kseneon, kripton vb. çok sayıda fisyon ürünü) ve UF6 gazının engellenmesi mümkün değildir. Önce tesisin yakın çevresi olmak üzere, hava akımlarıyla ve özellikle rüzgarın etkisiyle toz zerrleri, aeorsolller, ve diğer havadaki parçacıklarla bu radyonüklitler taşınır. Toprağın altında bir enerji depolanması söz konusu olamaz, nihayetinde ortaya çıkar. Bu uzun vadeyede yayılırsa çıkar. Ancak buraların üzerine kalın beton atılarak bir mezar yapılrsa, o zaman yayınım şiddeti azaltılabilir.  Evet. Nükleer tesisteki radyoatif malzeme gerçekten vurulmuş ise, insan sağlığın ciddi bir “radyolojik tehdit” oluşturur. Akut etkilerden ziyadae zaman yayılacak olası somatik etkileri gözardı edilemez.”

Reyhancan ise kısa ve orta vadede, eğer fiziksel bir sızıntı gerçekleşmemişse ya da oluşan sızıntı yerinde tespit edilip temizlenmişse, durum büyük ölçüde kontrol altına alınmış kabul edilebileceğini belirtiyor ve ekliyor:

“Ancak toprağın altında gömülü radyoaktif maddeler varsa, bunların zamanla yeraltı sularına karışma ihtimali var. Bu da ileride kanser riski ya da çevresel bulaşma gibi ciddi sonuçlara yol açabilir. Uzun vadede ise risk tamamen ortadan kalkmış sayılmaz. Eğer radyoaktif materyaller yeterince yalıtılmamışsa (örneğin zırhlı kaplarla ya da doğal bariyerlerle korunmamışsa) bazı uzun ömürlü izotoplar yüzlerce yıl boyunca toprakta tehdit oluşturmaya devam edebilir. Çernobil örneğinde olduğu gibi, bu tür kalıntıların üzerine beton ve kurşun kaplamalar yapılmış olsa bile, sürekli izlenmeleri ve kontrol altında tutulmaları gerekiyor.”

Ciddi bir hasar olduysa kirliliğinden kaçınılmaz olduğunu vurgulayan ve " Radyasyon şişenin içindeki cin gibidir. Cin bir kez şişeden çıkarsa bir daha geri sokamazsınız" diyen Özgür Gürbüz ise "Pek konuşulmasa da uranyum zenginleştirme süreci madenlerden, sarı pasta yapımı ve zenginleştirmeye kadar oldukça sorunlu ve kirletici bir süreçtir. Bu tesisler normal koşullarda bile insan sağlığı için risk barındırıyor. Ciddi hasar olduysa, kirlilik de kaçınılmaz" ifadelerini kullanıyor.

Uzmanlara göre de, nükleer tesislerin bombalanması çok yüksek risk barındıran bir eylem. Bugün için “radyasyon sızıntısı yok” açıklamaları iç rahatlatıcı olsa da, sürecin dikkatle izlenmesi gerektiği görüşü hâkim.

İsrail İran'ın Şahrud bölgesindeki füze motoru üretim tesisini vurdu Seferihisar'da 1 mahalle tahliye edildi Günay Teyze, 1 milyonluk soruyu açtırdı Kadınlar neden orgazm taklidi yapar? Meteoroloji'den gök gürültülü sağanak yağış uyarısı 68 mahallede 16 bina yıkıldı, 1 kişi öldü, 29 yaralı var