"Ekonomistler gerçeklere zarar verdi"

Sürdürülebilir kalkınma konusunda dünya çapında bir otorite olan John Elkington Oksijen’e konuştu: "Ekonomi, bilimsel bir disiplin değil. İdeolojik bakış açılarının kontrolüne girebilir. Son 50 yılda devletler, işletmeler ve yatırımcılar ekonomiden sadece parayla ölçülebilen anlamlar çıkarmaya çalıştı. Ekonomistler gerçeklere zarar verdi, artık hatalarının farkına varmaya başladıklarını düşünüyorum"

Küresel sürdürülebilirlik hareketinin kurucularından John Elkington, kurumsal sorumluluk ve sürdürülebilir kalkınma konusunda dünya çapında bir otorite ve çok satan bir yazar; yayımlanmış 20 kitabı var. Geçtiğimiz ay, Zorlu Holding’in ev sahipliği ve imece’nin yürütücülüğünde ‘Geleceğe Etki’ temasıyla düzenlenen imece summit’te iyileştirici kapitalizm fikri üzerine konuşarak, işletmelerin sadece kar güdümlü olmaktansa insanlar ve gezegen odağında nasıl iş yapabileceklerine yönelik bir bakış sundu. Ardı arkası kesilmeyen küresel zorluklarla dolu bir konjonktürde mevcut sistemi insanlara ve gezegene hizmet edecek şekilde dönüştürmenin bir zorunluluk olduğunu ve onarıcı bir zihniyete sahip yeni bir liderlik yaklaşımının gerektiğini öne süren Elkington, sorularımızı yanıtladı.  20. yüzyılda ekonomistler, ekonominin bir bilim olduğunu savundular. Çek ekonomist Thomas Sedlacek, “Dövüş Kulübü’nün ilk kuralı Dövüş Kulübü hakkında konuşmamaktır. Ekonominin ilk kuralı da etik hakkında konuşmamaktır” demişti. Topluma hiçbir faydası olmayan bu söylem her şeye nasıl nüfuz edebildi? Ekonomi, bilimsel bir disiplinin birçok özelliğine sahip olmakla beraber, bence bilimsel bir disiplin değil. Ekonomi, ideolojik bir bakış açısına sahip grupların kontrolüne girebilir; bu da illa kötü bir şey demek değildir. Ancak, son 50 yılki denklemden devletler, işletmeler ve yatırımcılar için sadece parayla ölçülebilen anlamlar çıkarılmaya çalışıldı. Ekonomistler gerçeklere zarar verdiler; hatalarının farkına varmaya başladıklarını düşünüyorum. Farklı bir vizyona sahip, genellikle gençlerden oluşan ekonomistlerin sayısı giderek artıyor. Bir kısmı, olaylara farklı açılardan bakabilen kadınlar. Bu da gerek ekonomi, gerekse iş dünyası için günümüzü çok heyecan verici bir dönem haline getiriyor. Üstel büyümenin sonlu bir dünyada sonsuza kadar devam edebileceğini düşünenlerin ekonomik sistemi, 40 yıldır piyasaya tam yetki vermemizi, sınırları açmamızı, müşterekleri satmamızı ve toplumu umursamamızı söyledi.  Bu neoliberal senaryo dünyayı sosyal ve ekolojik bir krize sürükledi. Devasa sorunlarımızı çözecek yeni bir ekonomik hikaye nasıl yazılmalı? Eski tip ekonomi çöküyor; gençler farklı bir gerçekliğe odaklanıyor, Milton Friedman’dan bu yana olan ekonomik sistemin sonuçlarını görüyorlar. İklim değişikliği ve türlerin yok oluşu gibi olağandışı sonuçların sistemsel olduğunun artık herkes farkında. Küçük bir gezegende sonsuza kadar üstel büyümeye sahip olabileceğimizi söyleyen geleneksel düşünce bence hiç akıllıca değil ama es ki ekonomik düzeni yenisiyle değiştirdiğimizde -örneğin fosil yakıtlara dayalı sanayiler dünyadan atılıp da eski düzen çökerken- üstel büyümeye ihtiyaç duyacağımız dönemler olacak. Hızlı bir değişime ihtiyacımız var. Silikon Vadisi’nde çok sık kullanılan bir Ernest Hemingway sözü vardır. Karakterlerinden birisi sorar: “Nasıl iflas ettin?”  