En yoksul ülkeler şimdiden iklim değişikliğinden en çok zararı görüyor; üstelik önlemler için kaynak bulmakta en çok zorlanan da onlar. Orta ve az gelirli ülkelerin yeşil dönüşüme tam katılımı olmadan küresel ısınmayı derecenin altında tutmayı beklemek hayalcilik olur
Kemal Derviş Sebastián Strauss
Son dönemde yeşil teknolojilerde ciddi ilerleme kaydedildi. Öyle ki 2050 yılına kadar net-sıfır sera gazı emisyonu artık sadece teknik açıdan erişilebilir değil, ekonomik olarak da mantıklı görünüyor. Küresel ısınmayı endüstri öncesi döneme göre 2 derecenin altında tutmak için bu hedefe ulaşmak şart. Ama ülkelerin bir an önce emisyonları azaltmaya başlaması gerekiyor.
Maliyetin adil paylaşımı
İklim değişikliği dünyanın farklı bölgelerini farklı şekillerde etkiliyor. Gerek geçmişte gerekse bugün her ülke aynı düzeyde karbondioksit emisyonuna sebep olmuyor. Bu farklılıklar yüzünden emisyonu azaltma maliyetlerinin adil paylaşımı konusunda şu ana dek uluslararası mutabakat sağlanamadı. Ancak Kasım ayında Glasgow’da düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi (COP26) yaklaşırken, küresel ısınmanın bir tehdit olduğunun kabul edilmesi ve yenilenebilir enerjilerin maliyetindeki keskin düşüş sayesinde hızlı bir ilerleme kaydedilebilir. İklim tartışmaları artık değişim maliyetine değil, yeni teknolojilerin sunduğu fırsatlara odaklanıyor. 2050’de net-sıfır emisyonlu bir dünyaya kavuşma yarışı kıyasıya devam ediyor, zira farklı ülkeler farklı hızlarda ilerliyor. Ama giderek kesinleşen bir gerçek var: Çin haricindeki yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler (EMDE), gösterecekleri performansla başarıda kilit rol oynayacak. Gelişmiş ekonomiler arasında Avrupa yeşil dönüşüm çabalarına öncülük ediyor. Joe Biden yönetimindeki ABD iklim hedefleri konusunda daha kararlı görünüyor ve iç siyasetteki süregelen engellere karşın ülkenin teknolojik kapasitesi gereken performansı mümkün kılabilir. Aynı şeyler net-sıfır öncüleri arasına girecek kaynak ve teknolojiye sahip olan Japonya ve Kanada gibi diğer zengin ülkeler için de söylenebilir. En yoksul ülkeler şimdiden iklim değişikliğinden en çok zararı görüyor; üstelik önlemler için kaynak bulmakta en çok zorlanan da onlar. Etik olarak, yeşil teknolojilere uyum sağlayıp hızlı bir geçiş yapmak için ciddi yardımı hak ediyorlar ancak bu ülkelerin karbondioksit salımı bugünden 2050’ye kadarki toplam rakamlara ciddi bir etkide bulunmayacak kadar küçük.
Çin ayrı değerlendirilmeli
Gelişmekte olan ülkeler için durum böyle değil. İklim konusundaki istekleri ve becerileri, global başarının en büyük belirleyicilerinden olacak. Birçok gelişmiş ekonomideki emisyonlar düşerken, EMDE kategorisindeki çoğu ülkede rakamlar hâlâ yükseliyor. Şu anda Çin de dahil olmak üzere EMDE ülkeleri global salımı üçte ikisinden sorumlu. Dünya toplamının yüzde 30’u tek başına Çin’den geliyor. Fakat Çin birçok önemli noktada diğer EMDE ülkelerinden ayrışıyor, bu yüzden Çin’i diğerleriyle aynı kefeye koymak karbonsuzlaştırma sürecini değerlendirirken yanıltıcı olabilir. Her şeyden önce, Çin yeşil teknolojide küresel ihracat lideri olma arzusuna ve kapasitesine sahip; bu amaca doğru ilerlemek ülkedeki sosyopolitik sistemin de dışarıya daha hoş görünmesini sağlayacak. Dahası, Çin yeşil geçiş için gereken ve çoğu zaman yüksek olan ön maliyetleri karşılayacak finansal kaynaklara sahip; yarı kamusal yarı özel yapıdaki Çinli şirketler bu yatırımların büyük bölümünün kâra geçmesi için gereken uzun vadeli hamleleri tercih edebilir. Son olarak Çin öyle büyük ki, sırf kendi içindeki emisyonu azaltması tüm dünyaya ciddi fayda getirecek. Böylece Çin’in uluslararası meselelerden kaytardığı suçlamasına da bir cevap verilmiş olacak. Dolayısıyla Çin’in kısa süre içinde iklim politikalarını genişleteceğine ve emisyonları şimdikinden çok daha hızlı bir şekilde azaltan bir büyüme yoluna gireceğine inanmak için makul sebepler var. Öte yandan, her ne kadar homojen bir gruptan bahsetmesek de gelişmekte olan diğer ülkelerin hemen hepsi karbon-yoğun büyüme rotasında ilerlemeye devam ediyor.