Soruya verilen cevap şöyledir: “Yavaş yavaş, sonra birden.” Artık her şeyin bize uzun süre sessizce sokulup önce yavaş yavaş, sonra birden etki ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Pandemi ve iklim krizi mesela. Ama ekonomistler bunların ayrımına yeni varıyor. İş dünyası ise aslında birçok ekonomistten çok daha uzun süredir buna kafa yoruyor. Günümüzde ‘büyüme’ kavramının önüne çeşitli sıfatlar eklenip yeni bir vizyon gibi gösteriliyor: Sürdürülebilir büyüme, kapsayıcı büyüme, akıllı büyüme, adil büyüme, dengeli büyüme, etkili büyüme vs… Bunlar kendi içinde tezat değil mi?  Sadece büyümeye dayalı bir dünya düşünen insanın akıl sağlığı gerçekten de yerinde değildir. Çünkü bu imkansız. Öte yandan, dünya genelinde insan nüfusu artıyor. İnsanların korkunç bir yoksulluk girdabına düşmesini istemiyorsak milyarlarca insana yiyecek, giyecek, barınma ve yakacak sağlamaya devam etmek zorundayız. Bu temel bir insan hakları meselesi. ‘Büyüme’ kavramını tamamen inkar edecek olursak; bu insanlara ihanet etmek olur. 1980’lerde ‘yeşil büyüme’ kavramını ortaya atmamın nedeni de, büyümeyi düşünürken, önce nasıl büyüdüğünüzü, faaliyetlerimizin çevre ve topluma etkisini düşünmeniz gerektiğine dikkat çekmekti. Amacım rahatsız etmek, yüzleşmeyi sağlamaktı. Aynı soruyu ’kapitalizm’ hakkında da sormak istiyorum. Kapitalizm sürdürülebilir, etkin, kapsayıcı olabilir mi?   Önümüzdeki 50-60 yılda, şu anda anladığımız anlamda kapitalizm olmayacak, sadece sınırlı bölgelerde olacak. Aynı komünizmin şimdi Kuzey Kore gibi belli bölgelerde olması gibi. Bunun gerçek komünizm olup olmadığını tartışabilirsiniz; ancak finansal ve ekonomik olarak tek bir kapitalizm formunun olduğu fikri baktığınız pencereye göre değişir. Finansal muhasebenin mevcut haliyle dünya sahnesinde yer alması için 500 yıl gibi bir zaman gerekti. Biz bugün sosyal ve çevresel faktörleri muhasebeye dahil ederek, bunun onda biri kadar bir zamanda, 50 yılda eşit bir düzlem yaratmaya çalışıyoruz. Bunun hayata geçebileceğini ve ilerleme aşamasında olduğunu düşünüyorum. Mevcut kapitalist ve büyüme yanlısı dünyada birçok insan için anlamı henüz açıklığa kavuşmuş değil. Ama nihayet, yatırım tedariğinde kulağımıza ESG terimi çalınıyor: Çevresel, Sosyal ve Yönetsel Çerçeve. Bu terim dünyayı kasıp kavuruyor; mali piyasalar büyümeye devam edebilecekleri anlamına gelen bir çözüme sahip olduklarını, böylece anladıkları manada kapitalizmi yaşatmaya devam edebileceklerini düşünüyorlar. Bu doğru değil. ESG gitmemiz gereken yere gidebilmemiz için en iyi sıçrama tahtası. Ve kapitalizmin bildiğimiz anlamda büyümeye devam edeceğini kesinlikle garanti etmiyor. Sürdürülebilir bir yaşam inşa etmek için mevcut kapitalist düzen içinde bir ekonomik dönüşüm gerçekleştirmek gerçekten mümkün mü?  Yoksa, paradigma değişikliği yerine daha sistemsel bir dönüşüme mi ihtiyacımız var?  Sistem düzeyinde bir değişikliğe ihtiyacımız var. Durum, giderek daha acil bir hal alıyor. En azından dünyanın bazı bölgelerde, sistemsel bir değişim göreceğiz. Ortaya çıktığı anda, hele de ekonomistseniz, sistemsel değişim rahatsız eder; çok uzun bir zamandır teorileriniz, ideolojileriniz ve modelleriniz politikacılar ile büyük yatırımcıların fikirlerine göre oluştuğu için özellikle rahatsız edicidir. Son kitabınızda anlattığınız ‘iyileştirici kapitalizm’ nedir? Kapitalizm tarihi boyunca bozucu olmuştur.  Değer diye tanımladığı şeyi yaratabilmek için doğal düzeni yok eder; süreçleri yatırımcıların arzularına uydurmak için toplumsal düzeni bozar. Zaman içinde kapitalist kurumların ve kapitalizmin hakim disiplini olan ekonominin, çok boyutlu değer yaratanları nasıl ödüllendireceğini ve bunu nasıl özendireceğini bulacağı düşüncesinden yola çıkarak ‘iyileştirici kapitalizm’ diyorum. Doğal, çevresel, toplumsal ve beşeri sermayeyi yok etmek yerine, bunları çoğaltacak şekilde kapsayıcı davranmak gerekiyor. Bu ne basit ne de kolay bir şey.  Ancak imkansız değil. Bu gezegende 8-10 milyar insan var olmaya devam edecekse, her şeyi yeniden düşünmek ve bunu hemen yapmak zorundayız. Bugün insanların değer verdiği şeyleri yaratmak için birçok şeyi yok eden bir ekonomik modelden -ki buna ‘yok edici kapitalizm’ diyebiliriz, kapitalizmin bir başka formuna geçmekten söz ediyorum.  Pandemi, dijitalleşmeyi hızlandırırken neleri yavaşlattı, zayıflattı? Pandemi sonrası dün yadaki olası sosyo-ekonomik dönüşüm içinde hangi noktada sorun yaşayacağız, hangi alanda daha hızlı ilerleyeceğiz? Geleceği anladığını ve geleceğin bizi götürdüğü yeri bildiğini söyleyenler bence şaşkınlığa düşecekler. 1990’ların ortalarından beri dünya genelinde gerçekleşen 5’inci toplumsal baskı dalgasının ortalarındayız. Bu dalganın özgün yanı, insanlar bir sistem krizi olduğunun, bunun da her şeyin birbirine karışmasından kaynaklandığının farkında ve bunu yüksek sesle söylüyorlar. Çin’de mağaralardan yarasa gübresi toplayan insanlar, vahşi yaşam ürünleri satılan ıslak pazarlar var; metrolar ve havayolları var. Tam olarak kontrol edemediğimiz bir sistemin içinde yaşıyoruz. Birbiri ardı na sistemsel krizler göreceğimiz bir döneme, onlarca yıla giriyoruz. Bunlardan bazısı gelecekteki pandemiler, bazısı mutasyon geçiren Covid-19 olacaktır ancak ardında, iklim ve biyolojik çeşitlilik acil durumu, toprak güvenliği gibi sorunlarımız var. Bazıları bunları ‘lanetli sorunlar’ olarak adlandırıp çözmek için gösterdiğimiz çabaya direniyor. Sadece ekonomiyi değil, siyaseti ve küresel yönetişimi de yeniden düşünmemiz gerekiyor. Bu yönde adımlar atılmazsa, gençler başta olmak üzere, insanlar bunu dayatacak.  2019’daki bir konuşmanızda “Hepimizin aktivist olması gerekiyor, hoşumuza gitsin veya gitmesin, daha politik olmamız gerekiyor” dediniz. Bunun sebebi nedir?  Hayatım boyunca aktivist oldum ama ben belli iş yapma biçimlerine karşı çıkan bir aktivist olmadım; şirketlerle ve piyasalar üzerinden çalışmayı tercih ettim. Çünkü şirketler doğru hareket etmediği sürece, Exxon Mobile gibileri perde arkasında lobi yaparak siyasetçilerin ve hükümetlerin doğruyu yapmasını engellemeye çalışacak. Şirketlerin değişimi kendi gündemleri olarak gördükleri ve o yönde lobi yapmaya çalıştıkları bir noktaya ulaşamazsak, dünyada görmek istediğimiz değişim gerçekleşmeyecek.  Kariyerim boyunca dünya genelinde yüzlerce hükümetle çalıştım ve orada farklı bir geleceği temsilen bulunduğumu her zaman söyledim. Ama aynı zamanda, “Sizi geleceğin şekillenmesinde oynayacağınız rolü benimsemeye teşvik etmek için bulunuyorum” da dedim.  Şu anda herkes aktivist olmalı çünkü üzerimize gelen sistemsel krizler çok büyük. Bunlar hakkında düşünen insanlar çok endişeli olduğu için, artık aktivizmi başkalarına taşeron gibi ihale etmekle yetinemeyiz. Kritik konularda sesimizi duyurmamız lazım. 2020 başında Londra’da “Geleceğin Kapitalizmi Forumu” adlı bir konferans yaptık. Alt başlığı“Adım at veya yoldan çekil” idi.  İstediğimiz değişim, hepimiz dâhil olmadan ve değişimi zorlamadan gerçekleşmeyecek. Ya şimdi ya da hiçbir zaman.  Şirketler bazında nasıl bir değişime şahit oluyorsunuz? İş dünyasıyla çalışmaya başladığımda, birçok şirkete girilemiyordu bile. Değişimi, özellikle çevresel ve toplumsal sorunları konuşmak istemiyorlardı, Bu değişti mesela. Şirketlerdeki CFSO’ların (Finans ve Sürdürülebilirlik üst düzey yetkilileri) sayısı artıyor.  Bir zamanlar Suudi Arabistan’ın petrol bakanı şöyle demişti: “Taş devri, taş yokluğundan bitmedi, petrol devrinin bitişi de petrol kalmadığı için olmayacak.” Oysa şu anda yenilenebilir enerjide, batarya ve hidrojen teknolojisinde inanılmaz bir büyüme gerçekleşiyor. Enerjideki geçişe, petrol sektöründekilerin tahmininden çok daha hızlı yaklaşıyoruz. Petrole dayalı ekonomiler, şirketler ve tedarik zincirleri için bunun çok derin sonuçları olacak.  Birçok petrol ve kömür şirketi değişime direnirken, tarihin yanlış tarafında olduklarını konuşmaya başlayan özel veya kamuya ait petrol şirketleri de var. Shell CEO’su bir buçuk yıldır “Aman tanrım, bu konuda yanlış düşünüyormuşuz” demeye başladı. Kimi CEO’ların da kamusal konulara dahil olduğu, kamuoyu önünde hiç söylemedikleri şeyleri söylemeye başladıkları bir noktadayız. Bu konuşmalar fazla uzamadı mı? İnsanlar artık söz değil, eylem bekliyor. Greta Thurnberg’in geçen yıl Davos’ta söylediği gibi, herkes iklim değişikliğinden söz ediyor ama kimse bir şey yapmıyor. Buna katılıyor musunuz? 40 yılda çok kez hüsrana uğradım. İklim değişikliği konusundaki ilk raporumu 1978’de, yani çok uzun zaman önce hazırladım. O zaman bile bunun ancak 21. yüzyılın başlarında en büyük çevre konusu haline geleceğini öngörüyordum. Ancak insanlığın düşünce tarihinde temel değişimlerin hayata geçmesi için gerçekten birkaç kuşak geçmesi gerekiyor.  İnsanlar şu anda paradigma değişiminden söz ediyor. Ben çok geç kaldığımızı düşünüyorum. Küçük değişim dalgaları arasında sörf yapan bu paradigma değişimi beni de çok yıprattı. Bazıları gerçek bir paradigma değişiminin 70-80 yılda gerçekleşebileceğini söylüyor. Avustralya’ya, Kaliforniya'ya bakıyorsunuz, yangınlar ve seller görüyorsunuz. Brezilya’da geçen yıl Pantanal’ın yüzde 25’i yandı; burası sulak alan! Görece kısa zamanda ve etkin bir şekilde harekete geçmezsek dibe vuracağız. Tüm eski uygarlıkların çökmesinin nedeni çoğu zaman çevreye fazla yüklenilmesiydi. Geçmişten ders almalıyız. Aklımızı başımıza toplamak için zamanımız az. Ancak bugün dünyada hakim olan popülizm değişimin önündeki engel ve bu bir felaket. Teknolojinin bu tablodaki yerini nasıl yorumlarsınız? Hiçbir zaman teknolojinin bizi kurtaracağına inanan biri olmadım ama bilim ve teknoloji beni her zaman büyülemiştir. 1800’lerden itibaren dünyada bir dizi sanayi devrimi oldu; bunlardan birini daha yaşıyoruz. Bu, açık ara en büyüğü çünkü birçok farklı teknoloji bir araya gelirken, hepsine dijitalleşme liderlik ediyor. Otonom araçlar, nesnelerin interneti, yapay zekâ, sentetik biyoloji var. Bunların biri bile dönüştürücü olabilecekken, hepsi aynı zamanda geliyor. Bu teknolojilerin amaç dışındaki sonuçları standartların çok ötesinde olacak. Silikon Vadisi’nde inovasyonları yapanlarla konuştuğumda, geçmişteki teknolojik inovasyon döngüleri hakkında fikirleri olmadığını gördüm. Oysa bunlar çağlar boyunca başımıza musallat olan sorunlar yarattılar. Teknoloji karşıtı değilim, çok vahşi bir taraftarı da değilim ama gerçekten de bu teknolojiler sektörleri teker teker yıkacak. Tesla şu anda otomotiv sektörünü altüst ediyor. 2023’e kadar dünya genelinde 500 farklı elektrik araç modeli olacak. Eğer geleneksel bir otomotiv şirketiyseniz, bu düşündüğünüzden çok daha sert ve hızlı bir şekilde size doğru geliyor. Aynı şey hayvancılıkta da olacak; enerjide zaten oluyor. Kadınlar tüm dünyada eşitlik için seslerini giderek daha fazla çıkarıyor. Bu değişime öncülük ettiklerini düşünüyor musunuz? Bence kadınların düşüme biçimi erkeklerinkini çok aşıyor. Kadınlar, sadece kendilerini değil, tüm dünyayı düşünürler; değişime daha açıklar. Ben onları iş hayatında ve siyasette çalışırken gördüm, ilk aşamada yaklaşımları erkeklerin yaptıklarını çok fazla kopyalamaya çalışmaktı. Benim ülkemde örneğin, birlikte çalıştığı birçok kişiden daha ‘erkek’ olan Margaret Thatcher vardı. Ancak dünyaya bakarsak, en iyi yönetilen toplumlar ve ekonomiler, bir kadını seçmeye hızla hazır hale gelmenin ötesinde, çok da iyi kadınları seçiyorlar. Bence gelecek 15-20 yıl içinde yönetim kurullarına, kabinelere ve siyasi güç merkezlerine giren kadın sayısında çok büyük artış olacak. Dolayısıyla kendilerine daha fazla güvenmeli, birbirlerini desteklemeliler. Greta Thunberg’in son birkaç yıldaki popülaritesi tesadüf değil. Bence onun yerinde genç bir erkek olsaydı tepki çok daha farklı olurdu. Kadınlarla çalışmayı severim çünkü kadınlar daha anlayışlı, sosyal, çevresel, etik ve yönetişimsel değişim gündemlerine açıklar. Sadece kendilerini değil, tüm dünyayı düşünürler. 
Batıkent metrosunda patlama yaşandı Dervişoğlu'ndan 'Bakırhan'a alkış' sorusuna yanıt: Bahçeli’nin yaptığı hiçbir şey beni şaşırtmaz Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Yetişkin filmi izleyip sıcak çatışmaya giriyorlar